Bölüm 4 : DÜĞÜN

49 8 3
                                    

Cumartesi sabahı öğlene kadar ki vaktini bahçeye ayırdı Kâmil. Dalların altındaki yabani otları temizleyip ardından da bahçeyi hafiften çapalayacaktı. En azından niyeti öyleydi. Ellerinde eldiven, ayaklarında çizme olmasına rağmen yine de delik deşik etmişti tüm vücudunu dikenler. Topladığı yabani otları bahçenin köşesine yığdı kurusunlar diye. Otlardan çapaya bir türlü sıra gelmemiş beli de ağrımaya başlamıştı sürekli eğilip doğrulmaktan. Bugünlük yeterince yoruldum diye düşündü. Çapalama işini ertesi güne bırakmaya karar verdi.

Çalışmak iyice acıktırmıştı. Buzluktan çıkardığı iki mercimekli bükmeyi mikrodalgada ısıttı önce. Ardından yanına kilerden küçük bir vişne hoşafı çıkardı. Afiyetle yedi, vişne hoşafı ve bükmeden oluşan muhteşem ikilisini. Rahmetli eşi Sıdıka tepsi tepsi yaptığı bükmeleri dolabın buzluğunda saklar, her canları istediğinde çıkarır, taze taze ikram ederdi. Ölümünden sonra bu uygulamayı devam ettirdi Kâmil. Lakin çarşıdan satın aldığı bükmelerle yapıyordu bu işi artık.

Öğlen vakti yaptığı bu geç kahvaltının ardından Sıdıka'yla randevusu vardı sırada. Çok yorulsa da gidecekti yine. Vefasızlık edemezdi rahmetli karısına karşı. Yavaş adımlarla düştü yollara. Önce mahalleye bekçilik eden köpeklerin arasından geçti. Civarın bir sakini olduğu bilindiğinden en ufak bir endişe duymadı köpeklerin arasından geçerken. Ardından her biri koca bir ömrün özeti olan mezar taşı denizini aştı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan vardı rahmetlinin huzuruna. Bu defa ona bahçede yaptığı çalışmaları anlattı bir bir. Ona anlattıkça rahatlıyor huzur buluyordu nedense. Biraz da aralarındaki bağın hep bu şekilde güçlü kalacağına inanıyordu. Sıdıka'nın yattığı yerden gülümsediğini hissetti bir an. Ömrünün yarısını bu bahçede geçiren rahmetli eşi bu habere çok sevinmiş olmalıydı. Başka kadınlar gibi kıyafetten, ev eşyasından ve takıdan hoşlanmamıştı hayatı boyunca. Onun için mutluluk bahçe, ağaçlar, çiçekler; eliyle yetiştirdiği domatesler ve biberlerdi.

Sanki ayarlanmış gibi çalmakta olan telefonuna baktı. Emrah'tı yine arayan. Son davetini kabul etmemişti oğlunun. Telefonu da açmasam iyice meraklanır diye düşündü. İkinci defa çalmadan açtı telefonu. Akşamki düğüne giderken seni de alalım mı, diye soruyordu Emrah. Erkenden gitmenin en azından Kâmil için bir anlamı yoktu. Gürültüyü kafası götürmüyordu artık. Bu yüzden, düğüne geç saatte yalnız olarak gitmek istediğini, düğünden dönerken de onlarla beraber dönebileceğini söyledi oğluna. "Tamam baba sen nasıl istersen." diyerek kapattı telefonu Emrah. Düğüne gitme zorunluluğu tedirgin ediyordu Kamili. Çok uzatmadan kalktı oturduğu yerden. Kalanı da yarın anlatırım diye düşündü.

Hızlı adımlarla eve döndüğünde üzerinde bir yorgunluk olduğunu fark etti. İstirahat şarttı. Radyosunu açtı, kısık seste; baygın bir şarkı evin içindeki sessizliği bozarken kanepenin üzerine uzandı. Çalışmanın güzel yanlarından biriydi ardından kolayca uykuya dalmak. Hemen kapanan göz kapaklarının ardından iki saat kadar kestirdi tam tamına. Uyku iyi gelmişti vücuduna. Kendini dinçleşmiş hissetti.

Hava kararmaya başlayacaktı bir süre sonra. Günlerden sonra ilk defa sakal tıraşı oldu. Ardından güzelce bir banyo yaptı. Şimdi düğüne uygun kıyafet seçimindeydi sıra. Elbise dolabından özel günlerde giydiği, Sıdıka'nın seçimi olan, o mavi takım elbiseyi hiç düşünmeden çıkardı. Gençliğinde bu takım elbiseyi giymesi bir dakikasını almazken şimdi pantolonu giymesi, gömleğinin düğmelerini iliklemesi, ardından pantolona kemeri takıp saçlarını taraması on dakikadan fazla sürüyordu artık. Aynanın karşısına geçti, kendisine baktı. Oldukça şık gözüküyordu. Rahmetlinin, bu takımı her giyişinde, espri mahiyetinde: "Sakın bensiz bu halde bir yere gitme ha sonra kaparlar falan." deyişi geldi aklına. Ardından da hüzünlendi. Çiftler ya beraber ölmelilerdi ya da beraber hayatta kalmalılardı. Hele biri gidip de öteki asla yalnız kalmamalıydı. Biraz televizyon karşısında vakit geçirerek oyalandı.

KOCAMANLARWhere stories live. Discover now