23. BÖLÜM: "UMUT"

En başından başla
                                    

Odalara sığmayacak bir umutsuzluğu, küçük kapsüllere sığdırıp birer birer boğazıma dizmiş gibiydim. Sanki böyle doğmuştum ve beraberinde gölgeler doğurmuştum. Yatağın üstüne çıkıp, yorganın altına girdim ve gözlerimi yumup, yataktaki yokluğunun keskin soğukluğunu hissetmemek için dudaklarımı birbirine basarak uyumaya çalıştım.

Yatağın soğuk kokusu burnumun direğini sızlatıyordu.

Ertesi sabah uyandığımda onu yanımda görememek beni ikinci bir hayal kırıklığına uğratmış ve sanırım içimde taşıdığım son umut duvarı da görünmez bir bacak tarafından tekmelenmiş, deniz kumundan yapılmış bir kule gibi dağılmıştı.

Saçlarımı toplamak yerine dağınık bıraktım ve üstüme bol siyah kazaklardan bir tanesini geçirdim. Kazağın içinde kalan uzun saçlarımı dışarı çıkardıktan sonra omuzlarımın üstünden dışarı saldım ve ayaklarıma Yaren'in benim için aldığı siyah patiklerden bir tanesini geçirip odadan çıktım. Odadan çıktığımda ise salonun ortasında gözüme çarpan görüntü gözlerimin yuvalarından çıkacak gibi irileşmesine neden olmuştu.

Efken tek kişilik deri kanepenin üstünde uyuyordu ve bacaklarını sehpaya uzatmıştı. Ayaklarında siyah botları ve altında siyah kotu vardı. Üstü çıplaktı ve soğuk havaya rağmen kaslı göğsü terli görünüyordu. Güneşsiz bir güne başlamıştık ve içerisi kasvetli bir mavi ışık tarafından aydınlatılıyordu. Perdeden içeri sızmaya çalışan mavi ışık Efken'i aydınlatan tek şeydi. Gözüm onun güzelliğinden sıyrıldı ve sehpanın üstüne kaydı. Sehpanın üstündeki siyah kül tablasında birçok beyaz filtreli izmarit vardı ve hemen kül tablasının yanında kristal bir viski bardağı ile çoktan dibi bulunmuş olan kristal bir viski şişesi vardı.

Siyah kazağın kolları bana uzun olduğu için ellerim kazağın kollarının içinde kaybolmuştu. Bir süre uykulu ama irileşmiş gözlerimle Efken'i inceledim. Yaren onu bu halde görmüş müydü? Yanaklarımın içini havayla doldurduktan sonra paytaklaşan adımlarımla yanına yürüdüm. Hemen sehpanın üstünde duran kül tablası, viski bardağını ve viski şişesini alıp mutfağa taşıdım. Kül tablasının içindeki izmaritleri mutfaktaki koyu lacivert çöplüğe boşalttıktan sonra tekrar onun yanına döndüm.

Bedeninden yükselen ağır ve yakıcı olan alkol ile sigara kokusunu net bir şekilde alabiliyordum. Her nedense bu midemi bulandırmadı. Gözlerim onun üstünde dolaşırken, hemen önünde dikiliyordum. Etli dudakları hafif aralıklı duruyordu ve sanırım o minik aralık onun ciğerlerine dolan havanın tüm organlarına çarpması için yeterliydi. Koyu renk bir vişneyi andıran dudakları hafif çatlak ve kurumuş görünüyordu. Uzun kirpikleri gözlerini tamamen örtmüştü ve tam şu anda küçük bir çocuktan çok daha savunmasız görünüyordu.

Tüm gece içtiği içkinin östaki borusundaki sıvı dengesini darmaduman ettiğinden emindim. Dudaklarını diliyle ıslatmaya çalışırken kaşları çatıldı. Bir an uyanacağını sansam da, uyanmadı ve tıpkı bir çocuğa benzediği uykusuna kaldığı yerden devam etti. Terlemişti ama evin içinin soğuk olduğunu biliyordum çünkü üstümdeki kazağa rağmen hâlâ ürperiyordum. Parmaklarım sözümü dinlemeden onun omzuna dokunduğunda ne kadar soğuk olduğunu hissettim ve alt dudağım titredi. Üşüyordu. Parmaklarıma bulaşan soğuk terinden anlayabilmiştim bunu. Yıkım getiren katil! Ne diye kendine dikkat etmiyordu ki sanki? Üstüne bir şey örtebilmek için parmaklarımı omzundan çekmeye çalıştığımda, çatlayan vişne rengindeki dudakları biraz daha aralandı ve kaşları çatılırken, gözlerini sıkıca yumdu. "Hayır," diye inledi. Sesi kısık ama dehşet içinde çıkmıştı. Bir an kaskatı kesilirken parmaklarım onun omzunda kaldı. "Medusa! Hayır!"

"Efken?"

"Hayır," dedi tekrardan ama bu kez sesi çok daha güçsüz çıkmıştı. "Medusa, gitme."

İÇİNDE BİR SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin