SBS-4

17 0 0
                                    


Bölüm 4 : Benim Olan

16 Haziran 2015

"Sen kimsin de beni bırakmıyorsun, aptal mısın?"
"Öyle de denebilir."
"Çattık ya."
"Evet."
Sinirden ölecek gibiydim. Hala karşıma geçmiş gülüyordu. Şeytan diyor ki, kalk vur münasip bir yerine kıvranıp dursun, bir daha da çocuğu olmasın. Ben bunları düşünürken yine çok sevdiğim(!) iç sesim 'İlk önce o sandalyeden kalkman gerekecek akıllım.' diyordu. Bu iç sesin yine dili çok uzamıştı. Bu herifle uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de bununla kafamı şişirmiştim. Of!
"Senin adın ne değişik öyle be? Biricik nedir ya? Niye ismini öyle koymuşlar? Ve de kim koymuş?"
Ah, bir de ismimi soruyordu. Ona neydi? Zaten ismimi de pek sevdiğim söylenemezdi. Hatta hiç sevmezdim. Sırf ismimi koyan o kişi yüzünden. Nefret ediyordum ondan. Aslında ismimin koyuluşunda bir hikaye vardı. İsmimin koyuluşunda iki kişinin katkısı vardı. Biri eskiden her gün gördüğüm, onu gerçekten sevdiğimi sandığım aslında bana hiç mi hiç babalık yapmamış ama ben yine de ona 'baba' dediğim iğrenç insanın tekiydi, diğeri ise hiç görmediğim halde bana hep varlığını hissettiren o güzel adam. Ona özelimi tabii ki de anlatmayacaktım.
"Bilmiyorum." dedim. Yalan söyledim. Açıkçası şuan pek de umrumda değildi. "Gideceğim ben, bıraksana ya!" dedim sandalyeden kalkarken. "Hayır, şuan olmaz. Sana bir şey söyleyeceğim." dedi beni sandalyeye oturturken. Ne söyleyecekti ki? "Söyle, ama sonra ben gideceğim tamam mı?" dedim. "Tamam," dedi diliyle dudaklarını ıslattı sonra devam etti. "...ama beni sonuna kadar dinleyeceksin. Ben 'bitti' diyene kadar. Tamam mı?" Söyleyeceklerini önemsemeden, daha doğrusu o zamanlar söyleyeceklerini hayatımı etkileyeceğini bilemeden "Tamam." dedim.

"Seni, seni uzun zamandır takip ediyorum. Çok uzun zamandır. Çok çok zamandır. 15 yaşından beri. Yani, annen. Annen şey olana kadar-"
"Ölene kadar." diye tamamladım. Sonra kafama bir şey dank etti. O nereden biliyordu bunu? Şaşkınlıkla ve öfkeyle "Sen... Nereden biliyorsun? Ne hakla beni takip edersin? Ne cesa-"
"Beni dinleyecektin. Ben 'bitti' diyene kadar. Ben 'bitti' demedim.
"Bak hala konuşuyor! Gidiyorum ben." Tam kalkacakken, kolumu kavradı dudaklarını zorlukla araladı, "Lütfen, dinle. Bunları şuan söylemezsem, bir daha söyleyebileceğimi sanmıyorum Biricik."
"Tamam." diyebildim. Oturduğum sandaleyenin dibinde dizlerinin üzerinde gözleriminin içine bakarak küçük bir şekilde tebessüm etti.
"... Anneni kaybettikten sonra seni o mezarlıkta annenin toprağına sarılırken gördüm. Ben de oradaydım. Kahretsin ki oradaydım. Ben, hayatımın en büyük adamını kaybettim. Dayanabileceğim en güvenli dağını, kahramanımı, yeri gelince dostu, abim, annem olan o adamı babamı kaybettim." Bakışlarını gözlerimden alıp yere kaydırdı, sonra yüzünü kalın uzun parmaklarıyla kapatıp "Kahretsin' diye bağırdı. Ardarda, nefesi tükenene kadar. Sesi fısıltıya dönüşene kadar. Sonra bulunduğumuz depodaki bidonlara arkası kesilmeyen tekmeler savurdu. Şaşkınlıkla ve ne yapacağımı bilemez halde tereddütlü adımlar attım. Git gide daha da sert tekme atıyordu. Ve galiba... Ağlıyordu. Daha da hızlandım. Yanına gidip avuçlarıma sığmayan kaslı kollarından sıkıca tutup kendime çevirdim. Güçlükle başını yerden kaldırdı, gözlerime baktı mavi gözleri sanki kırmızıya dönmüştü. O kadar ağlamıştı. Kollarını güç alırcasına sıktım ve farkında olmadan gözlerimden taşan gözyaşlarımla "Devam et." dedim. Ağır ağır başını salladı. Beraber yürüyüp sandalyeye doğru ilerledik. Eliyle sandalyeye oturmamı işaret etti. İstediğini yaptım. O da az önceki gibi dizlerinin üzerinde durarak devam etti.
"Seni o gün gördüm. Kahverengi saçına güneşin sarı ışıkları vurmuştu. Yüzünün yarısına da. Seni orada izledim. Tam sekiz saat. Sen mezarın başında tam 6 saat oturdun. Hiç bir şey yapmadan sadece annenin toprağına baktin. 6 saat. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Ben de babamın mezarının başındaki ağacın gövdesine yaslanmış bir halde seni izledim. Sen toprağa ben sana bakarken yavaşca tebessüm ettin. Bu gülümsemeye döndü. Gülümsemen çok buruktu. Gülerken çok küçük kahkahalar atmaya başladın. Hayretle sana bakmaya başladım. Kahkahaların daha da artıyordu. O kadar çok kahkaha attın ki ben de sana gülmeye başladım. Sonra birden boğazın yırtılana kadar ağlamaya başladın. Ve mezara kapandın. O şekilde de 2 saat ağladın. Bir çocuk da başında bekleyip sana bakıyordu. 9 - 10 yaşlarındaydı tahminen. Sonra bir teyze ona doğru geldi ve elinden tutup arabaya doğru götürdü. Geri gelip omuzlarını sıvazlayıp çocuğun yanına ilerledi ve arabaya bindi. Sen de bir an sustun, sonra yine aynı şekilde devam ettin. Sonlara doğru sesin kısıldı. Ben de sana şaşkınca bakarken ağladığımı farkettim. Çocuğu arabaya götürren teyze ve onun yaşlarında bir amca senin kollarından tutup, topraktan koparmak istercesine yine de nazikce ve kıyamayarak "Gitme vakti." dediler. Sen bitik bir halde ayağa kalkmaya çalıştın. İlk denemen başarısızdı. Sanırım dizlerin tutmadı. İkincisinde seni daha kuvvetli şekilde kavrayıp arabaya götürdüler. Yine ağlayarak arabaya bindin. Arka koltukta oturan çocuğa sarılıp öpmeye başladın. Ardından toz bırakarak gittin. Ve bir de..." cebinden küçükken annemin bana aldığı, çok sevdiğim siyah kumaşın üzerine lacivert küçük çiçeklere bezenmiş fularımı çıkardı. "...Bunu" dedi. Ağlıyordum yine. Fuları aldım elinden nazikce. Eli elime değince ürperdim. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Fısıltıyla karışık sesimle
"Bitti mi?" dedim.
"Bitti." dedi.
"Beni ona, anneme götür."
"Tamam." dedi sanki sesinin çıkmasından korkarcasına.

Yürürken omuzlarımdan tuttu güç vermek istercesine. Ona baktım bir an. Durduk öylece, bekledik. Sonra yeniden yürümeye başladık. Arabaya varınca kapımı açtı, eteğime dikkat ederek şoför koltuğunun yanına oturdum. O arabanın önünden geçene kadar ben de emniyet kemerimi bağladım ve elimdeki fulara bakarak yine ağlamaya başladım.

Yine zorla annemden ayrıldım. Onun yardımıyla ayağa kalktım. Arabaya bindik. Yine fulara bakıyordum. Bir an on baktım "Adın... Bilmiyorum. Adın ne?" dedim. "Ulaş." dedi yüzüme bakmadan. Sonra birden bana döndü ve " Adım Ulaş Gürsoy. Ve sana Ulaş Gürsoy sözü, bir daha seni ağlatmayacağım. Ne olursa olsun. İsterse kıyamet kopsun." Kendimizden bağımsız bir şekilde sarıldık. Ağzından birkaç söz döküldü. "Bir daha ağlamayacaksın. Benim olan bir daha ağlamayacak. Benim olan."

Seni Böylesine SevmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin