4. ÖLÜM BEKÇİSİ

65 14 4
                                    

"Sen niye böylesin Ada?" Nasılım? Kötü mü? Bunu sormak istiyordum. Annemler beni neden istemiyordu? Kötü müydüm? Bir çocuğun günahı, suçu ne olabilirdi ki?

"Nasılım ki anneciğim?" Belki bir gün o da bana kızım derdi. Belki bir gün anne kız olabilirdik onunla. O günü bekliyordum, hepte bekleyecektim.

"Ölüm gibi." Yüzünde bir hüzün, pişmanlık, acı aradım ama ben ne kadar aradıysam o benden o kadar kaçmıştı. O an aklıma bile gelmemişti bana acımadığı.

Her insan çocuğuna merhamet, şefkat, ilgi, sevgi göstermesi gerekmez miydi? Ben annemden yalanını bile görememişken benim için bir hayaldi. Herkesin çocukluğu anı olacak iken benimki hayallerimde sıkışıp kalacaktı.

"Ölüm mü?" Dudaklarımdan çıkan iki kelime sadece buydu. Kendimi kendi inandıklarıma inandırmaya çalışıyordum ama olmayacak bir iş için uğraşıyormuş gibiydim.

"Evet ölüm. Senin olduğun yerde yaşam mı oluyor ki Ada. Ölümü çağırıyorsun sen! Ölüm bekçisisin." Gözlerimden akan yaşları umursamadı bile. Bir annenin kalbi acırdı. Kendini kötü hissederdi ya da üzülürdü ama onda öyle bir şey olmamıştı bile.

Aradan geçen günler boyunca aklım hep Miray'daydı. Ah benim küçük meleğim. Ne kadar çok korkmuştu kim bilir ancak bu insan kılıklı insan dışı varlık asla gitmeme izin vermiyordu. Nedenini sorduğumda ise böyle olması gerekiyor deyip kestirip atıyordu.

Madem bir sorun vardı o zaman ben bu konuda onların yanında olmam gerekmez miydi? Tamam kırgın olabilirdim onlara ancak ben onlar için yüzlerce kez riski göze alırken şimdi bir tartışma yüzünden bu şekilde davranmayacaktım.

"Ada!" İçeriden gelen ses ile daldığım düşüncelerimden tek bir çırpıda uyanmıştım.

"Ne var!" Gür sesimle bende ona aynı şekilde karşılık vermiştim ki kapının çalma sesini duyduğumda içeri girmesi için izin verdim. İçeri giren beni pek de şaşırtmamıştı açıkçası. "Ne var Ulaş?"

"Öncelikle ne var denmez efendim denir Ada ve hazırlan gideceğiz şimdi o görmek için başımın etini yediğin arkadaşların yanına götüreceğim seni ama," yüzümde oluşan o tebessüm 'ama' kelimesi ile sona ermişti.

"Ama?" Dedim dudaklarımdan çıkan tek kelimeden bile korkarken.

"Tek bir şartım var." Kim bilir ne isteyecekti? Başımı iki yana sallarken 'Ne?' dermişcesine bakıyordum. "Buraya geri geleceksin."

"Ne?" Sesindeki şaşkın ton ile kaşlarımın çatışması aynı anda olmuştu. "Ne saçmalıyorsun sen? Hem niye buraya geri geliyormuşuz ki?"

"Sana bunları anlatsam bile o küçük aklının alabileceğini sanmıyorum."

"Ya ciddi olsana! Bana şunu doğru düzgün anlat Ulaş. Onlara bir şey olmadı değil mi? Ya da olmayacak değil mi?"

"Onlara değil, sorun onların güvenliği değil." Ağızında geveleyip durmasana be adam! Söyle işte ne diyeceksen.

"Ulaş doğru düzgün anlat şunu kelime oyunu oynayamayacak kadar kafam karıştı!"

"Hazırlan sadece gidince göreceksin zaten her şeyi." Ben gidince görmek istemiyordum ki bana şimdi burada her şeyi anlatacaktı. Bilmem gerekiyordu.

"Sen bana nelerin olduğunu söylemeden hareket dahi etmeyeceğim. Bana güvende olduklarını söyleyip beni yeniden buraya getirmen çok saçma ayrıca ben ekibimin başını bunca zamandır zaten boş bıraktım. Ne kardeşlerimi ne de sevdiklerimi yolda bulmadım ben!"

ÇARKIFELEK Where stories live. Discover now