Bölüm ~2~ DEVRAN TERS DÖNER, KUZU KURDU KAPAR

103 36 14
                                    

Bir hışımla masama gelip dosyaları kurcaladım. O dosyayı bulmam gerekiyordu. Bir dosyanın maaşımı fena etkileyebilirdi. Ama içimde tek ses: "Bunu yapanı bulup yanına bırakmayacağım." diyordu ısrarla bir o kadar da sinirle.
"Ufuk, ne bu sinir her yeri birbirine kattın.?"
"Düşünebiliyor musun? Bir dosyan henüz tamamlanmadan senden gizli patrona veriliyor ve maaşından onun parası kesiliyor." dedim hızla ve sinirle. Resmen sinir küpünü aşıp, küpümden fırlayıp tek uydu aya çıkacaktım.
"Üzüldüm gardaş, akşam gel ben gideceğim kafa dağıtmaya senide beklerim." dedi üzülerek.
"Aynı yere mi?"dedim ses tonumun düştüğünü fark ederek.
"Evet bir sakıncası yok değil mi?" dedi merakla.
"Yok öylesine sordum." dedim ve masama geçtim.
Kalan dosyaları isteksizce düzenledikten sonra akşam mesaisinde Tolga ile yola çıktık. Hay aksi.! Yağmur mu yağıyordu?
"Fena kızmışsın Ufuk baksana gökyüzün yağmur yağdırıyor." dedi..
İsmimin anlamını söylüyordu resmen kapşonunu kafasına çekerken. Pek birşey demedim. Sırıttım sadece. Çünkü bugün olanları unutamıyordum. Yaklaşık beş yıldır kendi ayaklarımın üstünde durmaya başlamıştım ve patronumdan her ne kadar memnun olmasam da işimi severek yapıyordum. Bilakis herşey bu beş yılda hiçbir şey yokmuş gibi ilerlemedi. Ara ara pürüzler oldu.
Gerek dosyaların eksik gelmesi gibi, gerek verilen miktarla yazılan miktarı kafa dağınıklığıyla yanlış geçirmem gibi...
Ama bilerek yapılan birşey yoktu. Düşmanım vardı da kimdi?
"
İyi günler kamburlu amcam." dedi Tolga dükkana girerken gülümseyerek.

"İyi günler delikanlı, kamburum beni ilgilendirir." dedi.
Kaşlarını çattırmasından belliydi, baya sinirliydi.
"Hayrola amca, seni bu kadar sinirlendiren şey nedir?" dedi sonlarda bir masaya otururken.
Karşısına geçtim.
"Bir bilseniz başıma neler geldi." dedi. Üzgün olduğu gözlerinin dolmasından belliydi. Daha sorumuzu sormadan kendi atladı.
"Oğlum karaborsacıların elinde."
Tolga ile birbirimize baktık. İkimizde aynı anda güldük.
"Ne o ciddiye mi almadınız?" dedi. kamburlu amca kızarcasına.
"Karaborsa kaldırılmamış mıydı amca? Sen baya eskide kalmışsın." dedi Tolga hâlâ gülmeye devam ederken.
"Ben hakikati söylüyorum delikanlı. Çocuğum karaborsacıların elinde"dedi ciddiyetle.
"Sen nereden biliyorsun amca?" diye sordum merakla.
"Bir arkadaşım söyledi. Zaten birkaç gündür ondan haber anlamıyordum." dedi üzülerek.
"Amca canını sıkan şey buysa boşver, oğlun gelir birkaç güne biraz daha bekle. Bak ben de eve haber vermiyorum kaç gündür işler yüzünden." dedi onu teselli edercesine.
Kamburlu amca teselli olmuştu belki. Tebessüm etmek istedi ama zorlandı. Bir insanın evladıyla sınanması kötüydü. Belki de bunu evlat sahibi olunca çok daha iyi anlayacaktım.
"Bi isteğiniz var mı gençler?" dedi eski hayatına dönerken.
"Ortaya biraz meze getir amca, ne dersin Ufuk?" dedi kararımı almak isterken.
"Olur." dedim cebimden puro çıkarırken. Amca uzaklaştı.
"Sence de bu puro işini pek abartmıyor musun gardaş?" dedi Tolga..
"Can sıkıntısı." dedim..
M

ezeler bir süre sonra geldi. Bir yandan sohbet ederken bir yandan yavaş yavaş mezeleri yemeye başladık. Bu mezeler kamburlu amcanın elinden ise resmen harikulade..
Aklım hâlâ bugünün olayı vardı...
Bu dosya bir şirket için önemli ve ben onu bomboş gönderdim.
Acaba zararı ne olurdu?
Kim yapmış olabilirdi?
Turna desem, o masasının üstündekileri patrona götürüyor ve özellikle de dosyayla uğraşmazdı.
Tayfun desen her gün ayrı ayrı depresyonda, kimseyle uğraşmaz.
Tolga desen benim kötülüğümü isteyecek biri değil.
Kızlardan benimle derdi olan yok. İyi ama nasıl bulabilirim?
"Hâlâ aynı evde mi kalıyorsun gardaş?" dedi Tolga.. Daldığımı görecekki kafamı dağıtmak istercesine.
"Ah evet." dedim gülümseyerek. Devam ettim .
"Başka bi yere geçmeye niyetim yok. Ailemden bana kalan tek şey orası." dedim..
Moralim bozulmuş. Farketmiş olacak ki;
"Alt katın boş mu hâlâ evinin?" diye sordu sıcakkanlılıkla.
"Evet ara sıra inip temizlerim." dedim.
"Hâlâ kiralamayı düşünmüyor musun gardaş?" diye sordu merakla.
"Alacaklı mısın yoksa, öyle sorduğuna göre?" diye sorusuna soru yönelttim.
"Ah yok ben ailemle yaşıyorum. Tek eve çıkmayı da düşünmüyorum gardaş." dedi
ve devam etti.
"Neden boş kalıyor orası, bir kiraya verirsen haftalık veyahut aylık paranı alırsın. Güvenilir biri de olsa ne alâ. Hem bugün yaşanan olayından sonra paranı oradan çıkar." dedi destekleyerek.
Son cümlesi dikkatimi çekmişti. Güzel bir bütçeye kiralarsam ve işyeri maaşımlada iyi geçinirim. Biraz da birikim yapsam doyum olmaz keyfime.. diye düşünürken bir soru takıldı aklıma.
"İyide kim o patika yerde kiralık ev olduğunu nereden bilecek? İşlek bir yer değil ki orası." diye sordum merakla.
"Orasını da düşündüm tabii. Birkaç ilan yazıp ağaçlara, duvarlara, köşe bucağa asarsın. Zaten merak etme insanlar artık şehir hayatında mutlu değil, patika alanlar istiyor." dedi cevaben.
Bu fikir aklıma yatmıştı.
"Bilakis sen ne kadar şehir hayatının o çok katlı binaların rahat olduğunu düşünsen bile.." dedim espiri yaparcasına.
Gülüştük..
...
Eve geç bir saatte geldim. Çadır sırılsıklam olmuş olacak ki kapıda beni karşıladı. Ona birkaç bayat ekmek verip birde şömineyi yakıp kağıt kalem alıp ilan hazırlamaya koyuldum.
KİRALIK EV. TANIK CADDESİ, SON PATİKA YOL, BÜYÜK ARSA KARŞISI.
Evet güzel olmuştu.
...
Baya geç uyandım. Sebebi ise dün geç uyumamdan kaynaklanıyordu. Hazırlandım ilanları asmak üzere yola çıktım. Giderken bir kaç hafta önce hayata gözlerini yuman Asuman teyzemin oğlu Uğur'u gördüm. O günden sonra düğün yapmamaya karar vermişti. Aile içinde imza atmışlardı sadece. Ne kadar da bırakmıştı kendini. Ne kadar da solmuştu. Tıpkı annesine benziyordu. Onun gibi peltek konuşup, onun gibi gülüşü vardı. Beni görmüş olacak ki, gülümseyip yaklaştı. Ama bu gülümseme sahteydi. Hemen anlarım.
"Sabah şeriflerin hayrolsun Ufuk. Nereye böyle?" diye sordu.
"Alt evimi kiraya vermek için ilan asacağım." dedim..
"Acelen var baya, hadi sana kolay gelsin, ben de eve geçeceğim." dedi..
...
Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Ama üzerime yoğun bir yorgunluk hükmetti. Ayaklarım çok ağrıyordu.
"Bu patikaya kim gelebilirdi ki?
Tolga'nın aklına uydum, sonum hayrola." dedim kendi kendime.
...
Eve varınca elimi dahi kıpırdatamıyordum. Dışarıda fena bir şekilde dolu yağıyordu. Resmen muharrir edasıyla bir elimde kalem bir elimde kağıtla şömine başında düşüncelere dalmıştım. Bu gece de sınırlarımı zorlayarak ve genişleterek aklımı damıtıyordum.
Hayat neden aklımdakiler ile hep ters? Bilakis aklımda Neşet Ertaş'ın
"Efendim, saygısızlık olmasın, ceketimi çıkartabilir miyim? " sözü kadar saygılı temiz bir hayat yatıyordu.
Ah be Neşet Baba.. Bir sonraki sözün gibiydi hayat;
"Ben insanlara ibret alsınlar diye yazdım söyledim, onlar oynamayı tercih etti." demiştin.
Ağzına sağlık Neşet Baba bu ne kadar da doğru imiş.
...
Uykumu alamadım fazla mı geç uyudum?
Nedir bu gürültü?
Ev başıma mı yıkılıyordu?
Kapıya kim bu kadar hızlı vururdu?
"Geldim." dedim yataktan kalkarken..
Uykulu gözlerimle hâlâ etrafı göremiyordum.
Işığı açtım. Kapıyı açmak için kapıya yöneldim.
Kapıyı açtım. Karşımda ki Derya idi..
Rüyada mıydım?
Uyanmalıyım acilen, ben onu rüyamda görmeye alışık değilim, hiç görmedim. Hayır rüya değildi. O okyanusa haset çeken gözleri, simsiyah küt saçları.. En son gördüğüm de kahkülü var mıydı? Hatırlayamıyordum.
"Kusura bakma rahatsız ettim, daha şafak vakti gelmedi." o kırmızımsı dudaklarından çıktı bu sözler.
"Yo yo yok sorun değil ben biraz geç uyumuştum." dedim.
"Ben kiralık ev için gelmiştim, sahibi sen misin?" diye sordu gülümseyerek.
Sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi samimi konuşuyordu benimle.
İyi de sabahın bu vaktinde neden gelmişti?
Hiçte uykusu varmış gibi görünmüyordu. Neydi bu? Bir çeşit yarasa mı?
Kesinlikle insan olması imkansız idi.
"E evet benim."
Bir kadın ile nasıl konuşulurdu bilemiyordum. Kekeliyordum sıklıkla. Bilerek yapmıyordum.
Çok mu geç cevap veriyordum kıza?
"Bakabilir miyim içeriye?" dedi..
"Tabi anahtarını alayım." diyerek içeri yöneldim.
Kendime gelememiştim. Acilen elime yüzüme su vurmam gerekiyordu.
Ne yapacaktım?
"Geldim, önden buyur lütfen."
Ne yapıyordum ahh! Erkeklik falan mı taslamaya çalışıyordum. Önden buyur. Neydi bu? Tam rezil oldum herhalde? Kapıyı açtım. İçeri geçtik.
"Vay güzelmiş, şömineyi özlemişim." dedi büyük hevesle.
"Güneş enerjisi vardır, şömine için aşağı bodrumda önceki seneden kalma odunlar var. Birkaç güne yenilerini keserim." dedim bir nefeste.
"Biz tanışıyorduk, sen adımı biliyorsun ben bilmiyorum." dedi gülümseyerek.
"Ufuk.. Adım Ufuk." dedim.
Bu kız ne yapmaya çalışıyordu anlamadım.
"Peki Ufuk, kira nedir?" diye sordu.
"Ben aslında kirayı henüzbelirlemedim. Birkaç güne size söylesem olur mu?"
Hay aksi kiraya veriyorum evi lakin kira belirlemeden. Kafayı yiyordum resmen.
"İyi o zaman siz kirayı belirlediğiniz zaman işyeri adresimi bırakıyorum bu kağıtta yazılı. Lütfen gelip beni haberdar edin." dedi tebessümle.
Karşılığında bende gülümsedim. Kapıya yöneldik. Elini uzattı. Sıktım.
İnce parmakları, sıcacık teni vardı.
"Hayırlı sabahlar dilerim Derya'yı izleyen Ufuk." dedi ve arkasını dönüp çıktı ilerledi.
Arkasından bakakaldım.
Şoka mı girmiştim? Her yanım buz kesildi.
Derya'yı izleyen Ufuk hımm..
Bilerek mi demişti acaba?
Ufuk her daim Derya'yı izler gerçek anlamıyla doğrudur.
Bana bilerek mi demişti?
Anlayamıyordum.
Bu saatte neden gelmişti. Şafak bile sökmeden...
Offf Kafayı yemeliydim.
...
Aradan birkaç gün geçmişti.
Bugün maaş günüydü hayırlısıyla. Bir dosya yüzünden maaştan ne kadar kesileceğini merak ediyordum. Zarflar üzerinde herkesin imzalı mühürü bulunacak şekilde dağıtıldı. Şimdi açmayı planlamıyordum. Öğle arası açacağım.
...
Sadece 10 dolar mı? Kafayı sıyırmış bu patron.. Bir dosyadan 10 dolar mı kırılır? Acep içinde hangi önemli birimler vardı ki bu kadar yüksek mebla hesaplanıp kırıldı? Ben ne alacaktım bu parayla? Zaten yemek ihtiyaçlarım yüksek mebla tutuyordu. Ne yani? Kaç haftadır emeklerinin karşılığı bu muydu?
Çok sinirliydim. Bunu yapanı bulmalıydım.!
Hızla yemekhaneden kalkıp masama geçtim. Bugün iştahım hiç yoktu. Göz ucuyla birkaç kişiyi akıl süzgecimden geçirdim.
"Bu Selçuk neden etrafa şüpheli şüpheli bakışlar bırakıyor hep, ne kadar gizemli bir çocuk. Bu mu dosyamı bilerek veren kişi?" devam ederek...
"Off bilakis bunun benden bile haberi yoktur." dedim onu es geçerek.
Karşıdan Ayça ve Tolga gülerek geliyordu. Bu ikisi yakın olduklarından beri çehrelerinden gülümseme eksik olmuyordu, bunu o an farkettim. Baktığımı görecek ki;
"Bu ne somurtkanlık Ufuk." dedi Ayça. Tam cevap iletecekken Tolga atıldı.
"Ne kadar bütçe aldın, gardaş?" dedi gülümseyerek.
"Lafımı ağzıma tıktın, Tolga." dedi Ayça sinirle.
"Ah kusuruma bakma." dedi bir çocuğu teselli edercesine.
Ayça da gülümsedi. Böyle şeyleri pek takacak değillerdi. Gülmek dudaklarından çok kalplerine, akıllarına işlemiş gibiydi.
"On dolar aldım ve somurtkan olmamın sebebi de bu herhal." diye cevap verdim.
"Ah sevgili Ufuk, baya az bir para almışsın." dedi Ayça kolumu sıkarak. Gülümsedim.
"Dosyanı bile isteye verenin hâlâ kim olduğunu bulamadın mı gardaş?" diye sordu merakla Tolga.
"Ne mana da yaşandı bu bahisler hiçbir fikrim yok hâlâ bulamadım." diyerek cevap verdim.
Gözleri etrafı izledi bir süre Tolga'nın belki de kuşkusunu çeken birileri vardı.
"Ne o Tolga bakınıyorsun?" dedim.
"Kim yapmış olabilir diye bakınıyordum ama kimseyle pek münasebetin de yok. Kimsenin seninle bir husumeti de yok. Acayip." dedi.
Aklında olanları merak etmiştim.
"Acayip olan ne?" diye sordum merakla.
"Dışarıdan bir husumetin olan bir kaç şahıs varsa onları listeye al bence çünkü içeri temiz duruyorsa dışarı arınmalı." dedi.
Ne o bir kadı edasıyla konuşmuştu. Ben, Tolga ve Ayça güldük. O bile kendi dediğine gülüyordu.
"Kadı gibi konuştun da ondan akıllım." dedi Ayça gülerek.
"Fikir sunmakta yasaklanmış ey ihlal edilesi kanun." dedi kahkaha atıyordu artık.
Ayça da ona katıldı. Ama ben sadece sırıtıyordum. Şu an kahkaha atmak gerçekten istemiyordum. Bu durumu farkedecek olacak ki ikiside birbirine bakarak yavaşça gülmeyi bıraktı. Ayça aklımı dağıtmak için;
"Aslında bu kadar güldük ama Tolga haklı olabilir Ufuk." dedi. Mantığıma uyuyordu.
"Velhasıl iç kesim temiz olduğuna göre o gün içerisinde buraya dış kesimden gelen herhangi bir şahıs olabilir diyorsunuz." dedim.
"Sakin bir patikadayız, tektük insan geliyor. Gelenler ise başka yatırım bürolarından." dedi Tolga.
"İyi de gelen kişileri nasıl öğreneceğiz." diye sordum merakla.
"Güzel vurgun, orasını da düşündüm." dedi Tolga ve hızla devam etti. "Hemen hemen her gün aynı şahısları burada dosya işlemleri olsun, tahsis etme işlemleri olsun görüyoruz. Bundan sonraki birkaç gün bunu araştırıp dikkatini çeken kim ise onu bulabilirsin." dedi.
Artık masasına geçmesi gerekiyordu.
Öğle arası mesaisi bitmişti. O masasına giderken arkasından düşündüm. Dedikleri akla yatıyordu. Yatırım büroları... Hay aksi nasıl unuturum. Yatırım bürosu demişken Derya geldi aklıma. Ona haber vermeliydim bu kira konusunu kararlaştırmıştım.
"İyi ama adresini yazdığı kağıt nerede?" dedim farkında olmadan.
"Birşey mi istedin Ufuk?"dedi yan masamdaki Tuğba. Sesli düşünmüştüm farkında olmadan.
"A yok." dedim hemen. Ne istiyordu bu kız benden. Acilen kalkıp kabanımın cebine baktım. Yoktu. Evde mi bırakmıştım? Yoksa düşürmüş müydüm? Of neydi bu başıma gelen. Akşam eve gidip heryeri arayıp kesinlikle o adrese gitmeye karar vermiştim.
...
Eve varana kadar sırılsıklam olmuştum. Dışarıyı dehşet bir sonbahar yağmuru bastırmıştı. Eve varınca o kağıdı aradım. Şöminenin yanlarına, yatağıma, tegzah üstlerine hiçbir yerde yoktu. Neredeydi bu? Bulmam gerekiyordu. Çadır kapıda resmen boğazı çıkacakmışcasına bağırıyordu. Kapıyı açtım.
"İşte benim oğlum, nerde buldun bu kağıdı."
Havlıyordu. Kağıt ağzındaydı. Hiçbir zaman hislerimde yanılmam Çadır ile bizi bağlayan bir bağ vardı. Beni hissedebiliyordu.
Hemen kabanımı geri giyip koşarak evden ayrıldım. Dışarıda sel yağar gibi yağmur yağıyordu. Sırılsıklam olmuştum ama pek de önemli değildi..
Baya geç olmuştu. Yarın direkt iş çıkışı gidebilirdim. Ama gitmem gerektiğini söylüyordu içimden bir ses.
...
Yazdığı adres koca bir yatırım bürosunun adresiydi. İyi ama ışıklar sönüktü. Bu saatte mi? Özellikle bu çok katlı büyük yatırım bürosu.. Belki de bu çok katlı evlere dair öğrenmem gereken önemli şey ise tek katlılara göre daha tez kapandıkları idi.
Biraz etrafında gezindim. Sırılsıklam olmuştum. Kabanımın kapşonu beni koruyamayacak derece ıslanmıştı. Saçlarımdan sular damlıyordu. Biraz bu yatırım bürosunun çatısının altında durup yağmurdan korunsam fena olmaz diye düşündüm. Evet burası iyiydi. Dışarıda oturmak için insanları bile düşünmüşlerdi. Birkaç tahtadan yapılmış bar sandalyeleri duruyordu köşelerde.
...
Yağmur dinmişti. Ama bu uzun sürmezdi. Gitmem gerekiyordu acilen. Biliyordum gelmemem gerektiğini..
"Ah yarın iş çıkışı gelseydim ne olacaktı sanki bu cefaları çekmeyecektim. " dedim kendi kendime. Tam gidecekken kulak tırmalayıcı bir fısıltı sesi duyuyordum. Etrafa baktım. Nereden geliyordu bu ses? Çok katlı yatırım bürosunun arka tarafından geliyordu. Bundan kesin emindim. Gitmeli miydim? Merakım düşünmeme engel oldu ve gitmeye karar verdim. Çok yavaş yürüyordum. Köşeye gelince dönemeçte durdum. Yatırım bürosunun arkasında küçük tek katlı bir kulübe vardı. Neydi bu? Işıkları da yanıktı.
İlerledim. Pencere açıktı ses oradan geliyordu. Bu fısıltıları duymamak elde değildi. Çünkü bağırır derecede fısıltı vardı. Sanki birini susturmaya çalışıyorlardı. Kulübeye doğru ilerledim. Camın yanındaki duvara yaşlanmış korkudan tir tir titreyerek konuşmaları dinlemeye başladım.
Birşey anlaşılmıyordu. Başka bir dil idi bu. İşimin verdiği yetki burada devreye giriyordu. Bu dil Fransızca idi.
"Quand auras-tu l'argent petite fille."
"Paraları ne zaman alacaksın?" dedi kalın bir ses.
"Pas encore."
"Henüz değil" dedi bir kadın sesi.
Ne kadar tanıdıktı bu ses..
Bu ses Deryanın sesiydi. Nerede olsam tanırdım. İyi ama ne parası? kızın başı dertte miydi?
"Pense à ce qui va arriver à ton frère"
"Kardeşine neler olacağını düşün" dedi o ses daha sert çıkarak.
"Ona dokunursan, seni öldürürüm." dedi Derya.. Bu kez bunu kendi dili ile söylemişti.
O an Derya' nın büyük bir çığlık sesini duydum. Ona ne olmuştu bilmiyordum. Birşey yapmalıydım. Böyle duramazdım. Ama nafile, ne yapabilirdim ona?
Onu da mı kaybetmiştim herkes gibi. Daha tanımadan üstelik. Bu çok acı vericiydi. Acilen buradan gitmeliydim. Burada kalsam başım daha da derde girerdi ve Derya'yı asla kurtaramazdım.
"Ahh" Hay aksi bu çalı neden ayağıma takıldı. Yere yapmıştım.
"Kim var orada." dedi gür bir ses. Bu tarafa geliyor.
"Sen neden rahat durmuyorsun." dedi o ses devamında.. Gölgesini görebiliyordum. Önüme birşey fırlatıldı. Gözlerimi açmak istemiyordum. Cesaret ettim ve açtım..
"Çadır." dedim sessizce. Adi herif Çadır'a tekme atmıştı ve önüme fırlatmıştı. Yakalanmadım ama Çadır kötü durumdaydı. Ayağa kalkamıyordu. O gırtlaktan gelen sesi.. Havlayamıyordu. Belli ki canı çok acıyordu. Onu kucağıma alıp bir çırpıda o lanet olası yerden eve gidiyorduk. Çadır hiç durmadan değişik sesler çıkarmaya devam ediyordu. Bende sırılsıklam olmama bakmadan eve doğru hızlıca koşar adımlarla ilerliyordum.
"Bu köpek ne zamandır böyle ağırlaştı?" dedim kendi kendime.
...
Şafağa doğruydu. Eve varalı çok olmuştu. Çadır çoktandır uykuya dalmıştı. Şömine başındaydık. O uyuyordu. Eve gelir gelmez neresinde acı olduğunu öğrenmek için onu muaeyene ettim. Sol arka bacağına tekme atmıştı o vahşi herif. Birkaç sıcak bez parçası sardım sol arka bacağına. Daha sonra bir dal parçasını bacağına sardım. O öylece uyuyakaldı. Benim derin düşüncelerim, acılarım hafiflesin veyahut geçsin diye kim saracaktı zihnimi...
...
Hiçbir şekilde uyuyamamıştım. Ben sabaha kadar Çadır'ı izlemiştim.
Bugün tekrar Derya'yı görmeye gidecek miydim? Durumu nasıldı?
Kafamın içindeki büyük taarruza engel olamıyordum. İşyerinde öğle arasında iştahım asla yoktu. Zaten pek birşeyde kalmamıştı yiyeceğim evde. Acilen patika sonlarına dizilmiş uygun fiyatlı dükkanlardan birkaç birşey almalıydım. İş çıkışı saati gelince yine her zamanki gibi dosyalarım tamamlanmıştı. Ama bugün ki rahatlama eskisi gibi değildi. İçim bir kötüydü. Kuşkulanıyordum her geçen vakit. Dışarıyı bastıran yağmur durmuştu bugün. Ama her an o kara bulutlar üstümdeydi. Hafif damlalar serpiştiriyorlardı.
Aslında her yağmur yağdığında aklıma annem geliyordu. Babam öldüğünde gözünden akan seller geliyordu aklıma. Belki de bir travma yaratmıştı bana. Kim bilir?
Düşüncelerim ve kuşkularım ile Derya'nın çalıştığı büyük yatırım bürosuna vardım. Işıklar hâlâ yanıyordu. İçeri girdim. Karşımda büyük bir masanın arkasında bir kadın sekreter gelenlerin isimlerini alıyordu. Aklıma o an bizim küçük büroda neden bunun olmadığı geldi. Eğer olsaydı o gün kim dışarıdan gelmiş ise onu bulup yaptığı kötülüğün hesabını sorabilirdim.
"Buyrun, hoşgeldiniz beyfendi, isminiz nedir?" nazikçe gülümseyerek sordu.
"Ufuk." diye cevap verdim kestirerek.
"Ne için gelmiştiniz." diye sordu tekrardan gülümseyerek.
"Ben birine bakmaya gelmiştim." dedim temkinlikle.
"Aradığınız kişinin ismini öğrenebilir miyim?" diye sordu tekrardan.
Hâlâ nazikçe gülümsüyordu. Garipsedim, bizim büroda ki asık suratlı bireyleri görünce böyle yeni bireylerle bir araya gelmek, garip geldi. Bir de durmadan sorular soruyordu. Hakikaten temkinlilerdi bu konuda. Uzun süre sonra cevap vermemem bu sefer ise onu garipsetmişti.
"İyi misiniz, beyfendi?" diye sordu.
"Sorun yok, sadece yatırım sorunları." dedim.
"Anlıyorum." dedi. Devam etti.
"Görüşmek istediğiniz kişinin ismini öğrenebilir miyim?" diye sordu tekrardan.
"Derya." dedim.
Kadın bir anda önündeki kağıttan kafasını kaldırıp, gözlerimin içine baktı. Neydi onu bu kadar meraklandıran, sadece bir isim söyledim.
"Öyle biri yok Beyfendi burada." dedi. Artık gülümsemiyordu.
"Nasıl yok, geçen verdiği adres buranın adresi. Burada çalışması gerekiyor." dedim telaşla.
"Beyfendi, verdiği kağıda bakabilir miyim?" dedi.
Kağıdı kabanımın cebinden çıkarıp kadına uzattım. Uzun süre baktı.
"Kusura bakmayın beyfendi, böyle biri yok burada." dedi tekrardan.
Ne yapmalıydım?
İçeri girip Derya'yı bulup, Derya sana yok diyorlar falan mı diyecektim?
Of saçmalama ufuk. Çık git bu lanet yerden.!
Çıkışa ilerledim. Ama geri durdum. Arkama baktım. Derya içeriden çıkabilirdi beklemeliydim belki de.
"Her neyse Ufuk, bugünlük bu kadar." dedim kendi kendime.
Çıkıp patika sonundaki dükkanlara ilerledim. Kafam henüz iyi değildi. Ama yaşamam için birkaç yiyecek de almam gerekiyordu. Bu 10 dolar ne işime yarayacaksa?
...
"Hayırlı günler Şeref abi." dedim gülümseyerek.
Şeref abi bir kasap sahibiydi. Kilolu bedeni, hafif saçları bulunan kafasıyla gayet sempatik görünüyordu bana göre.
"Ooo sana da Ufuk, seni buralarda görmek güzel." dedi et keserken. Ve devam etti.
"Ne istiyorsun söyle bakalım?" diye sordu.
"Üç dolarlık et istiyorum, Şeref abi." dedim.
Gözlerimin içine baktı.
"Üç dolarlık et gerçekten istiyor musun Ufuk?" diye sordu.
Neydi bu kadar küçümsenecek şey anlamadım.
"Evet, kendim yemeyeceğim. Köpeğim var evde ona vereceğim." dedim tebessüm ederek. Zor tebessüm ediyordum.
"Sen bildim bileli diyettesin Ufuk." dedi. Ama bana bakmıyordu hâlâ.
"Et pek sevmem." dedim.
Bu yalana ne gerek vardı? Bütçem yok demek zor muydu Ufuk?
Kendimi mahçup etmek istememiştim. Ezelden beri böyle bir huyum vardı ve bu huyumu yadırgıyordum.
"Tamam sana iki dolarlık et vereceğim, hatta biraz daha fazla vereceğim köpeğinin midesi bayram etsin." dedi. Bana baktı. Bilerek mi fazla verecekti? Yalan söylediğimi anlamış mıydı? Yahut ben pekte belli etmemiştim.
Hazırladığı poşet eti alıp, karşılığını verip karşı ayakkabı dükkanına geçtim. Ne kadar da güzel ayakkabılar vardı? Benim ayakkabım hem ayağımı sıkıyordu, hem su geçiriyordu. Bu yağmurda onunla yürüyüp hasta olmamak gerçekten zor. Gözüme bir ayakkabı çarptı. Ne kadar asil duruyordu. Üstelik yün ayakkabıydı. Kim bilir ayağımı nasıl ısıtırdı?
"Bu ayakkabının bütçesi nedir?" diye sordum.
"6 dolar efendim." dedi karşıdan yaklaşan hafif yaşlı bir adam.
Neee ciddi miydi?
6 dolar gerçekten buna verseydim, ne yiyecektim ne içecektim? önümüzdeki uzun haftalarca. Üstelik eve kiracı geleceği bile belirsizdi. Deryadan başka evi soran olmamıştı. Derya ise neredeydi asla bilmiyordum.
"Deneyebilir miyim?" diye sordum.
"Hay hay." dedi yaşlı adam ayakkabı bedenimi sorup bana uzattı.
Gerçekten gözlerimi alamıyordum. Uzun zamandır ayakkabı bakıp denememiştim. Kendimi asil aile çocuğu gibi hissetmiştim ayakkabı içinde. Belki de hakikaten öyle görünüyordum. Ayakkabıyı geri çıkarmak ne kadar zoruma gitti.
"Tamam alacağım, ama henüz değil." dedim yaşlı adama.
Bozulmuştu sanki.
"Dikkat edin de bitmesin." dedi ayakkabıyı yerine yerleştirirken.
Ona bakma gereksinimde bulunmadan dükkandan çıktım. 3 dolarımı da birkaç parça yiyecek eşyaya verip eve doğru ilerledim. Ellerimde poşetler olmanın hissi bir başka idi.
...
Eve varınca Çadır havlamaya başladı. Topallayarak yanıma doğru geldi.
"İyileşti mi benim oğlum?" dedim sevinçle. devam ettim.
"Hatırlarsan sana bir söz vermiştim oğlum, bir gün sana et alacağım diye." heyecanla havlamaya başladı. Poşete doğru geldi. Etin kokusunu almış olmalıydı.
"Ama az bekle yahu, pişirip geleceğim otur bakalım." dedim. Şömine başına oturdu. Bende şömine üstüne bir saç atıp üzerine kazan içine su koydum. Uzun zaman sonra ziyafet çekecektik. Altı parça et ince dilimlerleydi. Bir güzel haşladıktan sonra sıra kızartma işlemine gelmişti. Çadır daha fazla dayanmak istemiyordu. Durmadan bağırıyordu. Eti tam kıvamında hazırlayıp çadıra üç dilim et bırakıp geriye kalan üç dilimini kendim yiyecektim. Etin yanına aldığım malzemelerden birkaç meze çeşidi hazırlayıp yemeğe koyuldum. İlk defa çok uzun zaman sonra böyle bir ziyafet çekecektim. En son beş yıl önce işten aldığım ilk maaşımla çadırla böyle bir ziyafet çekmiştik. Yahut geriye kalan tüm vakitlerde çok sıkıntı çekmiştik. Şimdi böyle bir deliliği yine yapıyordum. Çadır karnını doyurmuş olmalıydı. Bacağıma kendini sürtüyordu. Velhasıl teşekkür ediyordu. Bende karnımı tamamen doyurmuştum, hatta abartıp fazla bile yemiştim. Bu yemeğin üstüne puro güzel giderdi. Bir dolara aldığım bir kaç adet puroyu kabanımın cebinden çıkarıp balkona geçtim. Puronun kokusu naifti. Puro'nun en sevdiğim özelliği ise sakin bir kafa ile içilmesidir. Aceleye gelmez. Yahut benimde acelem hiçbir vakit yok. Balkon serinlemeye başlamıştı. Derya'yı düşünmeden edemiyordum. Neredeydi? O gaddar adamlar ona ne yapmıştı?
"Ah Derya gel artık evine.." demiştim kendi kendime sesli bir biçimde.
Kapı tıkladı. Ne bu oyun mu ? Şaka mı? Derya gelmişti. Sesimi mi duymuştu? Koşarak kapıyı açtım. Tam karşımdaydı. Ama tam karşımdaki kişi Derya değildi.
"To-Tolga." Tolga karşımda ağzının yanından ve burnundan kanlar gelmekteydi. Alnının tam ortası morarmıştı. Kendini benim ellerime bıraktı.
...
Şafak sökmekte idi. Uyandım. Tolga kanepede yoktu.
"Tolga?" diye seslendim.
"Balkonundayım, gardaş" dedi muzipçe.
Balkona geçtim.
"Tolga, sen ağlıyor musun?" dedim. Gözleri kan çanağı olmuş idi.
"Bu yüzü gören kim ağlamaz, gardaş?" diye cevap verdi. Sustum. Ağzındaki kanlar kurumuştu. Burnunu ben ıslak bir bez ile silmiştim. Devam etti.
"Bir puronu içtim, helal et yahu." dedi gülerek.
Gülümsedim. Hiçte içimden gelmiyordu. Ne yapmam gerekiyordu bilemedim. Biraz öylece o yayları bozulmuş kanepede oturuyordu ben ise taburede.
"Tolga, bunu sana kim yaptı?" dedim merakla. Çünkü bu sorunun cevabını çok merak ediyordum. Uzun bir ah çekti.
"Bir bilsem bunu ödeteceğim Ufuk. İntikam soğuk yenilen bir yemektir. Bu yemeğin onların ağızlarına sokacağım." dedi.
Ne demeliydim bilemiyordum. Nerede? Ne zaman? Kaç kişi? vs sorular geliyordu aklıma. Bilakis doğru olmaz diye düşündüm. Hazırlandım. İşe gitmem gerekiyordu.
"Doğru yatırım bürosu bekler bizi." dedi Tolga ayağa kalkarak.
Koluna dokundum.
"Tolga, birkaç gün benim evimde misafirim olmanı istiyorum. Hem bana arkadaş olursun, hem bu olanları düşünürüz. Birkaç gün işe de gitmesen iyi olur." dedim. Tam itiraz edecekti ki devam ettim.
"Ayça da seni böyle görmemeli." dedim. Onu nasıl vuracağımı biliyordum. Sustu. Düşündü.
"Sanırım haklısın, gardaş. Hem kendim için hem Ayça için en doğrusu bu." dedi. Devam etti.
"Bu köpekte burada mı kalacak?" diye sordu. Yoksa korkuyor muydu? Gülümsedim.
"Öncelikle o köpek değil Çadır ve evet o da benim ev arkadaşım üzgünüm." dedim.
Bozulmuştu. Ben ise hâlâ gülüyordum. Kabanımı giyip evden çıktım.
...
Aradan birkaç gün geçmişti. Bugün izin günümdü. Bu birkaç gün içinde hayatımın en yoğun dönemini yaşamış olabilirim. Tolga bugün kendi evine gidecekti. Yaraları iyileşmişti ve artık kendi evine ailesinin yanına gitmek istiyordu. Daha fazla zorlayamadım. Ailesi onu merak etmiş olmalı idi. Bu birkaç gün içinde her iş çıkışı Derya'nın çalıştığı çok katlı yatırım bürosuna gittim ama her defasında sekreter kız beni tersliyordu. Hatta en son gidişimde ise;
"Beyfendi, sizi bir daha burada görecek olursam devriye çağırırım." demişti. Ben de alaya alır gibi bakıp gitmiştim oradan.
"Ufuk gardaş, herşey için minnettarım sana." dedi Tolga kabanını giyerken. Devam etti.
"Ve sana da Çadır." dedi Tolga.
O da artık Çadır'a alışmış idi. Onunla oyunlar oynarlardı. Hatta Çadır'ın ayağının iyileşmesinde Tolga'nın büyük etkisinin olduğunu da belirtsem yeridir.
"Allahaısmarladık." dedim Tolga kapıdan çıkarken. Gülümsedi ve gitti. İçimi büyük bir boşluk kapladı. İnsanlara hemen alışma huyum vardı. Sanki Tolga bu evde uzun zamandır yaşıyormuş ve bir anda çekip gitmişti. Tolga'dan sonra Çadır'da çıkıp gitmişti, uzun zamandır evde iyileşmeyi bekliyordu. Arkadaşlarına hasret kalmış diyebilirim.
...
Bugün son defa gidecektim Derya'nın çalıştığı çok katlı yatırım bürosuna. İçimde derin bir his vardı. Bugün onu görmeliydim. Bu iş baya uzamıştı. Dışarıyı yine sel bastırıyordu. Ah annem aklıma yine sen geldin. O günü unutamıyorum.
...
"Beyfendi, siz fazla olmaya başladınız. Öyle biri yok burada." dedi sekreter.
Evet işte hislerimde yanılmazdım. Derya o büyük odadan çıktı. Tam karşımda bana bakıyordu. Görmeyeli zayıflamıştı. Saçları biraz daha kısalmış. Ne kadar da güzeldi.
"Ufuk." diye seslendi uzaktan o naif sesiyle.
"Hani çalışmıyordu." dedim sekreter kıza dil çıkararak.
"Ama bir dakika." dedi kız, onu dinlemeden Derya'ya doğru ilerledim. Ne diyecektim şimdi? Kaç gündür kapında köle oldum, çok telaşlandım, gel evine geç mi diyecektim?!
Ah bu çok aptalcaydı.
"Ne işin var burada?" dedi o naif sesiyle.

Ah-U DeryaWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu