part Ten

27 2 2
                                    

Taeyong's mouth

Beklemekten sıkıldığımız için içeriye girip giyinmekte olanları bekledik.

Ten: "O kadar çok arkadaşın var ki, hepsinin giyinmesi sanırım çok uzun sürecek."

Taeyong: "Aslında bazıları ailelerini ziyaret için Çin'e gitmişlerdi. Yani sayımız bu kadar değil daha fazla."

Söylediğime güldüğünde ben de ona katılmıştım.
Nasıl bir insan bu kadar güzel gülebilirdi?

Haechan, Mark'ı getirdi.
Doyoung, Jaehyun'un gömleğinin yakasını düzeltiyordu.
Yuta, Winwin'e her fırsatta sarılıyordu.
Chenle Jisung'la kavga ediyor ama sonra hiçbirşey yokmuş gibi konuşuyorlardı.
Jeno Jaemin'in saçlarını tarıyordu.

Her giyinen tek tek geliyor, tanışmayanlar Ten ile tanışıyorlardı.
Ten'i kendine yakın görmüşlerdi.

Ten'i kendine yakın görmeyen bir insan olabilir miydi?

Gözlerini kapatan siyah saçlarını sürekli elleriyle arkaya doğru yatırıyordu ama ipek saçları tekrar alnını ardından gözlerini buluyor ve kapatıyordu.

Ten elini Mark'ın saçlarına götürüp biraz karıştırdı.

Ten: "Çok dikkatli olmalısın, sen bir dansçısın."

Mark, Ten'e tebessümünü sundu.
İkisi bir araya gelince dünyanın en tatlı tablosu oluşuyordu.

Yuta: "Hadi artık gidelimm."

Ten yanımdayken vakit oldukça hızlı geçiriyordu.
Sinemaya girip, filmi izleyene kadar onunla konuştuk, güldük.
O benim anlattıklarıma şaşırdı, ben de onun anlattıklarına..

Mark ve Haechan yüzünden korku filmine girmiştik. Film boyu bağırış sesi dinlemiştik. Hatta bazen filmin sesini duyamamıştık.
Herkes filmi izlemişti, ben de sahip olmak istediğim kişiyi.

Bembeyaz olan teni; koyu gözleri, pembe dudakları ve kırmızı yanaklarıyla renk bulmuştu.

Gözleri o kadar şekilli, o kadar güzeldi ki yıllarca beni ona sürükleyen bu gözlere bakabilirdim.

Ten elindeki mısırdan bir bana veriyor bir de kendi yiyordu.
Ona bakarken o kadar kendimi kaptırmış, o kadar dalmıştım ki korku filminden gelen o yüksek ve korkutucu ses bir anda geldiğinde korkup bağırmıştım.
Bu yüzden film bitinceye kadar Ten benimle dalga geçmişti.
Gülüşü beni o kadar etkiliyordu ki, benimle her zaman böyle dalga geçebilirdi.

Film yaklaşık bir saat sonra bitmişti.
Filmden çıktığımızda korkup biraz etlilenmiş olmalıydı ki teni biraz daha beyaz, yüzü biraz daha asıktı.

Sinemadan sonra büyük bir alışveriş merkezine girdik.
Hem eve hem de kendimize alışveriş etmek için bir zaman bulduğumuz için bu zamanı iyi değerlendirmek istemiştik.

Ten'i tekrar güldürmem, sevindirmem gerekiyordu.
Asık yüzüyle onu sevmiyordum, hep mutlu olmasını, hep gülmesini istiyordum.
O güldüğünde vücudumun her zerresi huzur buluyordu.
Onu mutlu görmek için herşeyi yapardım.

Yuta: "Winwinie, bu sweatshirt'ü denemelisin. Sana çok yakışacak."

Yuta ve Winwin'in uzun zamandır bir ilişkisi vardı. Daha önce hiç birbirlerini üzdüklerini görmemiştim.
Sadece son zamanlarda onları normalde gözlemlediğimden daha çok gözlemlemeye başladım.

Herkes alışveriş ile meşgulken gözlerim Ten'i aradı.
Bir askıda gördüğü simsiyah olan t-shirt'ün bedenini bulmaya çalışıyordu.

Sessiz adımlarla arkasından yaklaştım.
Başımı boynuna doğru yaklaştırıp, kulağına sessizce fısıldadım.
Henüz sözlerimi söylemeden güzel kokusu beni kendimden geçirmeye yetmişti.

Taeyong: "Bana zayıf diyen kişi acaba aradığı bedeni mi bulamıyor?"

Yanına geldiğimi fark etmediğinden hızlıca başını bana çevirip açmış gözlerle bana baktı, sonra yüzüne içimi ısıtan gülümsemesi yayıldı.

