Bölüm 3: "Git!"

830 129 71
                                    


Sevginin iyileştirmeyeceği hiçbir hastalık yoktur derler. Hyunjin de Felix'in kararmış kalbini, böyle iyileştirmeye karar vermişti.

Onu kucağında eve taşırken, ruhunun ne kadar daraldığını hissediyordu; onun da, kendisinin de. Hyunjin, Felix'i kaybetme korkusuyla iyice tetiklenmişti. Felix ise eğer Hyunjin orada olup onu sarmalamasaydı, bu eve geri dönüp dönmeyeceğinden bile emin değildi. Evet, intihar etmekten korkuyordu ve bunu yapmak konusunda kararsızdı. Ama yine de, ya atlasaydı? Bunu o bile bilmiyordu ve bu bilinmezlik onu sarıyordu.

Yine de, Hyunjin'in sarabildiği kadar değildi.

Hyunjin, Felix'i yavaşça yatağının üzerine bırakıp uzanmasını sağladı. Felix'in hırkasını çıkarmasına yardım ettikten sonra, kendi montunu da çıkararak yatağın yanına oturdu. Felix, şimdi onu inceliyordu.

Dağ gibiydi sahiden. Uzun boylu, geniş omuzlu, spor yapmamasına rağmen kasları taş gibi görünen bu çocuk, baskın bir alfanın olması gerektiği gibi iri yarıydı. Omuzlarına dökülen kara saçları darmadağınıktı. Gözlerinin altı kızarmış, yüzünü bir hüzün sarmıştı. Altında siyah bir eşofman, üstünde eski bir tişört vardı. Az önce üstünden çıkarttığıysa kıyafetleri ile hiç alakası olmayan siyah bir kaşeydi. Telaşla, ne bulursa giyinip öyle çıkmış gibiydi. Ve bu uyumsuz giysileri yağmurdan ıslanmış, saçlarından damlalar damlatıyordu. Endişeliydi, ister istemez vücudu hala titriyordu. Sözlerinden ziyade, Hyunjin'in bu hali yüreğini yakıyordu şimdi.

Hyunjin, bir süredir incelendiğinin farkındaydı, bu yüzden o da aynısını yapıyordu. Önünde sereserpe yatan Felix'i inceliyordu. Boyu ortalamanın altında, incecik vücudu, pamuk gibi beyaz bir teni vardı Felix'in. Sarı saçları hep çok özenle taranmış ve toplanmış olsa da, bir süredir dağınıktı. Takı takmayı çok seven Felix, bir süredir küpe de takmıyordu, bileklik de. Sadece yıllar önce Hyunjin'in hediye ettiği şeffaf bir yüzük vardı orta parmağında. Kıyafetleri darmadağınıktı; gösterişi seven Felix'den beklenmeyecek bir şekilde. Burnu kızarık, hep ışıkla parlayan mavi gözlerinin artık altı şiş ve mordu. Bir süredir geri dönüşü olmayan şekilde üzgündü.

Bu uzun bakışmanın ardında, duyulan tek ses nefes alıp verişleri ve masadaki saatten çıkan tik-tak sesleriydi. Zaman geçtikçe Hyunjin daha çok rahatlıyordu. Sonunda Felix'in yanına uzandı, başını onun omzuna yasladı.

Felix, temastan hoşlanmayan biri olarak kim ona böyle yaklaşsa iterdi, ısrarcı olunduğunda da tekmeyi basardı. Hyunjin de aslında böyle bir tepki bekliyordu.

Ama Felix itmedi.

Aksine, Hyunjin ona sarılırken, saçlarından omuzlarına damlayan ıslaklığı aldırmadan yüzünü Hyunjin'in başına çevirdi, burnunu saçlarının arasında gezdirdi.

Sözcüklere ihtiyacın olmadığı bir zamandalardı.

Birbirlerinin feromon kokusunu alarak, kollarını bile kıpırdatmadan aynı yattıkları şekilde uykuya daldılar. Bu yoğun geceyi, böyle kapatacaklardı...

Felix gözünü açtığında, evinin alt katında bir bağırışma duyuyordu. Önce ne olduğunu anlayamasa da, sonunda birbirine bağıran iki insanı da tanıdığını anladı ve hızla aşağıya koştu.

"Hyung git." Dedi Hyunjin, Changbin'i omzundan iterek. Felix'in hiç görmediği bir yüzü vardı şimdi. Gözleri kızıla çalmıştı, sesi hırıltılı geliyordu. Neredeyse üst kata kadar yayılan derin bir okyanus kokusu vardı; Hyunjin'in feromonları olan. Öfkeliydi, aynı karşısındaki Changbin gibi.

The Cliff | Hyunlix [Omegaverse] ✓Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang