Gönül Yarası

12 4 0
                                    

Gözümü açınca kendimi boylu boyunca yerde yatarken buldum.

Bir kız tüy yakmış ve burnumun etrafında gezdirip bana koklatıyordu.

"Hı? Ne oldu?" dedim cılız bir sesle başımı ovarken. Bir an neye uğradığımı şaşırmış ve sanki annem beni uyandırıyor gibi hissetmiştim.

"Uyandı!" dedi kız neşeyle.

O an başımın üstünden bana bakan gözü yaşlı babamı fark ettim. Beni kolumdan tutup kendine çekti ve sarılırken hıçkırarak ağladı. Bir yandan "Carolina... Carolina..." diye fısıldıyordu.

Ellerime baktım, her biri yara içindeydi. Bir elimi cam kesmişti ve kesik derime takılmış sallanıyordu. Diğer elim baştan sona çizilmişti ve kanıyordu.

Babam beni sonunda omzuna bastırmayı bırakıp biraz uzağa çekti ve yüzüme baktı.

"Carolina, öyle korktum, öyle korktum ki!"

Yalnızca baktım. Bakmaktan başka ne yapacağımı bilmiyordum.

Bir polis arabası yanımızda durdu.

"Pekâlâ ne oluyor burada? Kim bu arabaların sahibi?" diye sordu arabadan inen polis.

Babam sağ eliyle sanki kendim dik duramıyormuşum gibi beni sırtımdan tutarken sol elini kaldırdı.

Babamla beraber yanımızdaki siyah parlak saçlı ve sinekkaydı tıraşlı bir adam da elini kaldırdı.

"Tam olarak ne oldu, görgü tanığı var mı?" dedi polis.

Elindeki tüyü bir kenara atan kız "Ben her şeyi gördüm. Kaza sırasında su kapının önündeki merdivenlerde oturuyordum." diye bir adım öne çıktı.

"Yaralı var mı?" diye sordu polis.

Babam "Kızım Carolina başını radyoya çarptı ve bayıldı. Ardından arabanın camı patlayınca üzerine cam döküldü." deyince elimle yüzüme vurasım geldi ama bir elimde aşağı sallanan bir parça cam, diğer elimden de adeta kan fışkırdığını, yüzümde ise vurunca acıyabilecek yaralar olabileceğini hatırlayınca yapmadım.

"Peki, ambulansı arayacağım kızı hastaneye götürsünler. Sizde kızınız ile gidin beyefendi." diyince en azından yalnız olmayacağım düşüncesiyle derin bir nefes verdim. "Siz de bizimle karakola geliyorsunuz." diye diğer araç sahibini işaret etti.

***
Ambulans geldi ve hastaneye gittik. Üstündeki yaraları temizlediler ve derimdeki cam parçalarını çıkardılar.

Sonra babamı bir polis arabası karakola götürdü. Ben de babamla gitmek istedim ama polisler izin vermedi. Ben başka bir polis aracına binip doğruca eve gittim.

Eve gelince beni bırakan polis anneme olanları açıkladı.

Annem ağlamak istiyordu, bu yüzünü biliyorum. Ağlamak, hıçkırıklara, göz yaşlarına boğulmak istiyordu. Ama yapamıyordu, benim yanımda güçlü durmaya çalışıyordu.

Polis gidince odasına kapandı. Kapının önünden geçerken seslerini duyuyordum. Hıçkırıklar, çığlıklar, bağrışlar...

Gerçekten üzülmüştüm. Yanımda beni görecek kimse olmasa da güçlü durmaya çalışıyordum.

Odama çıkacakken salondaki rafta duran albümü gördüm. Geri inip albümü elime aldım.

Elimi kapağın üstünde gezdirdim. Çiçek resimleriyle süslenmiş"Aile Albümü" yazısına bir müddet baktıktan sonra albümü alıp odama çıktım.

Yatağıma yatıp albümü açtım. Annemle babamın düğününden benim on yaşıma kadar fotoğraf doluydu bu albüm. Devamında yer kalmadığı için fotoğraf eklemeyi bırakmıştık.

Annemle babamın düğün fotoğraflarına baktım. Annem sanki beyazlar içine bürünmüş bir melek gibiydi. Duvağı başının üstündeki çiçeklerin ardına atılmıştı. Beyaz, uzun ve kabarık etekli elbisesi hem sade hem de çok sıktı. Annem o güzel
kıvırcık saçlarının arasına beyaz çiçekler iliştirmişti.

Babam siyah beyaz bir smokin giyinmişti, sinekkaydı tıraşlı yüzü çok hoş görünüyordu. Siyah saçları artık dümdüzdü ama eskiden nasıl güzel dalgalı olduğunu ilk gördüğümde çok şaşırmıştım!

Bir sonraki fotoğrafta annemle babam yine düğün kıyafetlerinin içindeydi ve bir sahil kenarında fotoğraf çekinmişlerdi.

Bir sonraki fotoğrafta uçurum kenarındaki bir salıncakta sallanıyorlardı.

Sonraki annemin hamilelik fotoğrafıydı. Sarı, kadife bir elbise giyinmiş, başına kırmızı kurdeleli beyaz bir şapka takmıştı. Saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Bir eli kayanın üstündeyken diğer eli karnındaydı. Güneş beyaz tenine vururken arka da dalgalar kayalara çarpıyordu.

Sonra benim bir bebeklik fotoğrafım vardı. Yeni doğmuştum ve kesinlikle çirkindim.

Ardından babamın boynu kırıkken, annemin bileği alçıdayken... Ve devamı bir sürü uğursuz fotoğraf doluydu albümün.

Son sayfada bir kaset bulmayı cidden beklemiyordum. Kaseti alıp alt kata indim.

Annem ne durumda diye kulağımı yatak odasının kapısına dayadım. Ses yoktu, yani derin soluk alıp vermeler dışında.

Kaseti televizyona takıp sesi ayarladım ve izlemeye koyuldum.

Babam olduğu belli olan bir kişi mutfağa giriyordu ve elinde kamerayla annemin görüntüsünü alıyordu. Annemde bu sırada salata için malzemeleri doğruyordu. Ocakta ise bir yemek pişiyordu.

Babam gülerek, "Evimin güzeli, efendisi, ne yapıyor burada?" diye geliyordu annemin yanına.

Annem "Kaset kalmamıştı hani en son? Ben video çekmek isteyince yok mu, kırdın beni." diye yalandan trip attı.

"Yok kraliçem, yok. Bunu bodrumda buldum biraz önce. Boşa gitmesin, değil mi?"

"İyi tamam."

"Ne var akşama kraliçem?"

Tam o sırada küçük ben elimde bir kağıtla geliyordum. Kumral tenim ve saçımda iki siyah örgüm vardı. Üzerimde mor, kısa bir etek ve beyaz bir tişört vardı. Tahminen iki, olmadı üç yaşındaydım.

"Anne, baba, bak." diyip kağıdı gösteriyordum. Kağıtta hayatımda gördüğüm en berbat resim vardı ama annemle babam "Çok güzel olmuş!", "Harika!", "Mükemmel." gibi şeyler söylüyorlardı.

O sırada annem "Ah!" dedi.

"Ne oldu kraliçem?" diyerek beni kucağına alan babam annemin yanına gitti.

"Elimi kestim." diye yanıtladı annem.

Babamla annem beraber yara bandı bulmak için dolapları kurcalarken kamerayı ben tutuyordum.

Kamerayı kendime çevirip dil çıkarıp el salladıktan sonra tekrar babamı gösterdim.

Birden annem "Ay, yemeği unuttuk!" diye bağırıp hemen koşarak ocağın altını kapatırken bende "Anne ne yaptın? Anne pilav mı yaptın? Anne, anne!" diye bağırıyordum peşinden koşarken.

Annem tencereyi açıp "Of," dedi "gitti yemek gerçekten gitti."

"Deme!" dedi babam tencerenin başına gelirken, "Ay, cidden fena olmuş."

Ben de "Ne olmuş ben de göreceğim bende!!" diye bağırıyordum hâlâ.

Babam bana göstermek için beni kucağına alıp kaldırırken kamerayı düşürüyordum. Ekranda bir anda büyük bir çatlak belirmişti.

"Carolina, hâlâ kayıtta mısın?"

Başımı yukarı aşağı sallayarak yanıtladım babamı.

"Acaba ileride bu kaseti izlediğimizde gülecek miyiz yoksa bunu yaşadığımızı düşünüp ağlayacak mıyız?" diyip kamerayı yerden alıyor ve kapatıp videoya son veriyordu.

"Evet..." dedim kendi kendime.

15 yıldır süren bu laneti şimdi fark etmiştim. O lanet bendim! Ben doğduğumdan beri ailemin başına gelmeyen kalmamıştı.

Onlar beni değil, daha iyisini hak ediyordu.

Hem kendi hem ailemin acısı son bulmalıydı...

Hiçlik KatiliWhere stories live. Discover now