Taeyong kumlara uzandı. Güneş ile birlikte parlıyorlardı.
Ben de bu güzel yüzü izlemeye doyamıyordum.
Sadece yüzüne bakarken bile içimdeki mutluluk giderek artıyordu.

Ten: "Yanındayken mutlu hissediyorum. Sanki içimdeki tüm karanlık tarafları aydınlatıyorsun."

Başımı kaldırıp onun da bakmakta olduğu bulutlara baktım.
Kolumdan çekip benim de yanına yatmamı sağladı.
Gözüm hâlâ gökyüzündeki birbirinden bağımsız olan bulutlardaydı.
Kafamda Taeyong'a sorabileceğim milyon farklı soruyu sorgularken aniden tüm vücuduyla bana dönen Taeyong'la hepsini anında unuttum.

Taeyong: "Bizi birbirimize yakın kılan şey birbirimizi anlayabilmemiz, karanlık olan taraflarımızı birbirimizle aydınlatabilmemiz."

Ben de ona doğru döndüm.
Mükemmel olan yüzünü tekrar inceledim. Gözlerim gözlerinden dudaklarına kayıyordu.
O ise gözlerini biraz kısarak bana baktı.
Ben onun neden bana böyle baktığını anlamazken iki parmağıyla yanağımı okşadı.
O an sadece kalbim delirircesine atmakla kalmayıp, tüm vücudumun titrediğini hissettim.

Taeyong: "Yanağına ne oldu?"

Elimi yanağıma götürdüğümde kedim Leon'un çizdiği iki tırnak izi hatırladım.

Ten: "Ahh, kedim. Beni seviyor ama aynı zamanda da sinir oluyor."

Taeyong: "Benim de bir köpeğim var, ama beni sevdiğine çok eminim"

Ten: "Onu görmek isteriim. Aslında kedime yiyecek birşeyler almam gerekiyor. Aynı zamanda da evde hiçbir şey yok.
Beraber alışverişe gitsek?
Buraları pek bilmiyorum..."

Taeyong hemen kabul etmişti.
Yattığımız kumdan kalktık ve silkelendik.
Kalbim zamanla onunla vakit geçirmeye alışıyordu.

Hava kararmaya başlamıştı.
Taeyong beni büyük bir süpermarkete getirmişti.
Bana önerdiği yiyecekleri veriyor, alışveriş etmeme yardım ediyordu.
Dolu dolu alışveriş yaptıktan sonra kedime kedi maması alıp Taeyong'la birlikte eve yürüdük.
Evime ulaştığımda ise kapıyı açıp Taeyong'u içeriye aldım.

Taeyong: "Arkadaşlarım sorduğunda Ten beni eve attı diyeceğim."

İkimiz de güldük. Gülmesini seviyordum, aşıktım hatta.

Taeyong buzdolabını açıp içine baktı.
Ben aldıklarımızı dolaplara yerleştirirken o da şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu.

Taeyong: "Bu buzdolabı bomboşş! Birşeyler atıştırmadan nasıl vakit geçirdin?"

Ten: "Aslında yemeye pek düşkün değilimdir."

Taeyong: "Ben de tam tersi çok yerim."

Ten: "Ah şey, dışarıdan bakınca 40 kg gibi duruyorsun ama."

Dediğimle kikirdememle keskin kaşları tatlı bir biçimde çatıldı.

Taeyong: "Hiçte bile ben tam 57 kiloyum."

Ten: "Çok kilolusun Lee Taeyong biraz kilo vermelisin."

Dalga geçer gibi dediğim için üzülüp kızdığını büzdüğü alt dudağından anladım.
Birkaç kez özür dilediğimde tekrar güler yüzünü ortaya çıkardı.
Bebek gibiydi, masum bir bebek.
Onu kızdırmak da hoşuma gitmişti, kızınca çok şirin oluyordu.

Yüzünü, iki yanaklarına ellerimi koyarak kavradım.
Masum gözleri tüm açıklığıyla bana bakıyordu.

Ten: "Fazla tatlısın."

Elini belime götürüp kendine çektiği anda gözleri tüm masumluğu bırakıp yerine bütün çekiciliğini bırakmıştı.
Onu anlamıyordum yine,
nasıl bu kadar masum ama aynı zamanda da bu kadar seksi olabiliyordu?

Heyecanımdan dolayı gözlerim büyümüştü, kalbim hızlanmıştı.
Ama her zaman yaptığım gibi heyecanıma yenik düşmek istemedim.

Elimi omzuna attım ve biraz daha yaklaştım.

Taeyong: "Evet tatlıyım Tennie, ama senin kadar değil."

Gün geçtikçe, zaman ilerledikçe daha da yakınlaşıyorduk.
Bu yakınlaşmanın sonunu merak ediyordum doğrusu.
Her sözü, her kelimesi ayrı etkiliyordu beni.

Önce yakınlığımızın utancıyla başımı eğdim, sonra tüm parlaklığıyla bana bakan gözlere baktım.
Gözleri gözlerimde değil dudaklarımdaydı.
İşin bir anda fazla ilerlediğini düşünüp hızlıca yanağına bir öpücük kondurdum.
Evet... Bu hareketime şaşırmıştık, ikimizde.

Ten: "Teşekkür ederim, sana teşekkür etmekten asla sıkılmayacağım!"

Taeyong belimdeki elini çekip biraz arkasında olan masaya elleriyle yaslandı.

Taeyong: "Teşekkür etmene gerek yok. Doğruları söylüyorum."

Sözünü bitirdikten sonra doğruldu ve evin içini dolaşmaya başladı.
Hem gezinip hem konuşuyordu.

Taeyong: "Biz evde 22 kişi yaşarken sen nasıl tek yaşayabiliyorsun anlayamıyorum, bu çok zor olmalı."

Ten: "Ben yalnızlıktan korkmam ki. Ama tabiki yalnızlık bir süre sonra yoruyor insanı."

Taeyong salona geçip koltuğa oturdu. Benim mutfaktaki işlerim henüz bitmemişti.
Havanın kararmasıyla da yağmur başlamıştı.
Buralar çoğunlukla yağmurluydu ama sıcaklığı yüksekti de.

Havada yüksek sesli gök gürültüleri vardı ve şimşekler ışıkları açmamıza gerek bırakmadan içeriyi aydınlatıyordu.
'Karanlık olan geceyi aydınlatıyordu, tıpkı ay gibi.'

Ten: "Taeyong ışıkları açmalısın."

Ses gelmemişti, ismini birkaç defa daha tekrar ettikten sonra aşağıda olmadığını farketmiştim.
Işıkları açmaya çalıştığımda elektriklerin de gittiğini anladım.

Yavaş yavaş merdivenlerden yukarı çıktım.
Hiçbir ışık yoktu, kapkaranlıktı heryer.
Yukarıya varıp odamın kapısını araladığımda Taeyong'u gördüm.
Yazdığım şarkı defterini bulmuş, sayfalarını hızlıca çevirerek okuyordu.

Ten: "Nihayet seni buldum, aşağıda salonda olduğunu sanıyordum."

Taeyong: "Biraz evi tanımak istedim. Bunlar ne kadar güzeller, arkadaşlarıma göstersem bu şarkılarla iyi bir albüm çıkaracaklarına eminim."

Defteri bırakıp geniş cama vuran yağmur tanelerine, damlalarına baktı.
Sonra da hemen karşısındaki evine.

Yatağıma oturup onu izledim, her zaman yaptığım gibi.





🌹🐱🖤🌧️




Taeten | White on BlackWhere stories live. Discover now