Hoseok, Namjoon'a hak verse de bazı şeyler elinde değildi. Jimin ile vedalaştıktan sonra kendisi de dahil hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Her adımında, küçük olanı düşünüyor ve ânılarını özlüyordu. Fakat tüm bu sıkıntılı sürecin ana noktası Jimin ile iletişim kuramamasıydı. Ona telefonunu vermişti lâkin gittiği günden sonra hiç arama veya mesaj almamıştı. Bu durum onu hem üzüyor hem de endişelendiriyordu.
Jimin'in başına bir şey gelmiş olabilme ihtimali bile nefesini kesecek kadar güçlüydü. Buraya geldiği ilk günler endişeleriyle mücadele etmek durumunda kalmış, Namjoon engel olmasa tekrar paris'e dönmüştü. Onun tanıdığı Jimin aramamazlık yapmazdı, kendine güvenmediği kadar küçük olana güveniyordu Hoseok.

Düşüncelerine biraz ara verip evi toparlamaya karar verdi, dağınıklığa tahammülü yoktu. Önce mutfaktan başlayarak, arkadaşının gönderdiği yiyecekleri dolaba yerleştirdi. Canı hiçbir şey yemek istemiyordu, Namjoon geldiğinde yerdi en fazla. Bunu düşünerek yemek yeme olayını rafa kaldırdı. Mutfağı topladıktan sonra odasına geçmişti, öncelik olarak çarşaflarını yenileriyle değiştirdi. Kirli çarşafları sepete attıktan sonra gardırobu açarak ne giyeceğini düşündü.
Biraz düşünmenin ardından omuz silkip eline gelen gri kazağı ve siyah eşofmanı alıp giyinmeye başladı. Giyinmenin ardından boy aynasından kendini kontrol edip, krem rengi beresini taktı. Telefonunu evde bırakıp sadece akıllı saatini aldı yanına. Bir süre sonra evden çıktığında rahat bir nefes verdi Hoseok, asansörün tuşuna basıp gelmesini bekledi. Asansör 13.kata geldiğinde vakit kaybetmeden bindi, çok geçmeden giriş kata ulaştığında aceleyle kendini dışarı attı.

Eylül ayının ilk zamanları olduğu için, hafif esintili hava karşılamıştı onu. Şiddetli yağmur durmuş, yerini çiselemeye bırakmıştı. Evinin karşısında bulunan yürüyüş yoluna doğru gitmeye başladı. Şu an tek ihtiyacı; ciğerlerine dolacak olan, yağmurdan sonraki toprak kokusuydu. Sonbaharın gelişiyle sararan yapraklar tutunduğu dallardan ayrılmış, esen rüzgar tarafından sürüklenmeye boyun eğmişti. Yürüyüş yolunda çok insanın olmaması, sonbahar hüznünün yüreklere de yerleştiğinin bir göstergesiydi. Hoseok'un ruhuda bu mevsime paralel olarak kasvetli bir havaya bürünmüştü. Bu durumu çok kez yaşamıştı lâkin hiçbiri sevgi ve özlem gibi yüce duygulardan dolayı olmamıştı. Birden esen rüzgâr o aşina olduğu kokuyu getirdiğinde soludu Hoseok, acı hayatın birkaç hoş meyvesi işte bunlardı; İnsan ne zaman acı çekse, yine bu dünyayı evi edinmişti kendine. Canını acıtanı bilmesine rağmen her defasında ona koşmak insan denen varlığa özgü bir huydu. Ve içinde yaşadıkları dünya, bunu seve seve kabul ediyordu.

Karşıdaki çiçekçiyi görünce duraksadı Hoseok, gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Anlık dürtüyle karşıdan karşıya geçip, dükkanın kapısını açtı. İçeri girene kadar ellerinin üşüdüğünü fark etmemişti. Etrafa kısa bir göz gezdirip, nerdeyse elli yaşların sonunda olan kadına baktı. Kısa bir selamın ardından isteğini söyledi Hoseok, "Zambak almak istiyorum, elinizde var mı?" Yaşlı kadın burnunun ucuna koyduğu gözlükleri düzeltip karşısındaki genci daha iyi görmek için çabaladı, "Var tabii, genelde kimse zambak istemez doğrusu. O yüzden şaşırdım biraz, buket şeklinde mi istersin yoksa tohum mu vereyim?" Bunu derken bir yandan da zambakların olduğu yere doğru adımladı. Hoseok emin olmadığını belli edercesine baktığında, gülümseyerek karşıladı onu çiçekçi, "Anlaşıldı, hislerin veya hatıraların seni buraya getirmiş olmalı. Söyle bakalım, nasıl hissediyorsun?" Ona yöneltilen soru karşısında afalladı Hoseok, "Ben mi?" Anlık şaşkınlığı soruya dönüştüğünde, yakışıklı gence güldü yaşlı kadın.
"Sen tabii şapşal çocuk, çiçeklerle konuşuyor olabilirim ama daha bunamadım."

Hoseok mahçup bir şekilde gülümseyip özür diledi, yaşlı kadının samimiyeti biraz rahatlatmıştı onu.
"Bir yanım eksik gibi hissediyorum ve bu canımı yakıyor." Konuşurken gözlerini kaçırdı, Jimin ile olan hatıralar tekrar onu çağırıyor gibiydi. Anlayışla kafasını sallayan çiçekçi, beklemesini işaret ederek arka tarafa gitti. Ne getireceğini merak etti Hoseok, kısa bir bekleyişin ardından elinde orta boylu bir saksıyla gelmişti yaşlı kadın. Saksının içinde yeni ekildiği belli olan filizlenmiş saplar vardı. "Beyaz zambak; en çok bulunan türdür ama alanlar da azdır. Eski zamanların nadide çiçeğidir kendisi, kokusu huzur verir. Ve tabii ki yeniden doğuş; saflık, aşk anlamı da taşır." Çiçekçinin dediklerini dikkatle dinledi esmer olan. Bir yabancıyla konuşmak bazen, tanıdık yüzler görmekten, sıradan cümleler duymaktan daha iyi geliyordu. "Birini sevdiğimi nereden anladınız?" Asıl merak ettiği soru buydu Hoseok'un, çiçekçi kadın anlamlı bir şekilde gülümsedi, "Seni tamamlayan birini bulduğun çok belli genç çocuk, ondan ayrı kalınca yönünü kaybetmişsin. Biz insanlar içimizde yeşeren duygulara öyle kaptırırız ki kendimizi, günün sonunda elimizde kalan bir hiç olduğunda kim olduğumuzu unuturuz."

before sunrise || jihopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin