BÖLÜM 6 : Devir Teslim

50 9 5
                                    

Karanlığın çökmesiyle birlikte,  hazırladığı küçük valiziyle, yola çıktı Kâmil. Kaplıca sefası iyi gelmiş, derisindeki gözenekler açılmış, sanki vücuduna eskisine nazaran daha fazla oksijen giriyor gibiydi. Diz kapaklarındaki ağrının da yok olmasıyla birlikte gaza ve debriyaja basarken ayakları klavye tuşlarına basarmış gibi zarif hareketler sergiliyordu artık. Yolu uzatarak eski İzmir istasyonu üzerindeki lokumculardan birine girdi. Düğün evi gibi aydınlatılmış dükkândan torunları için ayrı, yola çıkacak oğlu ve gelini için ayrı olmak üzere sultan lokumu ve çikolatalı pişmaniyeden oluşan iki ayrı paket yaptırdı. Hem hafta sonu hem de akşam üstü olmasından dolayı trafik ıssızdı. Kamil, aracını önce maliye kavşağına ardından Filli kavşağa döndürdü. Akarçay’ın paralelindeki sokakta, oğlunun oturduğu siteye doğru ilerlemeye başladı.

Ne zaman oğlunun evine gidecek olsa birdenbire gerginleşir, o gerginlikten uzun süre kurtaramazdı kendini.  Rahat edemiyordu işte başkasına ait bir evde.  Sitenin girişine doğru yavaşladı. Sanki onu bekliyormuşçasına kulübe önünde duran genç site görevlisi sağ eliyle asker selamı verip ardından sol elindeki mini kumandaya bastı. Metal bariyer sert bir şekilde kalkıp girişi açar açmaz, elle verilen selama başıyla karşılık veren Kâmil, sitenin park yerine yöneldi. Kimseyi rahatsız etmeme düşüncesiyle aracını en arkaya, bahçe duvarının yanına park etti. Birkaç dakika sonra A Blok girişinde üzerinde Emrah ŞİMŞEK yazılı 6 numaralı zile basıyordu. Sabırsızlıkla bekleniyorcasına kim olduğu sorulmadan, açılan kapıdan asansöre yöneldi. İki katın merdivenini kolaylıkla çıkabilecek olsa da merdivenlerde birileriyle karşılaşıp konuşmak veya selamlaşmak zorunda kalmak istemiyordu. Neden olduğunu bilmese de buralarda oturanların hep kendini beğenmiş, kibirli tipler olduğu fikri vardı aklının bir köşesinde. Üç yanı ışıklar ve aynalarla kaplı, parfüm kokulu, uzay mekiğini andıran asansörün ikinci katta durmasıyla birlikte, asansör kapısı kendiliğinden açıldı. Aynada son bir kez kendini kontrol edip bir iki sessizce prova yapacaktı birazdan söylemek istedikleriyle ilgili. Karşısında:

-"Baba, dedem!" diye bağıran torunu Kamil’i görmesiyle yine planları suya düşmüştü, her şey spontane gelişecekti artık. Bir şey söylemesine gerek kalmadan valiz ve lokumlar alındı önce elinden. Ardından:

-"Hoş geldin dede!" cümlesine "Hoş bulduk Kamil’im, hoş bulduk!” diyerek karşılık verdi, parmak arası terliklerini sürüyen torunun ardından daire kapısına yöneldi. Devlet başkanını karşılıyormuşçasına bir edayla karşıladı ev sahipleri misafirlerini. Kapının sağında Emrah, solunda Şükran ortada ise Banu vardı. Her birinin aynı anda:

-"Hoş geldin, dede!  Hoş geldin, baba! Baba, hoş geldin!" cümleleri eşliğinde ayakkabılarını çıkarmaya çalışırken:

-"Hoş bulduk. Hoş bulduk. Hoş bulduk, kızım!" diyerek tek tek yanıt verdi.  

Daire kapısından içeri girer girmez gelini Şükran’ın ayaklarının dibine "Buyur baba” diyerek bıraktığı terlikleri giydi önce. Rahmetli eşi Sıdıka Hanım da aynen böyle yapardı. Her eve gelişinde onu kapıda karşılar, terliklerini uzatır; evden her ayrılışında ise gözden kaybolana kadar hayır duasını hiç eksik etmezdi ardından. O günler, ne de güzel günlermiş diye düşündü kendi kendine. Güzel, her anı bir ömre bedel, bir daha asla yaşanamayacak günler. Torunu Banu’nun "Dede çok özledim seni” diyerek sarılmasıyla çıktı o bir anlığına daldığı hayal aleminden. Vestiyerin önünde sıkışıp kalmıştı bir anda aile. Emrah:

-"Kızım dur, deden nefes alsın! Hem içeri bir geçelim, iki dakika müsaade et!" şeklinde müdahale etmek zorunda kaldı. Kamil, dede diye beline sarılan Banu’yla birlikte yapışık ikizler gibi salona geçti. Yeri belliydi. Oturma grubunun tam ortasındaki tekli koltuğa yöneldi hemen. Arkasını dönüp elini öpmek için bekleyen oğlu ve gelinine tam elini uzatacakken salon kapısından fırlayarak:

KOCAMANLARTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang