BAŞKASININ ANNESİ

53 3 0
                                    

Gözlerini tavana dikmiş sabahın olmasını bekliyordu. Gece yarıları, onun gündüzleri gibi olmuştu. Kışın bitmesinden korkuyordu, yazın gelmesinden, herkesin sokaklara dolmasından, beş parasız olduğunu bile bile buradan gitmek zorunda kalmaktan korkuyordu. Yeni bir yere gitmekten, yeni insanlarla tanışmaktan, yeni bir işe girmekten, yeni bir hayata başlamaktan, buna mecbur kalmaktan korkuyordu.

Yaşamaktan korkuyordu, hem de çok korkuyordu. Şimdi, şu yatakta yatarken aniden ölse, ne kadar da güzel olurdu. Telefonuna bir mesaj sesi geldi. Şaşırarak uzandı telefona. Saat üçü geçmişti. Mesajı Sarp göndermişti, bu vakitte olması Bukle'yi endişelendirdi. Yatağında doğrulup mesajı açtı.

"Bu vakitte seni rahatsız etmek istemezdim; ama rüyamda onu gördüm. İçimde tutamadım. Çok güzel bir yerdi. Deniz vardı olduğu yerde, hep olmak istediği yerde gibiydi. O kadar şaşırdım ki onu gördüğüme, hiç konuşmadık; ama sıkı sıkı sarıldı bana. Omuzlarımdan tutup sarstı beni, önceden yaptığı gibi. Çok mutluydu abla. Gülüşü hala aynı, sıcacık, dolu dolu. Bana sarıldıktan sonra, hiçbir şey demeden geri geri gitti; ama arkasını dönmedi bana. Güldü, ta ki ben uyanıncaya kadar. Onu gördüm ya, kardeşimi gördüm ya ben de mutluyum şimdi. İçim içime sığmıyor. Sana bunu yazmamalıydım belki; ama gerçekten içimde tutamıyorum. Yine en zor zamanımda yetişti, biz onun için üzülüyoruz; ama o, orada da mutlu olmanın bir yolunu bulmuş gibi görünüyor."

Ağlıyordu Bukle, bir eliyle telefonu tutuyor, diğeriyle de karnını tutuyordu. Sarp haklıydı, belki onu gördüğünü anlatmamalıydı; ama biri ona kardeşinin güldüğünü söylemişti. Batu gülüyordu, sırf bunu duymak için bile, bu acıyı çekmeye değerdi.

Telefonu yerine bırakıp, günlüğü eline aldı. En son kaldığı yerden devam etti.

01.01.2016 Cuma
Yine yeni bir yıl dostum. Bu sene diğerlerinden daha güzel olacak gibi hissediyorum. Gerçi ben her sene başında böyle düşünürüm. Şimdiye kadar mucizevi bir şey yaşanmadı; ama bu yaşanmayacağı anlamına gelmez tabi. Umudu hep taze tutmak lazım. Bazen etraftaki insanlara bakıyorum da, böyle olduğum için şükrediyorum. Hepsi şimdiden ümitsiz, şimdiden ne yapacağına karar vermiş, hepsinin üzerinde bir baskı var sanki. Ya daha on altı yaşındayız Allah'ını seversen, şimdiden ne yapmak istediğine, ne olmak istediğine karar verilir mi? Anlatıyorum, anlamıyorlar da. Tamam, her şeye karar verelim, her şeyi planlayalım, ona göre davranalım. Eee, sonra... Tamam hayatımızın ipleri kendi elimizde; ama kader diye de bir şey var değil mi? Bunu nasıl görmezden geliriz. Herkes her şeyi kendinden ibaret sanıyor. On sene sonra zengin olacağım, beş sene sonra okulu bitireceğim. Sanki her şeyi kendileri belirliyorlar. Öyle değil halbuki, biz çabamızla nasıl yaşayacağımızı belirleriz, ne kadar yaşayacağımızı değil ki. Bunu bir anlasalar, o baskıyı artık hissetmeyecekler de, işte anlamıyorlar. Şöyle yazdıklarıma baktım da, şu ablamın verdiği kitaplar işe yarıyor herhalde. Böyle laflar benden çıkmazdı yoksa. Ona yeni yıl hediyesi olarak bardak aldım bu arada. Üzerinde de hani şu çok hızlı koşan adam var ya "FLASH", onun logosu var. Ablam çok seviyor o çizgi roman karakterini. Bazen o benden daha çok çocukmuş gibi hissediyorum. Kutuyu ona verdiğimde, bana en güzel hediye sensin zaten, dedi ama, bardağı görünce çok sevindi. O da bana uzun süredir almak istediğim botları almış. Bence onun hediyesi benimkini ezer geçer; ama sabahtan beri suyu dahi o bardaktan içtiğini görünce benimkinin de afilli olduğunu düşünmedim değil. Nice mutlu, yeni senelerimiz olsun dostum.
BATU.

O bardağı hatırlıyordu Bukle. Batu'nun ona verdiği ilk hediye. Harçlığını ablası için harcamıştı. Ne kadar centilmen biri olacağı o zamandan belliydi demek ki.

Gözyaşlarıyla, acıyla karışık güldü. Batu gittiğinden beri, onu hiç rüyasında görmemişti Bukle. Uzun günler hiç uyumamıştı zaten, uyumayı başardığında ise kabuslardan başka bir şey görmemişti. Günler birbirini kovalayacak, aylar, yıllar geçecekti. Onu daha çok özleyecekti. Nasıl dayanacaktı bu acıya, yokluğa, o hasrete? Hepsiyle birden nasıl başa çıkacaktı?

Sabah olmuştu. Birazdan montunu giyip aşağı inecekti. Kerim gelecek miydi acaba? Dün ayrılırken sorsaydı keşke.

Kapıya usulca iki kere vuruldu. "Bukle." Dedi Nazende Hanım'ın sesi.

"Buyurun lütfen." Diye seslendi kız.

Elinde kahvaltı tepsisiyle, gülümseyerek içeri girdi kadın.
"Uyandırmadım değil mi?"

Hiç uyumamıştı ki.

"Hayır, ben biraz önce uyandım zaten."

"İki gündür hiçbir şey yemedin Bukle."

"Öyle mi?" diye cevap verdi kız, şaşırmıştı. Hiç açlık hissetmiyordu. Sadece biraz karnı ağrıyordu.

"Öyle tabi ya." Dedi kadın.

Tepsiyi masanın üzerine koydu, sandalyeyi geri çekip oturması için Bukle' ye işaret etti. Kız hiç istemese de kalkıp sandalyeye oturdu. Nazende Hanım da diğer sandalyeyi çekip karşısına oturdu.

"İki gündür sana yemek bırakmadım, sen de hiçbir şey istemedin."

Bukle ne diyeceğini bilememişti. Az önce şaşırarak da yemek yemediğinin farkında bile olmadığını göstermişti istemeden.

"Ben, benim iştahım yok."

Kadın gülümsedi. "Hadi, kahvaltını et, ben de göreyim." Dedi.

Kız gülümsedi, birinin kendisiyle ilgilenmesi böyle hissettiriyordu demek ki. Yavaş yavaş, küçük lokmalar attı ağzına, sıcak çaydan yudumladı. Midesi o kadar küçülmüştü ki, şimdiden doymuştu.

"Ben artık yiyemeyeceğim, doydum." Dedi mahcup bir şekilde.

"Tamam." Dedi kadın. Tepsiyi geriye doğru çekti. Surat ifadesi değişti.

"Bukle." Dedi usulca. "İyi misin?"

Bu soruyu daha önce de sormuştu; ama hiçbiri bu ifadeyle değildi. Kadın, Bukle'nin sıkıntısının üşütme olmadığından emindi artık.

"İyiyim." Dedi kız. Rahatlama hissi terk etmişti vücudunu.

"Değilsin biliyorum ve bunda bir sorun yok."

Bukle kadına baktı.

"Daha ilk geceden anladım ben senin iyi olmadığını, senin bir derdin var. Eğer yardım edebileceğim bir konu..."

"Değil." dedi Bukle sertçe. Mürüvvet Hanım geldi aklına, sesini yumuşattı.

"Yardım edebileceğiniz bir şey değil. Benim derdim, çözümsüz ve sadece benimle ilgili."

"Hiçbir dert çözümsüz değildir Bukle."

"Bazıları öyledir."

"Niye kendini yalnızlığa mahkum ediyorsun?"

"Çünkü yalnız olmak istiyorum, hep olduğum gibi. Sizden de buna saygı duymanızı rica ediyorum."

Kadın kafasını salladı.
Kadının üzülmesini istemiyordu Bukle, bir başkasının daha kalp kırıklığını üstlenecek gücü yoktu.

"Bakın, beni yanlış anlamayın. Siz çok anlayışlı ve iyi bir insansınız. Size çok şey borçluyum ve bana yaptığınız iyilikleri asla unutmayacağım; ama lütfen, lütfen sizinle bir bağ kurmama izin vermeyin."

Nazende Hanım, ona annesizliğini hatırlatıyordu. Bugüne kadar ona iyi yaklaşan bütün kadınlar ona annesizliğini hatırlatmıştı. Kadın Bukle'yi anlıyordu. Onun kaybetme korkusunu, yalnız kalma isteğini anlıyordu. Bu da ona daha çok yardım etme isteği uyandırıyordu içinde. Bu kızı bu hale getirenlere kızdı. Bir insanı, biriyle bağ kurmak istemeyecek kadar kırmaya hiç utanmamışlar mıydı?

"Anlıyorum." dedi Nazende Hanım. "En azından yemeğini yediğinden emin olayım olur mu?"

Bukle gülümseyerek kafasını salladı, çok yorgun hissediyordu. Aşağıya inecek gücü bulamamıştı kendinde. Kadın gülümseyerek, tepsiyi alıp dışarı çıkarken,

"Bankta oturan biri var mı?" diye sordu.

"Hayır." Dedi Nazende Hanım. "Kimse yok."

Kapıyı kapatıp dışarı çıktı. Kerim'in gelmediğine sevindi Bukle, çünkü onun söylediklerine kafa yoramayacak kadar yorgundu. Günlüğünü açtı,

"O başkalarının annesi." Yazdı.

Aşağı inip akşama kadar hiçbir şey düşünmeden oturacaktı.

 YAŞAMA UZAK DENİZE SIFIRWhere stories live. Discover now