Bölüm ~9~ YAVRU EKİNEZYA, DERİN BATAKLIKTA BÜYÜR

69 34 36
                                    

''Okyanus edası gözlerini koruyan uzun kipriklerini ilk defa o an farkettim.''

"Niçin özür diliyorsun, Başağım?" diye sual beyan etti Sinan.
Hiç de merak taşımayan bir sualdi bu. Daha çok yanıtını bildiği bir şeyi sormuş gibiydi. Derya yanıt vermeye sıkkın gibiydi.
"Lia'yı ve Düş'ü koruyamadım." dedi Derya, can sıkan bir tavır ile.
"Özür dilemesi gereken biri varsa o sen değilsin Derya. O adi herif benim eşimi ve çocuğumu bana verecek!" diye sinirle bağırdı Sinan. Bir insanın canı bilmediği bir konudan dolayı sıkkın olur muydu? Olurmuş.
"Ufuk?" diye seslendi Derya bana hüzünlü bir tavır ile.
Gözlerinin içine kırgınca baktım. Yanıt vermek istemiyordum. Canım hiçbir konuda konuşmak istemiyordu.
"Özür dilerim, Ufuk." dedi Derya gözlerini sık sık kaçırarak. Bana yaşattılanlar onu zorluyor muydu?
"Yanıt vermeyecek misin?" diye sordu ağlamaklı bir ses ile.
Sesi titriyordu. Derya'nın sesinin titremesi kırılan fay hattının yarattığı zelzele kadar sarsıcı idi.
"Sana minnet duyuyorum." dedim Derya'nın gözlerinin içine bakarak.
Gülümsedim. Gülümsedi. Bu gülümseme acıya gülümseyen insanların vergisi miydi? Yoksa Derya'nın bana olan sevgisi miydi?
"Ufuk?" diye seslendi Sinan. Gözlerine baktım. Çok dalgın ve bitkin duruyordu.
"Anneni özledin mi?" diye sordu bir anda Sinan.
Şok olmuşçasına çehresine baktım. Annemi özlemiş miydim? Bu sualin yanıtını ben de bilmiyor idim. Kafamı sallamakla yetindim.
"İçimde tutarak kendimi yediğim birşeyi itiraf etmek istiyorum." dedi gözleri dolarak.
Derya kafasını bir anda kaldırıp merakla Sinan'ın gözlerine baktı. Ben de öyle.
"Annem öldü." dedi bir anda.
Bunu biliyorduk ki biz. Derya bir anda ayağa kalktı. Sinan'ın yanına geçip elini tuttu.
"Söyle, devam et." dedi büyük bir hüzünle. Ne oluyordu? Sinan hıçkırıklara boğuldu.
"O gün..." dedi duraksadı.
Derya ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Onu acıtan neyse bizi derinden sarstı. Bilinmezlik acısı...
"O gün... Sen uyuyordun, Başak. " dedi büyük bir nefes aldı.
"Ben ise uyanıktım... Annem, babam demeye utandığım o cani herifle sohbet ediyordu. Babam çok sarhoştu." dedi Sinan. Hıçkırıkları bir çığlığa dönüşmüştü.
"Her zamanki gibi sarhoşmuş, devam et." dedi Derya ısrarla.
"Ben kapı girişinde oturuyordum. Babam denen o adi herif sarhoş olduğu zaman ondan çok korkardım. Ama bir o kadar da karşısına çıkıp direniş gösterir idim..." dedi ve gözyaşlarını eliyle sildi.
Diyeceği itirafa hazırlanmak istiyordu. Belki de, kız kardeşinin buna hazır olduğunu düşünmüyordu. Bu okyanus bakışları görsem edeceğim itiraf o koca sular içerisinde yok olup giderdi herhâl.
"Bir anda sebebini hiçbir zaman bilmediğim bir şekilde babamın sesi haddinden fazla yükseldi ve ben çok korktum..." dedi Sinan, büyük bir direniş ile.
Tahmin ettiğim şeyin olmaması için yalvarırdım.
"En son annemin sesini duydum..." dedi Sinan.
Derya kulaklarını kapatmış bir biçimde çığlık atıyordu. Korkuyordum. Derya'ya dokunamazdım. Ona dokunamazdım. Acısı çok derindi. Sinan yerde çığlık atıyordu. Bir travmaydı bu. Çok derin ve bir o kadar da büyük bir travmaydı.
Sinan konuşamıyordu. Çığlık atarcasına ağlıyordu. Derya'nın bu acı feryadı üzerine Derya'nın yanına koştum. 'Bana dokunma' hareketi yaptıktan sonra geri çekilmek zorunda kaldım.
"Yapma..." durdu Sinan.
"Annem son kez 'yapma' demişti..." dedi Sinan. Aklıma annem geldi. Ağlamamı durduramıyor idim.
"Annemiz 'yapma' dedi Başak." diyerek yerinden kalktı Sinan. Derya'ya ellerini uzatıp kaldırdı.
"Sonra..." dedi Sinan. Derya'nın buna hazır olmadığı her halinden belliydi. Ama bunu duymak zorundaydı.
"Ben saklandım... Annemin kanlar içerisindeki cesedini ben gördüm, Başak... Annemin kanlar içerisindeki hâlini gördüm... Babam onu..." dedi ve durdu.
Derya kendini yere bırakmak istiyordu. Sinan onu tutuyordu.
"O cani herif annemi götürdü ve gömdü..." dedi Sinan.
Sanki üzerinden bir yük kalkmış gibi derin bir nefes aldı. Lakin Derya henüz kendine gelememişti.
"Onu boş arsaya gömdü." dedi Sinan. Boş arsaya mı?
"Ne?" diyerek ayağa kalktım.
"Evet, Ufuk. Senin evinin muhteşem manzarası olan o boş arsada aslında bir ceset yatıyor." dedi ve Derya'yı bıraktı.
Derya çığlık çığlığa yere düştü. Ona dokunmuyordum. Buna izin vermiyordu.
...
"Hadi uyan, Başak."
Sinan'ın seslenmesi ile gözlerimi açtım. Derya ise henüz uyanmamıştı.
"Biraz daha uyusun, Sinan." dedim zoraki bir gülümseme ile.
"Lakin çorba soğuyacak." dedi Sinan hüzünle.
Derya'yı uyandırmaya kıyamazdım. Lakin zorundaydım. Aç kalması bünyesini kötü etkilerdi. Derya diz kapağımın biraz altında uyuyor idi. Okyanus edası gözlerini koruyan uzun kipriklerini ilk defa o an farkettim.
"Derya?" diye seslendim sessiz bir ses tonu ile.
"Ufuk?" dedi Derya gözlerini yavaşça açarak.
"Çorba içip geri uyu, lütfen." dedim naif bir eda ile.
"Minnet duyarım." dedi Derya hüzünle.
Gözleri şişmişti. Annesinin hakikatini öğrendikten sonra saatler geçmişti. Derya hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyumuştu. Daha sonra Sinan ve ben de uykuya dalmıştık. Domates çorbası getirilmişti. Derya hızla çorbayı içti. En köşede sandalye yanına duvara yaslanarak oturdu. Ben de çorbamı içtikten sonra onun yanına geçtim. Sinan ise bizim tam karşımızda oturuyor idi. Sanki her daim Derya'yı görmek istiyor idi. Ona hasretti.
"Buradan çıkar çıkmaz ilk işim annemi o gömülü yerde çıkarıp bir mezara gömmek olacak." dedi Derya sinirle bir anda.
Keşke benim de annemin bir mezarı olsaydı. Belki bir çiçek vererek annemi mutlu edebilirdim. Bir anda büyük bir gıcırtı ile kapı açıldı. Bu sesin tizliği kulağımı tırmalıyor idi. İçeri giren kişiyi tanımamak keşke mümkün olsaydı. Cani herif.
"Bakıyorum da yerinizden memnunsunuz." diye çekinmez bir tavır ile içeriye girip arkasından kapıyı kapattı.
"Sen gelene kadar çok memnunduk." diye bağırdı Sinan.
"Sana hediyemi vermeye geldim, Sinan." dedi cani herif kahkaha atarak.
"Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Sinan yavaşça ayağa kalkarken.
"Biraz sakin ol, Sinan. Önce kızını seninle kavuşturdum. Şimdi eşini kavuşturacağım. " dedi cani herif büyük bir kahkaha ile.
"Eğer bu riya çıkarsa seni mahvederim!" dedi Sinan.
İçinde uçuşan kelebekleri görmek zor değildi. Ellerini kalbine yasladı. Cani herif bana doğru yürümeye başladı.
"Sence de çok garip değil mi, Ufuk?" diye sinsice bir sual beyan etti cani herif.
"Anlamadım." dedim göz devirerek.
"Bilakis anlayamayacak birşey yok. Sen aynı alanda bulunduğun kişileri tanımaz mısın? Bir de bu en yakının ise?" diye sordu sakin ama bir o kadar can yakıcı bir tavır ile.
Sinan öne atladı. Cani herifin koluna bir yumruk attı.
"Ne söyleyeceksen söyle." dedi Sinan büyük bir sinir ile.
"Demem o ki bunca zamandır aynı alanda eşinle bulunuyordun."
Sinan anlamamıştı. Gözlerini derin bir anlam arayışı bürümüştü.
"Aynı alanda, en yakınınla, aynı oksijeni solumak gibi..." dedi cani herif.
Sinan cani herifle burun buruna gelmişti.
"Belki de o oksijeni bir tek sen soluyordun." dedi Sinan'a sinsi bir bakış ile.
Sinan'ın siniri artık sesli bir hırçınlığa dönüşmüştü. Derya korkuyordu.
"Sana diyorum ki..." dedi Sinan büyük bir hırçınlıkla.
"Ne diyeceksen lafı gevelemeden söyle!"
"Çok sinirlisin, Sinan. Biraz sakinleş." dedi cani herif, sinsi bir gülümseme ile.
Derya öne atılıp Sinan'ı sakinleştirmek için omzuna dokundu.
"Bana bak lan! Yüzüme bak!"
"Göreceğin şeye hazır mısın, oğlum?"
"Ben senin hiçbir zaman oğlun olmadım, olmayacağım."
Cani herif öne doğru bir adım attı. Buzlukların yanına geçti.
"Bu anı hiç bu kadar erken beklemiyordum doğrusu." dedi sinsi bir tavır ile. Korkutucu bir soğukluk bir anda etrafı sarmıştı.
"Sinan?" dedi cani herif merakla. Sinan gözlerini devirerek ona sinirli bir bakış attı.
"İstersen biraz serinlemek için buzluklardan birkaç içecek al." diye dalga geçti cani herif.
"Ya Lia'yı getirirsin ya da seni o buzluklara gömerim!" dedi Sinan büyük bir kin ile.
Cani herif bıkkın bir nefes bıraktı. Derya'ya sınırlı bir bakış attı.
"O zaman sen bir şeyler iç!"
Derya, Sinan'a baktı. Daha sonra öne doğru bir adım attı. Derya niçin bu adi herifin her dediğini harfi harfine yapıyordu? Belki de yapmak zorundaydı. Derya buzluklara yaklaştı. Eli titriyordu. Şu vakit içecek içip eğlenilecek vakit miydi?
"Başak!" dedi Sinan büyük bir sinir ile. Derya ellerini buzluğun kapağından çekip Sinan'a döndü.
"Eğer şimdi oradan birşeyler çıkarıp içersen, o içecekleri bu adi herifin boğazına tıkarım!" Derya duraksadı. Gözlerime baktı. Derya kimsenin dediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değildi.
"Derya!" dedi adi herif öne atılarak. Derya'ya doğru yürüdü.
"Sen ne zaman benim dediklerimden çıkar oldun, kızım!" dedi hiddet ile. Derya'nın saçlarını elleri arasına doladı. Kafasını kendisine çevirdi.
"Eğer bir daha Derya'ya o pislik ellerini vurursan..." dedim öne atılarak.
Gözlerimi kan bürünmüştü. Ne yaptığımın farkında değildim. Belki de bu alanda geçirdiğim zaman zarfında hiç farkında olmamıştım. Cani herif sımsıkı tuttuğu Derya'nın saçlarını yavaşça bıraktı. Ellerini bana çevirdi. Sırıttı. Ellerini indirdi. Derya'ya tekrardan döndü.
"Birşeyler içmek istiyorsun!" dedi sinirle.
Derya Sinan'a baktı. Sinan'ın yüzünü duygusuzluk bürünmüştü. Cani herif yavaşça odadan çıktı. Neydi bu?
"Belki de bu buzluklarda Lia'ya ulaşmak için bir işaret vardır." Bir anda aklıma ilk gelen şeyi beyan ettim.
Sinan anlamsız bakışlarını üzerime yoğunlaştırdı. Derya da öyle.
"Lia'm, tüm varlığım..." dedi Sinan gözleri dolarken.
Derya buzluğun kapağına döndü. Derya'nın hissiyatı yüksekti. Onunla ilk tanıştığımdan beri farkettiğim şeylerden biri de buydu.
Şimdi niçin bu buzlukları açmaya çekiniyor idi? Lia'ya ulaşmayı istemiyor muydu? Lia ve Derya arasında ne geçmişti? Derya belki de hakikatlerden kaçıyordu.
"Yapamam!" dedi Derya sesini anlamsızca yükselterek.
Sinan bu sefer anlamsız bakışlarını Derya'ya yoğunlaştırdı. Keşke Sinan'ın içinin nasıl yandığını bilip onu anlayabilseydim. Onun acısını yaşıyordum. Bilinmezlik acısı... Derya Sinan'a baktı. Sinan kafasını salladı. Bu buzluğu açmamasını o Derya'ya demişti. Ama şimdi açmasını istiyordu. O Lia'ya ulaşmak istiyordu. Derya buzluğa döndü. Kapağı yavaşça araladı.
...
Çığlık. Tekrar bir çığlık. Tekrar bir çığlık. Çığlık. Çığlık. Derya çığlıklarını o vakitten sonra durduramadı. Ben ise hissetmiyordum. Sinan yok olmuştu. Lia yok olmuştu. Derya yoktu. Geceleri kulaklarımda yankılanan çığlıklar. Çığlık. Çığlık. Şafağa kadar uyutmayan çığlıklar. Dökülmeyen gözyaşları. Açılamayan boğaz düğümleri. Kapı çaldı.
"Geliyorum!" Üzerime birşeyler alıp kapıya koştum.
"Derya hanım bu zarfları gönderdi." dedi karşımdaki hanım gülümseyerek.
"Minnet duyuyorum. İyi günler." deyip kapıyı kapattım. Elimdeki zarfları koltuğun üzerine bırakıp balkona geçtim. Kaçıncı purodur bilmediğim bir puro daha yaktım. Elimde tuttuğum puroyla içeriye geçtim. Garipti. Derya bugün bir değil birçok mektup göndermişti. Mektupları şu an okuyacak vaktim yoktu. Hızla merdivenlerden aşağı kata inip Derya'nın evinde bıraktığım bir kaç temizlik materyallerini evime çıkardım. Eve geçip şöminedeki ateşi harmanladıktan sonra mektuplara göz atmaya başladım. Lakin bu mektuplar Derya'ya ait değildi. Baya da eskimişti bu mektuplar. Kaç yıllık mektuplardı. Bu mektupları daha sonra okuyacaktım. Üzerinde 'DERYA'DAN UFUĞA' adlı mektubu hızla açtım. Her zamanki gibi kısa ama titrek yazılarla yazılmış mektuptu. Her mektupta olduğu gibi yine mektup üzerine düşen gözyaşları dikkatimi tekrardan çekmişti. Mektubu okumaya başladım.
'Bugün biraz hastayım herhâl. Ateşim varmış. Öyle diyorlar. Ama ben kendimi gayet dinç hissediyorum. Umarım sen de iyisindir. Kavuşmamıza az kaldı.'
Çehremi büyük bir gülümseme sarmıştı. Bir taraftan da içimde büyük bir hüzün vardı. Anlam veremediğim bir hüzün. Koskoca iki yıl. İki yıl geçmişti.
~İki yıl önce~
"Yapamam!" dedi Derya sesini anlamsızca yükselterek.
Sinan bu sefer anlamsız bakışlarını Derya'ya yoğunlaştırdı. Keşke Sinan'ın içinin nasıl yandığını bilip onu anlayabilseydim. Onun acısını yaşıyordum. Bilinmezlik acısı... Derya Sinan'a baktı. Sinan kafasını salladı. Bu buzluğu açmamasını o Derya'ya demişti. Ama şimdi açmasını istiyordu. O Lia'ya ulaşmak istiyordu. Derya buzluğa döndü. Kapağı yavaşça araladı.
Tüm odada Derya'nın koca çığlığı yankılandı. Derya art arda durmaksızın çığlık atıyordu. Sinan çığlık atıyordu. Ben çığlık atıyordum. Karşımızda bize bakan bir ceset duruyordu. Buz kütlesi içinde ağzı açık bir şekilde birşey demek isteyen bir ceset bize bakıyordu. Bunun Lia olduğunu Sinan'ın karanlıkta bahsettiği kişiden anladım o an...
Saçları sapsarı, yüzü bembeyaz, gözleri tıpkı Derya'nın ki gibi masmavi bir kızdı. Boyu uzun duruyordu. Üzerine kısa bir elbise vardı. Ayaklarında ise topuklu bir ayakkabı. Ellerini bize uzatmış ağzı açık bir şekilde bize bakıyordu. Sinan donmuştu. Sinan Lia'ya kilitlenmişti. Derya'nın çığlıkları dinmiyordu. Ben ise dökülmeyen gözyaşlarımla titriyordum. Zorluyordum. Gözyaşım gelmiyordu. Boğazım düğümlenmişti. Sadece boğulmak istiyordum. Lia gibi suda değil gözyaşlarına boğulmak istiyordum. Kim suda boğulmak isterdi. Kim!
Derya çığlıklarını devam ettirip Sinan'a doğru yürüdü. Çığlıklarını durdurmak istiyordu lakin ağzını kapatsa bile bunu başaramıyordu.
"Abi!" dedi kekeleyerek. Sinan gözünü bile kırpmıyordu.
"Cevap ver!" dedi Derya çığlıklarıyla iç içe.
Dediklerinden bir şey anlaşılmıyordu. Sinan o an bakışlarını Derya'ya döndürdü. Lakin bu kısacık bir süre zarfı idi. Hemen bakışlarını tekrardan Lia'nın buz içerisindeki cansız bedenine döndürüp ona doğru adım attı. Derya kendini yere bıraktı. Derya güçlüydü. Derya çok güçlüydü. Bunu o an anlamıştım. Derya'nın yanına koştum. Derya'ya sarıldım. O ise kulaklarını kapatıp çığlık atmaya devam ediyordu. Sinan'a döndüm. Lia'nın uzattığı ele dokunmak için elini cama dayadı. Gülümsedi. Derya ayağa kalkıp koştu.
"Kendine gel!" dedi kekeleyerek.
"O yok oldu!"
Sinan Derya'yı duymuyordu. Lia'ya bakıp gülümsüyordu. Acısını anlamanın imkânı yoktu. Öleni geri getirmek nasıl imkânsız birşeyse, Sinan'ın bu acısını anlamakta öyle idi.
"Bana bak!" dedi Derya Sinan'a. Derya o an Sinan'a art arda tokat attı. Sinan bakışlarını Derya'ya çevirdi. Ağzını açtı. Lia'nın taklidini yapıyordu.
"O konuşuyor!" dedi Sinan sessizce.
"O konuşuyor!" diye tekrar etti Sinan.
Derya da çığlık atarak onu tekrar etti. Lia'nın bir dilsiz olduğunu anlamıştım. Lia ilk defa boğulurken konuşmaya çalışmıştı. Yahut sesini duyan olmamıştı.
"O konuşuyor!" dedi Derya sinirle. Lia'nın sessizliği onun ölümü olmuştu. Lia yok olmuştu.
Kaç saat geçmişti bilmiyorum. Derya sesi kısılmış bir biçimde çığlıklarını devam ettiriyordu. Ben Derya'ya sarılmış onu sakinleştirmek için sırtını okşuyor idim. Hiçbir şey hissetmiyordum. Sinan ise hâlâ Lia'ya bakıp gülümsüyordu.
"Hiç değişmemiş değil mi, Başak?" diye sordu Sinan sessizce. Sesini yükseltecek gücü kalmamıştı.
Derya Sinan'ın gözlerine baktı. Birşey demedi.
"Biliyor musun Ufuk?" diye sordu Sinan Derya ona yanıt vermeyince.
Sinan'ın gözlerine baktım. O kan çanağı olan gözlerine.
"Düş, annesini doğduğundan beri görmedi." dedi titrek sessizlik ile. Yutkundum. Sesli biçimde bir kere daha yutkundum.
"Belki de sırf bu an yüzünden görmemesi daha iyi olmuştur." dedim Sinan'ı avutmak için.
Pek yararı olduğunu zannetmiyordum. Derya kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Gülümsedi. Bu bir moral mimikleri idi. Kapı büyük bir gıcırtı ile tekrardan açıldı. Cani herif içeriye girdi. Sinan'a baktım. O ise Lia'dan gözlerini ayırmıyor idi. Şu an burada yaşanan veyahut yaşanacak hiçbir şey umurunda değildi. Bu barizdi.
"Çok çirkin bir görüntü!" dedi cani herif hüzünlü bir ses tonu ile.
Birinin ölümünü bu şekilde hiddetlice görmek onu da sarsmış gibi idi. Lakin kimin umurunda?
Sinan'ın büyük bir sinir ile nefesini bıraktığını duydum. Derya ayağa kalktı. Sinan Derya'yı büyük bir hırçınlıkla ittirerek cani herifin üzerine atladı. İkisi yerde boğuşuyor idi. Ben ise Derya'yı tutmuştum.
"Artık seni boğmamak için bana bir sebep söyle!" dedi Sinan yüksek bir ses tonu ile.
Dişlerini dehşet sıkmıştı. Elleri cani herifin boğazında idi.
"Beni öldürünce ömrün boyunca bir hücrede çürüyeceksin..." dedi cani herif kısık bir ses tonu ile.
Sinan cani herifin gırtlağını o kadar sıkmıştı ki. Konuşması imkânsızdı.
"Düş ne olacak?" diye sordu cani herif sinsice.
Sinan anlamsız bakışları ile cani herifin boğazını yavaşça bıraktı. Bilakis onu boğmak şu an tek can vereceği hakikatti. Sıkıca tuttuğum Derya'yı bıraktım. Minnet duyarcasına bir bakış attı. Sinan'a doğru koştu. Cani herif öksürmeye başladı. Sinan o an cani herifin boğazına tekrardan yapıştı.
"Sence bu seni öldürmeme engel mi?" dedi Sinan sinirlice. Cani herifin yüzü mosmor kesilmişti. Ölümüne ramak kalmıştı.
"Yapma!" dedi Derya bir anda Sinan'ın koluna yapışarak.
Sinan anlamsız bakışlarını Derya üzerinde yordu.
"Bırak Başak! Bırak da Lia'nın öcünü alayım. Bırak da bunca vakittir yaşanılan şeylerin öcünü bu iğrenç heriften alayım!"
"Hayır, bırakamam!"
Derya büyük bir sinir ile Sinan'ı çekiştirmeye başladı.
"Niçin böyle yapıyorsun Başak? Bundan sonra bizim ne işimize yarayacak bu adi herif?" dedi Sinan büyük bir sinir ile.
"Ufuk için abi. Lütfen!"
Anlamadım. Niçin ben?
"Sence şu an Ufuk benim ne kadar umurumda! Baksana buraya!" dedi Sinan ellerini cani herifin boğazından çekip Lia'nın bulunduğu cama götürür iken.
Cani hızla öksürmeye başladı ve odadan koşarak çıktı.
"Baksana! Lia ilk defa konuştu. İlk konuşması ölümü oldu!" dedi Sinan hıçkırıklarla ağlar iken.
Derya, Lia'yı her gördüğünde çığlığını tutamıyor idi.
"Özür dilerim, Lia." dedi Sinan hıçkırarak.
"Kızımızı da seni de koruyamadığım için affet beni."
Daha sonra arkada duyulan polis ve ambulans sesleri... Derya'nın akli dengesini kaybetmesi ve akıl hastanesine yatırılması...
Sinan'ın ise psikoterapi görüp Düş ile yeni bir hayat kurmaları... Derya'nın her gelen mektubu kısa ve öz oluyordu.
Orada tanıştığı insanları kısacık anlatıyor idi. Mektuplarında sık sık etrafını betimlemeleri bulunuyor idi. Derya'yı bu iki yılda ara sıra ziyarete gittim. Kimseyi görmek istemiyordu. Lakin artık iyileşmişti. Yarın onu akıl hastanesinden alabilecektim. Bu geçen zaman diliminde evden çıkmamış makale yazıyor idim. Makalelerden az miktarda kazandığım birkaç dolara geçinmeye çalışıyor idim. Ev bomboştu. Çadır yoktu.
Çadır ben o karanlık alanda bulunduğum vakit zarfı içerisinde yok olmuştu. Derya'nın mektuplarından anlattığı yazılardan anladığım kadarı ile yaşlılıktan dolayı kalbinde oluşan hasar yüzünden hayata gözlerini yummuştu. Lakin Derya bunun psikolojik bir yaşlanma olduğunu bahsedip hayata gözlerini yumduğunu beyan ediyordu. Belki de haklıydı. Puro içmeyi hiç bu kadar özlememiştim.
...
Şafak yavaştan söküyor idi.
Güneşin her doğuşunda bulunduğum karanlık alandan sonra her daim minnet duyuyordum. Bugün büyük bir gündü. Bugün Derya'ya iki yıl sonra kavuşacaktım. Bugün Derya için temizlediğim evinde iki yıl sonra Derya'yı görebilecektim. Hızla üzerime bir şeyler aldıktan sonra balkona çıkıp puro yaktım. Karşı boş arsa... Artık boş değildi. Etrafta renkli ekinezyalar... Önünde duran koca bir çocuk parkı...
1 yıl önce
"Tam burada." dedi Sinan hüzünlü bir ses tonu ile. Olay yeri inceleme etraftaydı. Sinan hakikatleri ortaya çıkardığı için mutlu idi. Lia için üzgündü. Lia'yı unutamıyordu. Lia'nın karanlığına Sinan gömülmüştü.
"Burada hiçbir şey yok." dedi olay yeri inceleme yüksek ses ile. Gözlerim anlamsızca Sinan'ın gözleri ile buluştu. Koşarak çınar ağacının yanına ulaştık. Sinan diz kapaklarını üzerine oturup kumları elledi.
"Anne!" diye seslendi yüksek ses ile. Sinan'ın omzuna dokundum.
"Bir işaret ver oğluna, yalvarırım!" dedi Sinan hüzünle. Buraya geldiği zamandan beri durmaksızın ağlıyor idi. Sinan kafasını kaldırdı.
"Şu arka tarafa da bakın, lütfen!" dedi Sinan anlam arayışı ile. Olay yeri inceleme arka ağaçların bulunduğu bölüme doğru koştu.
"Ya hiçbir şey çıkmazsa, Sinan?" diye sordum ümitsizce. Sinan kafası karışmış anlam ile gözlerime baktı. Kafasını indirdi.
"Çıkacak, Ufuk. Çıkacak... Yerini değiştirmesi imkânsız. O gün benim geldiğimi asla farketmemişti." dedi Sinan ümidini kaybetmeyerek. Onun cesareti bana ışık olmuştu. Kendi kendime birkaç defa 'çıkacak' diye tekerrür ettim.
İşte büyük bir mucize. Olay yeri inceleme koşturdu. Biz de o tarafa gittik.
"Bu bir yüzük!" dedi arkadan biri. Ne?
Sinan yüzüğe bakmak istedi.
"Bu yüzüğü hatırlamıyorum." dedi Sinan büyük bir hüzün ile.
Bu yüzük... "Ben hatırlıyorum." dedim kekeleyerek.
Gözlerim dolmuştu. Bu benim annemin yüzüğü idi. Sinan omzuma dokundu. Gözlerimi yüzükten ayıramıyor idim.
"Cevap versene, Ufuk!" dedi Sinan sinirle.
Gözlerine dolmuş gözlerimle baktım. Annemin yüzüğünün burada ne işi vardı?
"Annenin yüzüğünün burada ne işi var, Ufuk?" diye sordu Sinan büyük bir bağırış ile.
Sesi boş arsada yankılandı. Acayip. Arkada tekrar bir koşuşturma.
"Bu bir kemik!" dedi arkadan biri.
Kemik mi? Bizi o an alandan uzaklaştırdılar. Aklım yüzükte, gözlerim boş arsada...
Birkaç hafta geçmişti. Otopsi sonucu bugün geliyordu. Ben ve Sinan şömine başında oturmuş Sinan'ın elindeki kâğıda bakıyor idik. İkimizde açmaya cesaret edemiyorduk.
"Bu kâğıtta ikimizden birinin hakikati var, Ufuk." dedi Sinan hüzünlü bir ses tonu ile.
HAKİKAT...
"Ben açayım." dedim kâğıdı Sinan'ın elleri arasından alır iken. Ellerimin titrediğini o an farkettim.
"Eğer senin için sıkıntı olacaksa ben okurum, Ufuk." dedi Sinan muzip bir ses tonu ile.
Kafamı 'Hayır' anlamında salladım. Hakikatin er ya da geç ortaya çıkma huyu vardı. Şimdi olmasa daha sonra ortaya çıkacaktı. Şu an bunu açmamın bana vereceği hüzün ile açmamanın bana vereceği pişmanlığın arasında bir hayli durdum. Eylemlerim her daim düşüncelerimden bir adım önde duruyor idi. Yavaşça kâğıdı araladım.
...
KİŞİNİN DELİCİ ALET YARALANMASINA BAĞLI OLARAK, BAŞ VE YÜZ KISMININ KAFATASI VE YÜZ KEMİKLERİNİN KIRILMASININ GÖRÜLDÜĞÜ...
AİLENİN KİMLİĞİ;
ÇOCUKLAR; SİNAN T. BAŞAK T. ÖLÜ BEBEK T.
Ellerim titriyor idi. Ölü bebek mi? Derya'nın ölü bir kardeşi mi var idi? Belki bunu Derya bile bilmiyor idi.
"Sesli oku!" diye bağırdı Sinan.
Nasıl sesli okuyabilirdim. Kâğıdı Sinan'a uzattım. Okumaya başladı. Az vakit sonra kâğıt elinden yavaşça yere doğru kaydı. Bu kâğıdı görmek istemiyordum. Kâğıdı yanan şömineye fırlattım. Sinan ağlamıyordu. Sinan hıçkırıklarıyla bağırıyor idi.
"Keşke Başak burada olsaydı." dedi Sinan gözlerime bakarak.
Kafamı eğdim. Derya'nın yokluğu bana derinden dokunmuştu. Onun hakkında konuşmak boğazımı düğümlüyor idi.
1 yıl sonra...
Havanın can alıcı sıcaklığını hissettiğimde arkadan yel esmesini diledim. Daha sonra içeri geçip ayakkabılarımı giyip caddenin sonundaki paslanmış bisikletime bindim. Lakin bisiklet hareket etmiyor idi. Şimdi bunu tamir edecek vaktim yoktu. Derya'ya yetişmeliydim. Koşarak hızla birkaç cadde ötedeki araçlardan birine bindim. Elimi cebime attım. Hay aksi... Tüm bütçem evde idi. Hızla aracı durdurup araçtan indim. Çok geç kalmıştım.
Derya şimdi ne mutluluk içerisinde beni bekliyordur. Nefes nefese kalıp tekrardan bir başka araca yetiştim. Hastaneye en yakın caddede inip koşarak kapıya vardım. İşte Derya oradaydı. Bankta elinde bir çanta ile oturmuştu. Etraftaki çiçekleri izliyordu.
"Derya!" dedim yüksek bir ses ile bağırarak.
Kafasını kaldırıp gözlerime mutlulukla baktı. Dudaklarının yanındaki kıvrım hiç değişmeden tekrardan oluşmuştu. Derya koşarak yanıma geldi. Lakin koşmasına rağmen az yol kat etmişti. Çantasının ağır olduğunu farketmem zor olmadı.
"Geldiğin için minnet duyuyorum."
"Seni biraz daha burada bıraksaydım beni buraya kaldırırlar idi herhâl." dedim kahkaha ile.
Gülümsedi. Kırgın bir gülümseme idi bu. Onu anlayabiliyordum. Elinde tuttuğu çantayı elinden aldım. Tahmin ettiğimden daha ağırdı. Derya değişmemişti. Gülüşü değişmemişti. Anlamsız bakışları hâlâ yerindeydi. Bir tek saçları biraz uzatmıştı ve yüzünde bir kaç yara izleri bulunuyor idi. Bilakis bu yara izleri Derya'nın okyanus edası gözlerinde yaşayan hüzünlü balıklar gibiydi. Biricik Derya...
"Sana sarılabilir miyim, Ufuk?" dedi Derya nazikçe.
İçinde uçuşan kırgın kelebekleri görmek ne kadar huzur verici idi. Derya'nın kelebekleri... Belki de Derya'mın kelebekleri... Kollarımı açtım. Yavaşça kollarını belime sardı.
"Minnet duyuyorum." dedi gülümseyerek.
Derya'dan gelen kumsal kokusu... Derya'nın has kokusu... O an Derya'yı ne kadar çok özlediğimi farkettim.
"Minnet duyuyorum." dedim gülümseyerek bende.
Lakin Derya kendini huzursuz hissetmesin diye ben Derya'ya sarılmıyor idim.
Geçen az vakit sonra eve varmıştık. Derya'nın kapının önüne geldiğinde ilk dikkatini çeken unsur karşıdaki boş arsanın artık boş olmadığı idi.
"Ufuk!" dedi Derya mutlulukla. Karşıda çocuklar parkta çılgınca oynayıp çığlık atıyordu.
"Derya!" dedim gülümseyerek.
"Sen çok çok iyisin. Minnet duyuyorum." dedi gözleri dolarken.
Yanağına dokundum. Yara izleri ile dolu yanağına. Bir damla gözyaşı elime döküldü. Elime dökülen bir damla gözyaşı değildi. Elime dökülen bir okyanus parçası idi... Elimi çektim. Eve girdik. Derya'nın evinin bulunduğu kata geldik. Bu ev benim değildi. Bu ev Derya'nın evi idi bundan sonra.
"Biraz dinlen sen." dedim Derya'ya dönerek. Gülümsedi ve evine girdi.
Eve geçince içime doğan huzurla art arda iki tane puro yaktım. Bugün içimdeki huzur ve mutluluk anlatılmaz zamansızlıkta idi. Mutfağa geçip bol soslu bir barbunya hazırladım. Ardından biraz boza hazırladıktan sonra masa dekorasyonuna geçtim. Masanın üzerinde duran büyük gramofon. Onu biraz kenara itip masayı güzelce döşedim. Lakin bir şey eksikti. Bu döşeme içime sinmemişti. Mum eksikti. Romantik bir akşam yemeğinde ortada duran mumlar olmalı idi. Yahut evde mum var mıydı?
Kanepeyi biraz araladım. İşte orada. Tozlanmış bir biçimde bana doğru 'Beni artık kullan' diyen iki tane koca mum bana bakıyor idi. Tozlarını güzelce aldıktan sonra ortaya koydum. O an şömine üzerinde duran ekinezyaları farkettim. Mazide annemin kullandığı eskimiş kırık bir vazoyu alıp kurumuş ekinezyaları zor bir hamle ile içine yerleştirdim. Bir az vakitten sonra kapının tıklaması ile kapıyı açmaya gittim. Tahmin ettiğim gibi Derya gelmişti.
"Gelebilir miyim?" dedi Derya nazik bir tavır ile.
Saçları hafif ıslaktı. Derya'nın deniz kokusu tüm eve bir an içerisine yayılmış gibiydi.
"Aaa pardon tabi gelebilirsin. Minnet duyarım." dedim gülümseyerek.
Şu an nasıl görünüyordum hiçbir fikrim yoktu. Lakin birşeyden çok emindim. Derya harikulade duruyor idi. İçeri geçtikten sonra Derya masayı farketti. Çehresinde koca bir gülümseme oluştu.
"Bunlar bana mı?"
Kafamı salladım. Başka kime olabilirdi?
"Romantik bir akşam yemeği ve mumlar." dedi kekeleyerek.
Uzun zamandır böyle bir an yaşamadığını ve böyle bir vakte hasret duyduğunu anladım. Gülümsedim.
"Bir de ekinezyalar." dedi çehresindeki gülümseme söner iken. Hata mı yapmıştım?
"Ben, pardon. Bilemedim, Derya. Üzgünüm." dedim ne dediğimi bilemeyerek.
Vazoyu masadan çekip elime aldım. Derya o an vazoyu elimden almak için elime dokundu.
"Ufuk!"
Bakışlarımı ellerimdeki ellerinden kaldırdım ve Derya'ya yoğunlaştırdım.
"Ben artık eskisi gibi güçlüyüm. Lütfen bugün bu ekinezyalar da bizimle beraber bu masada bulunsun." dedi gülümseyerek.
Beni avutma gülümsemesi idi bu. Vazoyu ellerimden alıp masaya mumların arasına bıraktı. Gramofona doğru ilerledim. Derya burada yokken yeni plaklar almışım. Lakin hiçbiri Derya'nın getirdiği plaklar kadar hoşuma gitmemişti.
"Hangi plak?" dedim Derya'ya dönerek.
Yanıma geldi; "İlk çaldığımız plak." dedi sessizce.
Hatırlıyordum. İlk şarkımızı hatırlıyordum. Derya'nın yanında iken neyi unutabilirdim ki?
"ŞİMDİ ARTIK GÖZYAŞLARI GEREKSİZ AKMAMALI,
ALIŞMALI KENDİ YARAMIZI KENDİMİZ SARMAYA..."
Derya'nın ömrümde hiç duymadığım güzellikteki ses tonunun parçaya eşlik edişi huzur verici idi.
"Sen otur istersen, ben yemekleri doldurup geleyim." dedim parçanın durduğu bir bölümde.
Kafasını salladı. Mutfağa geçtiğimde aklımda olan tek sual 'Derya'nın ölü bir kardeşi mi vardı?'. Artık ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu kavramıştık. Hayat bunu bize zoraki bir biçimde öğretmişti.
Yemekleri doldurup birde boza doldurup içeri geçtim. Derya kafasını masaya yaslamış şarkı ile beraber mırıldanıyor idi. Geldiğimi farkettiğinde kafasını kaldırıp bakışlarını bol soslu barbunyalar üzerinde gezdirdi.
"Uzun zaman olmuştu, barbunya yemediğim." dedi kahkaha atarak.
Niçin kahkaha atmıştı? Anlamsız bakışlarımı gözleriyle buluşturdum. Kahkahasını durduramıyor idi. Kahkahasına hasrettim. Lakin ben de anlayıp kahkahasına şu an ortak olmak isterdim. Derya'yı hiçbir konuda yalnız bırakmak istemiyor idim.
"Derya seni bu kadar güldüren şey ne?" dedim gülümseyerek.
"Barbunya'yı kaldığım hastanedeki kadının kafasından aşağı dökmüştüm." dedi kahkaha atarak.
Ona eşlik ettim. Derya ve çılgınlıkları. Hiç yabancı gelmiyor idi. Hızla konuşmadan yemekleri yedik. Derya'nın bu kadar hızlı yemek yeme alışkanlığı hoşuma gidiyor idi. Yemeğini yedikten sonra gözü şömine önünde duran kendi gönderdiği zarflara takıldı. Niçin?

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 09, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Ah-U DeryaWhere stories live. Discover now