İlk Sınav

48 5 0
                                    

Eğitim alanının aşağısındaki ormanlık alana girmeden önce hepimiz bir asker duruşunda sırayla dizildik ve Dom önümüzde volta atmaya başladı. Toplam yirmi kişiydik ve on'ar gruplara ayrılacaktık. Dom, ortada durup ellerini belinde bağladı.

“Alfa ve Beta takımı bir grup olsun. Seth, kırmızı kolluğunu tak.” Dedi ve ben cebime gelirken sıkıştırdığım kolluğu çıkarıp Seth’in koluna taktım. “Omega ve Beacon gurubu da bir grup ve Sam! Mavi kolluğunu tak!” Adam, kırmızı şeritleri çıkarıp Seth’e, mavi şeritleri de Sam’e verdi. Seth, kırmızı şeritleri bizim kolumuza bağlarken Sam’de aynısını kendi takımına yaptı. Pompalı lazer tüfeklerini sırtımıza asıp ormanın içinde dağılmaya başladık. Beta grubunda, Robert, Tess, Jake, Bill ve Xander vardı. Bu çok eğlenceli olacaktı.

Kendi kamp alanımızı bulduğumuzda bayağı bir yol yürümüştük. Postallar gerçekten ağırdı ve silahta gerçek olmasa da gerçekteki gibi ağır yapılmıştı. Bu alıştırma olduğu için her şey gerçeği bire bir yansıtıyordu.

Ben çalı çırpı toplarken Tess ve Jenny’de bana yardım ediyordu. Hatta gülerek sohbet bile ediyorduk. Hava daha kararmadığı için henüz eğitim başlamamıştı. Şuandaki tek şey hayatta kalmak için ön hazırlık yapmamızdı. Eğilip gözüme takılan bir ize baktım.

“Tess, Jenny? Bu iz bir kurt ayak izi olabilir mi?” İkisi de omuz silkince “HEY! Burada güvende olacak mıyız?” diye sordum.

“Sen bir askersin artık. Bunlara alışmalısın. O bir ayı patisi de olabilir, çakalda!”

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bacağımdaki bıçak kılıfını yokladım. Kendimi hazırda tutmam gerekiyordu. Korkumu gizleyerek çalı çırpı toplamaya devam ettim ve erkeklerin çadırları kurduğu yere döndüğümüzde onların çoktan işlerini halletmiş olduğunu gördük. Kucakladığımız çalı çırpıları üst üste yığdık. Cebimden çakmak çıkardım ve ateşi yaktım. Bu işleri en çok bana yaptıracaklardı. Çünkü bu eğitim benim içindi. Onlar için ise bir oyun!

Tam ateşi yaktım diye seviniyordum ki esen rüzgârla söndü ve gözlerimi devirdim. Herkes kıkırdayarak bana bakıyordu. Ama umursamadım. Gözlerimi kısarak eğildim ve ateşi çalıların en altına soktum. “Şimdi sön de görelim bakalım!”

“Kırmızı iki ve üç!” dedi Seth ben ateşi yakınca. “Kuzey tarafı sizde!” Danny ve Mark başını öne salladı. “Kırmızı dört ve beş, güneyde sizde! Altı ve yedi batı sizde! Sekiz ve dokuz sizde doğudasınız. Kırmızı on!” derken kimseden ses çıkmadı. Etrafa bakındım. Ama Seth gülüyordu.

“Ben niye onum!”

“Çünkü…” dedi Seth yanıma gelirken. “Sen son üyemizsin ve sende benimle birliktesin. Tamam mı?” başımla onayladığım anda Seth yine ciddileşti. “Telsizleriniz her anda elinizin ulaşabileceği konumda olsun. Kimse bana bildirmeden bir işe kalkışmayacak! Anlaşıldı mı?” herkes aynı anda ‘anlaşıldı’ deyince gülümsememi bastırmaya çalıştım. “Saldırıyı biz yapmıyoruz! Unutmayın biz savunma grubuyuz! Kimse ama kimse buna aykırı davranmasın!”

Seth’in bu haline âşık olmuştum. O cidden bu işte başarılıydı ve o bu durumda bile fena seksiydi. Onu arzulama isteğimi bastırmak için ellerimi cebime sokup postalın ucunu yere vurmaya başladım. Gözlerimde Seth’e değil bu hareketi yapan ayakucuma inmişti. Çünkü yoksa odaklanamazdım ve ilk eğitimimde başarısız olurdum. Ben başarısız olmak istemiyordum. Ben kesinlikle bunu da herkesi şaşırtmış bir şekilde başarmak istiyordum ve ben istersem her şeyi yapardım. Bunu da Türkiye’ye duyurmuştum. Sıra ABD Colorado Özel Ordu Birimi’ndeydi!

“Herkes görevlerini gözden geçirsin. İsim kullanmak yok. Herkes lakabıyla seslenecek ve mıntıkasını gözü gibi koruyacak. Şimdi dağılın!” herkes anında dağıldı ve kamp alanında Seth ve ben kaldık. Onlar gider gitmez gülmeye başladı. “Kırmızı on!” dedi tatlı ses tonuyla. “Şimdi görevlerini say bakalım.”

“Mıntıkamı…” etrafa bakındım. “Ki orası burası oluyor. Gözüm gibi koruyacağım. İsimlerle seslenmeyeceğim. Kodları kullanacağım ve saldırıya değil, savunmaya geçeceğim.”

Kaplanın avına yaklaşması gibi bana yaklaştı ve kalçamın iki yanından tuttu. “Hımm, başka?” omzuna vurdum ve ofladı. Acımadığından emindim. Bunu numaracı kimliğinden dolayı yapıyordu.

“Görevinize odaklanın Kırmızı Bir!” dedim.

Gülümseyerek başıyla onayladı ve etrafa bakındı. Bana durduğumuz noktanın sağını gösterdi. “Orası kuzey, aklında tut. Gözün her daim ana noktalarda olsun. Ekip arkadaşların her an saldırıya uğrayabilir ve etkisiz hale getirilebilir. Asla onlara güvenemezsin ve gelecek her darbeye hazırlıklı olmalısın.

“Peki.” Dedim ciddi bir ses tonumla. “Ne yapmam gerekiyor?”

Gözlerini kıstı. “Bunu sana öğretmiştim. İstanbul’da kaçtığımız günleri hatırla!” dedi ve anında düşünmeye başladım. Aklıma gelmesi sadece birkaç saniye sürdü ve sonra kocaman gülümsemeyle gözlerine baktım.

“Düzenekler kuracağız. Onları savunmaya geçebileceğimiz uzaklıkta kuracağız ve bize sinyali verdiğinde onlar için hazırlanmış olacağız. Ama bu düzenekler ses çıkarmayan ve onların anlamayacağı şekilde olmak zorunda!”

“Aferin, kırmızı on! Zeki bir öğrencisin!” dedi ve beni çadırın birine çekti. “Şimdi düzenekler belirli bir sisteme bağlı manyetik dalgalar yollayan çiplerden oluşur.” Bir çantayı açıp elime mayın büyüklüğünde bir şey uzattı. Üstünde düğme vardı. “Buna kurtayağı diyoruz. Toprakta ne kadar derine gömersen göm titreşimle düğme harekete geçiyor ve sana sinyali veriyor. Önemli olan doğru düzenekleri doğru yerlere yerleştirmekte. Bak elindekinin üstünde hangi harf var?”

“W!”

“Yani Batı. Onu batı yönüne gömmek zorundasın. Bu harflere dikkat et ki sinyalin yandığında seni şaşırtmasın.” Çantadan siyah renk bir cihaz çıkardı. “Bunu kemer şeridine tak. Sonra da düzenleri kuralım. Ama hangi kurtayağını hangisine takacağını sen belirleyeceksin. Anlaştık mı, sevgilim?”

