Bölüm 14: Asker Üniformalı Prens

Start from the beginning
                                    

Aklıma Savaş geldi. Şansım varken cesaretimi toplayıp onunla konuşmalı, ona veda etmeliydim. Onu yine böyle veda etmeden bıraktığım için bana kızacaktı, biliyordum. Haklıydı da. Onun da söylediği gibi ben onun tek ailesiydim ve o da benim her şeyimdi. En başta onu örnek aldığım için bu mesleği seçmiştim zaten. Onu üniformasının içinde ilk kez gördüğüm o an, bunun benim de kaderimde olduğunu anlamıştım. Ama bu mesleğin bizi böyle birbirimize hasret bırakacağını hiç düşünmemiştim. Zamanında ikimizin de aynı timde beraber çalıştığımızı nasıl hayal edebilmiştim?

Üstümü değiştirdikten sonra beni bekleyen ikilinin yanına gittim. Birkaç dakikadır bekliyor gibi görünüyorlardı. Sinan sıkılmış bir halde duvara yaslanmış duruyordu ve Çelebi ise onun aksine sabırsızlıkla bir sağa bir sola adımlayıp duruyordu. İkisinin bakışları bana döndüğünde konuştum. "Hazırım."

Sinan yaslandığı yerden ayrılıp yanıma geldi ve bana sarıldı. Bir anlığına onun bizimle seyahat etmeyeceğini unutmuş ve bu sarılmanın nedenini sorgulamıştım. Sinan'ın yolculuğa çıkmadan önce yapması gereken son bir işi daha vardı. Eve dönecekti ve oradaki odamda olan kasanın içindeki istihbaratın hazırladığı çevrimiçi kopyalama özelliği olan belleği alacaktı. Onu geride bırakma şansımız yoktu.

Sinan benden ayrılmak üzereyken kollarımı ona sıkıca dolayıp onu kendime doğru çektim. "Orada dikkatli ol. Kimseye görünmeden ya da oradakilerle olabildiğince az etkileşimle, içeriye gir ve çık." Kollarımı ondan çektim ve benden uzaklaştı. "Şifreyi hatırlıyorsun değil mi?" Kafasını sallayarak onayladı ve şifreyi söyledi. Onu bir kez daha kendime çekip sarıldım ve sonra da Çelebi ile sarılmasını izledim. Bizden uzaklaşmadan önce bir kez daha konuştu. "Ankara'da görüşürüz." 

Arkasından uzaklaşmasını izlerken kendi kendime mırıldandım. "Görüşürüz." Çelebi konuştuğunda yakınıma geldiğini fark ettim. "Mehmet Bey ve korumaların çoğu hala evde değil. İşler ters gitse bile başa çıkamayacağı bir şey yok." Bana döndü ve hafifçe gülümsedi. "O iyi olacak." Başımı sallayarak onu onayladım.

"Artık yola çıkmalıyız." Kelimelerimin ardından kolunu omzuma doladı ve adımlarımı yönlendirdi. "Yeşim, bunun haksızlık olduğunu düşündüğünü biliyorum. Bence de öyle. Yıllarca çalıştık, çabaladık. O pisliklere ve onların boktan işlerine katlandık. Emeklerimizi öylece geride bırakıyor olmak doğru gelmiyor ama artık bırakma vakti çünkü ne senin ne de Sinan'ın zarar görmesine dayanabileceğimi sanmıyorum. İkiniz de benim için çok değerlisiniz." Omzumdaki kolunu iyice sıkılaştırdı ve beni kendine çekti. Bir kolumu onun beline sardım. 

Başımın üzerine bir öpücük bıraktığını hissettiğimde bir barajdan boşalan sel gibi kaybolmuş duygularım bana geri döndü ve gözlerimden yaşlar birer birer akmaya başladılar. Bu hayata büyük bir yenilgiyle başladığımı düşünürdüm hep. Bana destek olacak, beni koruyup sevecek bir ailem yoktu. Ama sonra karşıma Savaş çıkmıştı. Hayal edebileceğimden daha fazlası olmuştu benim için. Savaş benim ailemdi. Sonra Çelebi ve Sinan da girmişti hayatıma ve onlar da benim için en değerli insanların arasına girmişti. Tabi bir de Güven vardı. Ondan sakladığım sırlar yüzünden ilişkimizde hep bir kopukluk varmış gibi hissediyordum ama onun aynı şekilde hissetmediğine emindim. O bana karşı her zaman samimiydi ve düşününce beni kendi babasından korumaya da çalışmıştı. Günün sonunda Güven'e göre ikimiz de aynı kötü adamın tutsaklarıydık. 

Güneş yavaş yavaş yükselip etrafı aydınlatırken sokaklarda yürüyüp duruyorduk. Nereye gittiğimizden emin değildim ama Çelebi yolu biliyor gibi görünüyordu. Yolun karşısından nereden çıktığını bilmediğim sarhoş bir adam kendi kendine şarkı söyleyip, birbirine dolan ayakları ile bize doğru yürüdü ve sonra hafifçe Çelebi'ye çarptı. Bu sırada Çelebi'nin eline bir araba anahtarı tutuşturduğunu görmüştüm. Adamın üzerinde yeniden gözlerimi dolaştırmak istedim ama arkamızda şarkı söyleyerek bizden uzaklaşan adama tekrar bakmadım. 