Ten: "Hiçte bile Taeyong, sadece bunlar çok oversize o kadarr."

Sözlerinde küçük bir çocuğun inatçılığı vardı, yüzümü ister istemez güldürüyordu her hareketiyle, her söylediğiyle.

Taeyong: "Belki de farklı bir t-shirt bakmalısın Tennie."

Elimi eline götürdüm, tuttuğum elini bırakmaması adına parmaklarımın arasına hapsettim.

Ona en renkli, en güzel kıyafetleri gösterdim, ama o her zaman saçları ve gözleri kadar siyah olan koyu renkleri tercih ediyordu.
Bense onu o koyuluktan çıkarıp aydınlatmaya çalışıyordum.

Belki biraz başarabilmiştim de.
Pembe sevdiğim için üzerine zorla giydirdiğim pembe sweatshirt'ü ona aldım.
Beğendiğine emindim ama giymek istemiyordu. Kendini karanlığa mahkum görüyordu belki de.

Taeyong: "Pembenin en çok yakıştığı insan senmişsin Tennie."

Ten'in giymesi için elime gördüğüm tüm pembeleri alıyordum.
Buna başta itiraz etti ama sonra kabullendi ve parlak gözleriyle beni izlemeye başladı.
Onun üzerine yakışacağını düşündüğüm tüm pembe kıyafetleri aldım.
Üzerine giydirdiğim pembe sweatshirt ona büyük geldiği için elleri kapanmış, görünmüyordu.

Her halinde çok tatlıydı, ama böyle çok daha tatlıydı.

Ten: "Teşekkür ederim Taeyong, sen olmasaydım ben ne yapardım bilmiyorum."

Daha sözlerini bitirmeden zayıf kollarını boynumda birleştirip sarıldı.
Nabzım onun sarılmasıyla saniyeler içinde deli gibi yükselmeye başlamışken bir daha bu fırsatı bulamayacağımı düşünüp kollarımı beline doladım.
Yüzümü boynuna gömüp tüm kokusunu içime hapsettim.

Taeyong: "Sen hayatıma girmeden önce sonbahardım.
İçimdeki ağaçların yaprakları tamamen dökülmüş, kurumuşlardı düştüğü yerlerde.
Ama ne zaman ki seninle tanıştım, içimdeki ağaçlar birer birer canlandılar, hatta çiçek açtılar."

Ben ona sözlerimi söylerken ellerini omuzlarıma koyarak yüzüme bakabilmesimi sağladı.

Gözleri doluyor, ama gülümsemesiyle içinde yaşadıklarını örtbas ediyordu.

Gözlerim dalmıştı yine dudaklarına.
İstemeden yutkunup, dudaklarımı dilimle ıslatmama sebep oluyordu o kıvrımlı dudakları.
İçimdeki tüm kaygıları bir kenara bırakıp sadece o anın tadını çıkarmak istedim.

Tuttuğum belinden kendime daha da yakınlaştırdım onu.
İnce belimi tamamen kollarımla sardım.
Yüzümü yüzüne yaklaştırırken dudaklarımı da dudaklarına yaklaştırdım.

Henüz dudaklarımız bile birleşmeden şimdiye kadar aldığım en büyük zevki alıyordum bile ben.

Ten, dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdığımda gözlerini yumdu.
Vücudunun titreyişini hissetmemle aldığım zevk kat kat artıyordu.

Dudaklarımı dudaklarına deydiremeden, çağırdıklarını duyduğum arkadaşlarımızın sesleriyle Ten kendini biraz geriye çekip parlayan gözleriyle gözlerime baktı.

Ten: "Gitmemiz gerekiyor Lee Taeyong."

Tüm öpüşme isteğim içimde benimle savaş ederken kendime hakim olmaya çalıştım.
Saçlarına elimi götürüp okşadım.

Taeyong: "Hemen gitmek zorunda mıyız?"

Gülümseyerek cevap verdi.

Ten: "Arkadaşlar bekletilmez."

Tatlı tatlı gülümserken belini kollarımdan kurtarmış, beni beklemeden hızlıca arkadaşlarımızın yanına yanına gitmişti.

Bende sanırım şoktaydım.
Kimseyle bu kadar yakın olmamıştım, olacağımı da düşünmemiştim.
Her zaman söylediğim gibi, eziktim.
Kimsenin beni sevmesini kabullenemeyen biriydim.
Annem bile sevmemişti, başka biri beni nasıl sevebilirdi ki?

Aklımdan Ten'in güzel yüzünü çıkaramazken, elimle saçlarımı karıştırarak arkadaşlarımızın yanına ilerledim.







🐱🌹❤️

Taeten | White on BlackWhere stories live. Discover now