Başımla onayladım ve cihazın kancasını kemerin şeridine geçirdim. Çantayı da alıp çadırdan çıktık ve az önce Seth’in işaret ettiği kuzey tarafını bulmaya çalıştım. Şuandan itibaren eğitimim başlamıştı ve Seth bakışlarıyla bile belli etmiyordu. Tam bir öğretmen modundaydı. Kaya gibi sert duruşu olan ama bir o kadarda seksi olan öğretmen!

Gösterdiği yönü çatallı ağaçtan dolayı hatırladım ve o ağacın yanında durup on adım sayarak ilerledim. Tüh! Bu konu hakkında bilgi vermiş miydi? Kafamda İstanbul’daki anlarımızı canlandırdım. Seth, beni süzüyordu. Ama aklıma hiç gelmiyordu.

“Bunun hakkında ipucu verebilirsin değil mi?”

Gözlerini kıstı ve başıyla onayladı. “On adım saydın değil mi? Ama yeterli değil. Bir on adım daha gitmelisin ve o gelen kişilerin adımlarının senin adımlarından büyük olduğunu da unutma!” başımla onaylayıp bir on adım daha gittim. Ama bu sefer adımlarımı büyük açtım. Geldiğim noktada eğilip toprağı eşmeye başladım. Seth, bunda yardım etti. Çünkü bana kıyamıyor olmalıydı. Düzeneği yerleştirip üstünü örttük. Diğer yönleri doğru bulup doğru yerleştirdiğimde Seth güldü. “Süpersin!” dedi ve alnımdan öptü.

Çantayı açıp içine baktım. Gerisi benim tamamen hayal gücüm ile alakalı olacaktı. Yani Seth, artık bana hiçbir şey söylemeyecekti. Misina tarzı ip gözüme çarpınca gülümsedim. “Yaşasın komando filmleri!” Seth, gözlerini kısarak bakıyor, yüzünden hiç renk vermiyordu. Sadece ne yapacağımı merak eder gibiydi. Misinayı alıp sekiz demir kazıkları da alıp bu sefer on adım sayıp –büyük adımlar- misinayı demir kazığın üstündeki yuvasına sardım. Sonra ince tarafını ağacın yanına sapladım. Ayağımla üstüne basıp ipin ayağa takılacak kadar yeterli olmasını deneyerek onu toprağa bastırmaya başladım. Bu şekilde kamp alanını çembere aldım. İşim bittiğinde Seth’in yüzünde kocaman gülümseme vardı.

Bu sefer çantada küçük çapta patlayıcılar bulunca onları cebime tıktım. Sonra kafamı kaldırıp yukarları incelemeye başladım. Flash bombalarını da alıp ağacın birine tırmanmaya başladım. Tırmandığımda Seth’in ne yaptığımı görmesini sağlamak için elimi aşağıya doğru tuttum ve misinayı flaş bombasının pimine bağladım. Onu dala koyup “Kırmızı bir, misina makarasını al. Ama sakın bir milim bile oynatma!” dedim. Başıyla onaylayıp şaşkın bir şekilde bana baktı ve uzanıp misina makarasını aldı. Dediğim gibi kımıldatmadan tuttu.

“Planın ne kırmızı on?”

“Pime bağladığım misinayı yerdeki misinalara bağlayacağım. Böylece ona takılan kişi bombanın pimini de çekmiş olacak. Birbirini domino taşı gibi tetikleyen ipler aynı anda Flash bombasını patlatacak ve gelen kişiler gözleriyle uğraşırken bizde onları etkisiz hale getireceğiz.” Bombayı aşağıya sarkacak şekilde dala bağladım. Şimdi bomba lamba gibi duruyordu. Aşağıya indiğimde Seth, uzanıp dudaklarımdan öptü.

“Bu planı aklına getiren ilk kişisin ve kesinlikle Dom’un hoşuna gidecek, sevgilim! Sen harikasın!”

Hava karardığında bizimde bütün –benim bütün işim- bitmişti. Şimdi iş sadece kurduğum sistemleri takip etmekti. Biraz volta attıktan sonra daha da heyecan basmıştı beni. Başarısız olup kendimi küçük düşürmekten korkuyordum. Seth’in sevdiği ya da hoşlandığı her kimsem onların gözünde güçlü olduğumu da göstermek istiyordum. Seth’in korunmasına sığınmış bir kız olarak görünmek istemiyordum. Güçlü çok güçlü olmak istiyordum. Çantadan şişe alıp ateşi söndürdüm. Seth’in bakışından bir on puan daha aldığımı anlamış oldum.

Birkaç saat sonra ayak sesleri ile kamuflajımın avantajıyla yere yattım. Seth’te beni takip etti. Çünkü artık sınavdaydım ve ben ne yaparsam o da onu yapacaktı. Yanlış mı yapıyordum? Hiçbir fikrim yoktu. Ama aklıma cihaz gelince çıkarıp ekrana baktım. Henüz noktalarda sinyal yoktu. Hayal gücümü kullanıp etrafa bakındım. Gözüme yerdeki malzeme çantası takılınca ayağımı uzatım ve ayağımı kulpuna sokup kendime doğru çektim. Onu Seth’le önümüze koydum. Sırtımdaki lazerli tüfeği alıp bavulun üstüne yerleştirdim. Cihaza tekrar baktığımda kuzey sinyalini görünce çatallı ağaca döndüm. Tüfeği doğrulttum. O sırada gözlerimi yumdum ve içimden adımları saydım. O sırada ışık yayılınca gülümseyerek gözümü açtım ve tetiği çektim. İki kere! Anında karşıdan gelen iki kişinin üstündeki ekranda ‘Died’ yazısı yanıp sönmeye başladı. Seth’e baktım. Gururla gülümsüyordu. Cihaza baktım. Kalmıştı dört grup! Seth’e baktım. Başını bir kez öne salladı. Bende cihaza geri baktım. Bu sefer doğunun sinyali devredeydi. Yerde sürünerek Doğunun olduğu yerdeki kalın gövdeli ağacın arkasına geçtim. Seth’e de karşı taraftakine geçmesi için iki parmağımla işaret yaptım ve anında o da hızla oraya geçip saklandı. İki kişiden biri misinaya takılınca diğeri tüfeğini etrafa doğrulttu ama ben ağacın diğer tarafından çıkıp ayaktakini vurdum. Sonrada yerdekini! Gözlerimi kaldırıp Seth’e baktım. Ama o bunu yapmamı istemiyormuş gibiydi. Bu yüzden hemen cihaza baktım. Eyvah! Hem güneyden hem de batıdan geliyorlardı. Şimdi hapı yutmuştum. Hemen titreyen elimi cebime soktum ve sis bombalarını çıkardım. İlkini Güney’e attım ve başımı batıya çevirdim. Biri misinaya takılınca gözlerimi anında yumdum. Flaş bombası patlayınca onları da vurdum. Ama kalbim resmen kulağımda yankılanıyordu. Koşarak güney tarafının yanındaki çadırın arkasına saklandım. Duman etkisini kaybetmeye başladığında etrafa bakındım. Ama kimse yoktu. Bitmiştim! Kesin bir yerden çıkıp vuracaklardı beni. Çadırın diğer tarafına dönüp etrafa bakındım. Ama o sırada diğer tarafta bir çıtırtı duyunca tüfeğimi doğrultup o tarafa doğru yürüdüm. Önüme biri çıktığı anda tetiğe bastım. Sonra da ani hareketle kendimi yere atıp yuvarlandım ve tam tahmin ettiğim gibi arkamda beliren adamı da vurdum. Son grup için odaklanmadan önce Seth’e baktım. Şaşkındı. Sanırım yaptığım hareketi düşünmemişti ve orada tuzağa düştüğümü sanmıştı. Tıpkı benim gibi! Bu size basit bir şey gibi gelebilirdi. Ama onlar eğitimde olduğumu bildiği ve ilk eğitimim olduğu için biraz serbest davranıyorlardı. Ama emin olun ki bu göründüğü gibi basit değildi.

Diğer grupta cihaz artık bana yardım etmeyecekti. Bu yüzden diğer cebimdeki küçük titreşim bombalarını tek tek gelinebilecek yerlere attım. Attıktan birkaç dakika sonra birisi titreşerek ses çıkardı ve ben o taraftaki adamı vurdum. O sırada arkamda birinin olduğunu hissettiğim gibi eğilip dirseğimi karnına geçirip silahını düşürdüm. Bu Tiffany’di. Tam tetiği çekip vururken postallarıyla elime tekme attı. bu kural ihlaliydi. Tüfek elimden düştü. Şaşkın bir şekilde ona bakarken elimin acısıyla yüzümü buruşturdum.

“Eğitim bitti ve kural ihlali!” diye bağırdı Seth. Ama Tiffany durmadı. Yerden birden doğrulup postallarıyla karnıma tekme attı ve ben daha dövüş eğitimi bile almamıştım. Karnıma inen ağır darbe ile kıç üstü yere çakıldım. Tam bana bir daha tekme atıyordu ki Seth onu tutup ileriye doğru savurdu. “Kes şunu Tiffy!”

Elimi karnıma götürüp nefes almaya çalıştım. Yerdekiler anında kalkıp yanımızda bitiverdi. Seth, beni kucağına alıp çadıra soktu ve fermuarı indirdi. Beni tulumun üstüne yatırıp karnımı açtı. Gülümseyerek “Geçtim mi? Başardım değil mi? İlk baş başaramayacağımı sandım. Deli gibi panikledim. Ama o kadar da zor değildi.” dedim.

“Ah, Derin!” dedi ve dudaklarını karnıma bastırdı. O sırada dışarıdan Dom’un kükremesini işittik. Tiffany’ye bağırdığını anlamıştım. Ama Seth, parmağını bir bölgeye bastırdı. “Acırsa bana söyle!” başımla onayladım. Karnımdaki her bir noktaya tek tek bastırdı. Ama hiçbirinde keskin acı hissetmedim. O da anında rahatladı. Karnımı örtüp elimi tuttu. Orası da kızarmıştı. “Evet, sevgilim! Başardın! Gel buraya!” beni çekip sımsıkı sarıldı. Boynuna dolanıp kafamı o başımı döndüren kokusunun olduğu boynuna gömdüm. “Hadi, çıkalım.” Başımla onayladım ve geri çekildim. O da çadırın fermuarını açtı. Birlikte dışarıya çıktık. El fenerleri açılmış etrafa konulmuştu ve ışık etrafı aydınlatmıştı. Dom, yanıma gelip gülümsedi.

“Aynı pratikliği operasyonda da bekliyorum. Ama orada Seth’in sözünden çıkma. Çünkü o senin için fazlasıyla riskli olacak. Eğitim değil, gerçek olacak unutma!” arkasını dönüp kalabalığa baktı. “Herkes çadırlarına dağılsın. Yarın sabah buradan gidecek ve plan yapacağız. Ayrıca!” sert bakışlarını Tiffany’ye çevirdi. “Profesyonel davranmayı unutmayın. Üstelik Derin Kutlu artık ekibin bir üyesi ve Seth’in nişanlısı! Bunu aklınızdan çıkarmayın. Şimdi iyi geceler!”

Alfa takımı olarak biz kırmızı çadıra girdiğimizde mini dolabı açıp su aldım. “Tiffany, benden nefret ediyor ve sürekli bana bulaşıp duracak.”

“Bak, sana yalan söylemeyeceğim. Senden önce buradaki tüm kızlar Seth’e hayrandı.” Dedi Jenny erkeksi tavırlarıyla. “Ama bunu hastalıklı boyuta getirmenin de bir manası yok. Üstelik o yüzüğü sana taktı, değil mi?” göz kırpıp postallarının iplerini çözmeye başladı. Bende hemen cebimden yüzüğü çıkarıp parmağıma taktım.

“Evet!” dedim mutlulukla ve dönüp Danny ile Mark’la konuşan sevgilime baktım. Dizlerini göğsüne kadar çekmiş ellerini dizine yaslamış Danny’nin anlattıklarını dinliyordu. Alt dudağını ısırıp kemiriyordu ve bakışları sertti. O çok yakışıklıydı. Herkesin saçı asker saçı gibiyken onun saçları asiliğiyle uzunluğu asker yönetimine aykırıydı. Ama sanırım Dom onu ikna edememişti. Ya da kendince geçerli sebepleri vardı. Belki de gizli yarasını falan saklıyordu. Bunu düşünmeyi reddettim. Çünkü onun teninde olan tüm yara canımı yakıyordu. Sadece sayabildiğim kadar sırtında iki kurşun izi, karnında üç kurşun izi, kollarında da toplam üç kurşun izi vardı ve ben o izlerin bile ona yakıştığını düşünüyordum.

“Seth inan bana herkesin aklını başından alıyor. Ama sen onu herkesten daha çok seviyorsun. Bunu nereden anladığımı soracak olursan, hemen söyleyeyim. Kimse ona senin gibi o kadar yoğun ve derin bakmıyor. Bence onu etkileyen de bu bakıştı. Gerçi sende en az onun kadar güzelsin.”

“Teşekkürler.” Dedim. “Seni ilk gördüğümde Seth’in kolundaydın ve o anda kıskançlıktan kafayı yemiştim. Bu yüzden… kusura bakma!”

“Şu işe bak!” dedi Jenny gülerek. “Herkes seni kıskanıyor ve sen beni mi kıskanıyorsun? Seth, bana hiç o şekilde yaklaşmadı. Aslında Tiffy’ye de yaklaşmıyordu. Ama sanırım bir ara seni bu şekilde unutmaya çalıştı. Ama başaramadı.”

“O sana o şekilde bakmadı, ama sen ona o şekilde baktın!” dedim söylediği cümlenin imasını anlayarak.

“Sana dedim ya! Ona herkes hayrandı. Bende dâhil!” postalları çıkarıp tulumunun içine girdi. “Beyler, konuşmaya devam mı edeceksiniz yoksa lanet gaz lambasını kapatacak mısınız?” dedi şakayla karışık.

“Aman Tanrım!” dedi Mark. “Despotumuz iş başında! Giyinmemiz izin vereceksindir umarım.” Jenny gözlerini kapatıp orta parmağını gösterdi. “Bu izin verdi demek oluyor!” dedi ve anında üstündeki tişörtü çıkardı.

“HEY!” diye bağırdığımda benim orada olduğumu yeni fark etmiş gibi çıkardığı tişörtle üstünü kapattı. “Hepiniz dışarı çıkıyorsunuz ve bende giyiniyorum!” dedim sert bir şekilde. “Güle güle!” kışkışlama gibi elimi salladım. Üç erkekte kalkıp çadırdan çıktı. Bende postalları beş dakika uğraştıktan sonra çıkardım ve hemen sert asker pantolonundan kurtuldum. Seth’in bluzlarından giyip diz üstü dar şortumu giydim. Çadırın kapısından kafamı uzatıp “Tamamdır, çocuklar!” dedim. Danny ile Mark girerken Seth bana gel işareti yaptı. Hemen çadırdan yalın ayak çıkıp yanına gittim. “Ne oldu?”

“Hani bana İstanbul’da bir manzara göstermiştin ya?” başımı salladım. “Şimdi başka bir manzaraya hazır mısın?” sevinçle başımı salladım ve elimi sımsıkı tutup beni çekmesine izin verdim. Beni elindeki fenerle yamaca doğru götürdü. Yamacın en tepesine çıktığımızda bulunduğumuz orman ayaklarımın altında gibi görünüyordu. Gökyüzü de sanki elimi uzatsam dokunabilecekmişim gibiydi. Ben büyülenmiş gözlerle manzaraya bakarken Seth, arkadan beri bana sarıldı ve boynumdan öpmeye başladı. Sırtımı göğsüne yaslayıp kendimi ona bıraktım. “Nasıl, beğendin mi?”

“Harika! Çok beğendim, Seth! Ama bana o manzaranın ilk güzel manzara olduğunu söylemiştin.”

“Buda ikinci! Çünkü bu manzarayı gördüğümde seni tanımıyordum ve bunu güzel kılan sen yoktun. O yüzden ilk güzel manzara kız kulesinin yanındaki manzara, ikincisi de burası!” kollarının içinde dönüp ona sarıldım. Belimden tutup beni havaya kaldırdı ve kucağına aldı. Bacaklarımı beline doladığımda o da olduğu yere yavaşça oturdu. Dudaklarımız birleşince vücudumuzda akımlar anında harekete geçti. “Sen harikasın, Derin!” diye fısıldadı dudaklarıma. Beni yere yatırıp üstüme geldi.

“Seth, birisi görebilir!” Başını iki yana sallayıp şortumun belini tutup indirmeye başladı. “Seth, bir şey denemek istiyorum!” dedim bileğinden tutup şortumun belini indirmesini durdururken. “İzin verir misin?” gözlerini kısıp şortumu yukarıya tekrar çekti ve başıyla onayladı. Altından çıkıp onu yere düşürene kadar göğsünden itikledim. Ne yapacağımı merak eden bakışlarıyla sadece beni seyrediyordu. İlk eğilip dudaklarından masumca öpmeye başladım. Elimin biri yanağındaydı. Diğeri ise destek almak için yere sabitlenmişti. Elimi yavaşça boynuna doğru kaydırdım. Öpüşüm elimle birlikte yavaşça masumluğunu da kaybediyordu. Seth’in elleri de belimin iki yanında sabit duruyordu. Sanırım denemek istediğim şey için benim dikkatimi dağıtmak istemiyordu. Bana uygun davranıyordu. Yavaş öperken yavaş, daha ateşli öperken o da daha ateşli öpüyordu. Elimi boynundan göğsüne kaydırdım. Elimi biraz daha kaydırdım. Sonra biraz daha ve biraz daha! Seth’in o anda öpüşü tekledi ve belimin yanındaki iki eli de yukarı aşağı hareket etmeye başladı. Ama ben ilerledikçe öpüşü durdu ve kafasını geriye attı. Aralık dudaklarından çıkan nefesini içime çektim. Ama o bir anda yuvarlanıp beni altına aldı ve şortumu bir hışımla çamaşırımla bir aşağıya indirdi. Elini başımın üstüne koyup gözlerime baktı. Uyumlu parçalar birleşirken gözleri odağını kaybetti. Ama hala kontrol elindeydi. Kontrolü fark ettiğim üzere hep elinde istiyordu. Onunla yaşadığımız bu anlarda kontrolü asla bana bırakmıyordu. Sebebini bilmiyordum. Ama benden daha iyi idare ettiği kesindi.

“Zamanı…” dedi nefes nefese. “durdurmak istediğim… tek an!”

Uzanıp dudaklarını öpmeye başladım. Yapışmış bir beden halindeyken yuvarlanıp oturma pozisyonuna geçti ve ellerini sırtımdan omuzlarıma çıkardı. Gözleri kapanırken beni bütün gücüyle kendine bastırdı. O anda bende refleks olarak gözlerimi kapattım ve etrafımda çakan şimşekler belirdi. Bunlar gerçek şimşekler değildi. Ama gerçekten daha gerçek gibi görünüyordu.

Çadıra geri döndüğümüzde Seth, üstünü değiştirdi. Çünkü diğerleri uyuyor gibi görünüyordu. Sonra iki kişilik tulumun içine girip birbirimize olabildiğince sokulup uykuya daldık.

Hayatımı Geri Verebilir Misin? (Komando Serisi-ll-)Where stories live. Discover now