Çelebi ile sessiz sedasız birkaç sokak ötedeki bir otoparka geldik ve birkaç arabanın arasından siyah sedan bir arabaya yöneldik. Çelebi sürücü koltuğuna geçti ve ben de yanındaki yolcu koltuğunda yerimi aldığımda arabayı çalıştırıp park alanından çıkardı. Emniyet kemerini taktıktan sonra arabanın radyosuna yöneldim ve tuşuna bastığım anda kısık sesli bir şarkı arabanın içini doldurdu. 

Başımı geriye yaslayıp yolu izlemeye başladım. Sokaklardan uzaklaştık ve çevre yoluna düştük. Artık her yer aydınlıktı bu yüzden etrafta akıp giden şeyleri görmek daha kolaydı ama tüm gece uyumamış olmamın ve yaşadığımız hareketli saatlerin verdiği yorgunluk göz kapaklarımı kapanmaya zorluyordu. Görüşüm bulanıklaştığında olduğum yerde doğruldum ve şarkı sesini arttırdım. 

Kendimi uyanık tutmaya çalışıyordum ve anlaşılan Çelebi bunun farkına varmıştı. "Uzun bir yolculuk olacak. Uyuyup dinlensen iyi olur." Kafamı itiraz etmek için iki yana salladım. "Sen de en az benim kadar uykusuz ve yorgunsun. Uyanık kalıp yolda sana arkadaşlık etmeliyim." 

Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Uyuman gerek çünkü ben dinlenmem gerektiğine karar verdiğimde seni direksiyona geçirmeyi planlıyorum." Sesine alaylı bir tını eklendi. "Ama uyanık kalıp sana arkadaşlık etmek gibi bir niyetim yok. Hatta arka koltuklara uzanıp mışıl mışıl uyumayı iple çekiyorum." Kendi tarafındaki camı açıp cebinden bir sigara çıkardı. "Uyu, Yeşim."

Ona itiraz etmeden uyumaya karar verdiğimde yolcu koltuğunu biraz geriye doğru yatırıp daha rahat bir pozisyon elde ettim. Elimi pantolonumun cebine, tehdit notunun üzerine yerleştirdim. Tüm bunlara bu kağıt parçası neden olmuştu. Notun hissettirdiği ağırlıktan kurtulmak için elimi üzerinden çektim ve kucağıma yerleştirdim. Şarkı kulağıma bir ninni gibi gelirken uykuya daha fazla karşı koymadım ve gözlerimi kapadım.

Art arda duyduğum vurma sesi ile zorlukla gözlerimi araladım. Ne olduğunu kısa bir süreliğine kavrayamadım ama daha sonra Çelebi ile çıktığımız yolculuğu hatırlayınca olduğum yerde doğruldum. Bakışlarımı sürücü koltuğuna çevirdim ama Çelebi yoktu. Arabayı yolun kenarına çekmiş ve belli ki arabadan inmişti. Ne kadar uyuduğumdan emin değildim ama sanırım Çelebi sonunda dinlenmesi gerektiğine karar vermişti. Gözlerim arabanın saat kısmını bulduğunda yola çıkmamızın üzerinden yarım saat bile geçmediğini fark ettim. Bu kadar kısa sürede direksiyona geçmemi isteyeceğini sanmıyordum.

Yanı başımdaki camdan yine vurma sesi geldiğinde bakışlarımı o yöne çevirdim ve dışarıdan bana bakan Doğu ile karşılaştım. Daha sonra arabanın arka tarafına doğru konuştuğunda, o arabanın dışında olduğu için sesini boğuk bir şekilde duydum. "Uyandı."

O gözden kaybolduğunda önümüzü kesmiş olan askeri aracın farkına vardım. Neler olduğunu sonunda anladığımda yüzümde oluşan hafif tebessümü zorlukla bastırdım ve emniyet kemerini çıkardım. Bu sırada arabasının kapısı dışarıdan açıldı ve Yiğit ellerini arabanın üzerine yerleştirerek üzerime doğru eğildi. Yüzünde hafif bir gülümseme ile alaylı bir şekilde konuştu. "Uyuyan güzelimiz sonunda uyanabilmiş. Rahatsız ettik, kusura bakma." Bu söylediğine gülmek istedim ama zorlukla gülümsemeyi bastırdım. Uyuyangüzel mi? Eğer ben uyuyan güzelsem o da asker üniformalı prensti. "Arabadan çık Yeşim." Ses tonunun bir anda sertleşmesini umursamadım. Beni hemen şuracıkta hırpalasa yine de sesimi çıkarmazdım çünkü Yiğit şu anda bu yaptığı ile isteğimi yerine getiriyor ve bana bir şans daha veriyordu.

SESSİZ SİPERWhere stories live. Discover now