23. BÖLÜM: "UMUT"

En başından başla
                                    

Bariyerlerimin parçalandığını hissettim. Kalbimin içinde bir yerlerde sakladığım saçlarını ören minik kız çocuğu dolu gözlerle Efken'in dudaklarına bakarken, ağlamak üzereydi. Kâbus mu görüyordu? Beni mi görüyordu? Yoksa onun kâbusu ben miydim?

Parmaklarımı usulca onun terli ve soğuk omzundan çekerken mideme giren krampları yok sayarak odadan ince bir battaniye aldım ve onun çıplak göğsünün üstüne örttüm.

İçimdeki umut, çaresizliğimin önüne serilmiş lezzetli bir yiyecek gibiydi ve benim çaresizliğim oldukça açtı. Kanlı biftek umutlarımsa, gözü dönmüş ve kanın kokusunu almış köpek balığı çaresizliğimdi. İkisi de bana ait olmasına rağmen, biri diğerini öldürmek, diğeriyse onu öldürecek olandan korkarak onu bulamayacağı bir yere saklanmak istiyordu. Ama kana bulanmış olan umudumun yerini kokusu ele veriyordu.

Gözlerim bir an olsun yıkım getirenin güzelliğinden ayrılmadı. Bu şekilde onu kaç saat izlemiştim bilmiyordum ama artık ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Uykusunun geri kalanında neredeyse hiç konuşmadı ve göğsü büyük bir dinginlikle hareket etti. Sonunda ayaklarım infilak ettiğinde dayanamadım ve hemen karşısındaki kanepeye oturdum. Burnumu gıdıklayan alkol ve sigara kokusuna bide onun bir türlü ne olduğunu idrak edemediğim tatlı kokusu eklenince sanki bende sarhoş olmaya başlamıştım.

Efken Karaduman'ın insanları kokusu ve görüntüsüyle sarhoş edebilmek gibi bir özelliği vardı.

Dış kapı açıldığında gözlerimi kaldırıp kapıya baktım. Kar soğuğu anında eve doluşmuştu. Yaren üstündeki siyah montu çıkarıp portmantoya astıktan sonra göz ucuyla Efken'e baktı ve gözlerini kaçırdı.

"Hoş geldin," dedim yumuşak bir sesle. Efken'in yorgun olduğundan emin olduğum için onun uyanmasını istemiyordum. Bir yanım uçurum mavisi gözleri bir an önce görmek isterken, diğer yanım bırak uyusun, çok yorgun, diyordu.

"Hoş buldum, Mahinev," dedi soğuk görüntüsüne rağmen sıcak bir sesle. Efken'le birbirlerine benzediklerini düşünmeye başlamıştım. Kapıyı kilitledikten sonra derin bir nefes aldı ve, "Mutfağa kadar gelir misin?" diye sordu.

İçimi kaplayan huzursuzluğa rağmen başımı sallayarak oturduğum yerden kalktım. Yaren sırtındaki çantayı salonun ortasına attıktan sonra mutfağa girdi ve bende arkasından girip mutfağın kapısını kapattım. Yaren, mutfak dolaplarından bir tanesini açıp, dolaptan siyah bir kupa çıkardıktan sonra su ısıtıcısında hazır duran suyun kaynaması için elektrikli su ısıtıcısını çalıştırdı. Tezgâhın üstünde duran kahve kavanozunu açarken, kalçasını tezgâha yaslamıştı.

"Mahinev, bana inanıyorsun, değil mi?" diye sordu yavaşça. Ona inanıyordum ama inanmak istemediğimde bir gerçekti. "Her ne kadar abime bunu kanıtlayamasak da duyduğun her şey büyük ihtimalle doğru. Evine sağ salim dönebilmen için önce o bahsettiğimiz adamı bulmak zorundayız. Sana bir şey olmasını istemiyorum."

Yaren'in karşısındaki ahşap sandalyeye otururken yanaklarımın içini havayla doldurdum. "Yaren, diyelim ki o adamı bulduk. Bahsettiğiniz Mustafa baba, o adam ö..." Kelimeleri anında yutarken Yaren'in kaşları çatılmıştı. Ah, Yaren bu gerçeği bilmiyordu ve sanırım büyük bir boş boğazlık yapmıştım.

"Devam et," dedi gözlerini yüzüme dikerek.

"Hiç."

"Devam et, Mahinev," dedi sert bir sesle. Elektrikli su ısıtıcısından suyun hazır olduğunu belli eden bir çıt sesi yükseldikten hemen sonra aramızda sessizliğin içinde çığlıklarla duvarlara kanlı harfler çizen bir bakışma geçti.

İÇİNDE BİR SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin