Bölüm ~6~ KISIRDÖNGÜ İSTİSNADIR

175 96 112
                                    

Derya bu sualimin üstüne purosunu dışarıda içmek istedi. Yahut, o da benim gibi birinin birdenbire ortadan kaybolmasını sevmiyor olabilirdi. Onun başına gelmiş miydi? Lakin Niçin?
"O gün buraya saldırmaya gelenlerin tekrardan bütçe için oğlumun zıt tarafı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bilakis bunun hakkında herhangi bir delilim bulunmamaktadır." dedi üzülerek.
"Yahut kamburlu amca, bu planlanmış bir tarikat. Bana inanabilisiniz." dedim sinirle.
Şaşkınlıkla gözlerimin içine bakıyordu. Onu bu kadar meraka düşüren gereç neydi?
"Sana olan inancım suallere tabi tutulamaz, evlat.." dedi ve durdu. "Bilakis, Tolga'nın kaybolması ve bunun bir plan olması hakkında herhangi bir fikrim bulunmuyor." dedi kafasını eğerek. ''Niçin? Tolga o gün niçin araya girdi?" diye sual beyan etti merakla.
"Size zarar gelmesini engellemek üzere." dedim yanıtımla. İkimiz de şu an şaşkınlıkla bakışıyorduk. Evet. Hakikat. Gülümsedik. İkimiz de aynı şeyleri o an düşünüyorduk. Tolga bilerek araya girdi ve ortadan kayboldu. Ayça'ya bıraktığı kutu da o plan yüzünden ona kendi elleriyle ulaştıramamıştı. Yahut bu planı nasıl bulabileceğiz? Derya içeri girdi. Gözleri dolmuştu.
"Birşey mi oldu, Derya?" diye sordum. Kamburlu amca da bakışlarını Derya'nın üzerinde topladı.
"Puro dumanı gözüme kaçtı? Niçin öyle bakıyorsunuz yahu?" dedi gülümseyerek.
Hiçbir sonuca ulaşamadan eve geldik Derya ile beraber.
"Ufuk, uykuya esir olmadan önce bir şey beyan etmek istiyorum." dedi gülümseyerek. Onun evine geçtim.
"Öncelikle, ne içersin veyahut yersin?" diye sual beyan etti.
Aç değildim veyahut birşey içmek istemiyordum.
"Lütfen otur, diyeceğin şeyi merak ediyorum, Derya?" diye sordum merakla.
"Ufuk, yatırım bürosundan def edildiğini biliyorum. Zira bu konunun Tolga'nın o gün ki kavgası ile de alakalı olduğunu biliyorum" dedi kafasını eğerek. Tolga dediğinde bir kötü olmuştu. Yatırım bürosundan def edildiğimi kim söylemişti ki ona. Bu imkansız. Of, Ufuk ne imkansızı... kız da o işte çalışıyor ne yani? "Dinliyorum." dedim şaşkınlıkla.
"Ben ise bu konu üzerinde uzunca düşünce yarışı yaptıktan sonra, düşüncemi veyahut alınan bir kararı sana beyan edeceğim." dedi gülümseyerek. Şaşkındım. Neydi bu karar?
"Bugün, şafak vaktinde geri yatırım bürona gereçlerini koyabilirsin. Patron Hilmi Bey seni işe geri aldı." dedi gülümseyerek.
Ne? Derya bana bu iyiliği yapmış mıydı? Ne kadar mahçup olurdum. "Derya." dedim mahçuplukla.
"Ben ne desem bilemiyorum, minnet duyuyorum." dedim. Karşılığı çok fazla idi bunun?
"Minnet duymana sevindim." dedi gülümseyerek.
"Yahut, bende bir sualimi beyan edeceğim." dedim mahçuplukla.
"Dinliyorum, Ufuk." dedi gözlerime bakarak.
"Niçin bana her konuda destek çıkıyorsun? " dedim Niçin? Gözlerini gözlerimden çevirdi. Kanepeye oturdu. Niçin bu sualim karşısında yanıt vermek istemiyordu. Bu yanıt zor olamazdı. Kanepenin önünde dizlerimi kırıp yere oturdum.
"Derya, lütfen beni yanlış anlama. Sadece bu fedakârlıkları bir erkeğin bir kıza yapması gerekmez mi?" dedim hafif bir tebessümle. Gözlerim deniz edası gözlerine boğulurcasına dalmıştı.
"Ufuk, sen zaten bana çok şey yaptın ve yapıyorsun?" dedi. Neydi bu? Hangi mantıkla bu tümceyi bana beyan etti? Şaşkındım. Tam kapıdan çıkıp evime geçecekken masanın üzerinde duran ekinezyaların hâlâ canlı olduğunu farkettim. Kaç ay olmuştu. Nasıl hâlâ yaşamayı başarıyordu? Derya'ya döndüm.
"Yatırım bürosu ile yaptığın herşey için minnetlerimi iletmek isterim." dedim. Gülümsedim.
Evden çıkıp evime geçtim. Çadır ve yavruları balkonda idi. Havlıyorlardı. Çadır uzun zamandır dışarı çıkmamıştı. Belki de o da benim annem gibi dışarının tehlikeli hayatından yavrularını koruyordu. Ne kadar masum... Şömineyi yaktım. Dikkatim şömine üzerindeki ekinezyalara takıldı. Ne yani? Benimkiler de mi hâlâ canlı idi? Bu nasıl olabiliyordu? Uykunun kollarına teslim oldum.
...
Şafak bastırmıştı. Derya'nın dediği üzere bugün yatırım bürosuna gidecektim. Beş parasız kalmaktan ise gurursuzluğu tercih ederdim. Ki bu ne kadar gurursuzluk sayılır ise? Acep Hilmi Bey nasıl konuşacaktı benimle? Derya o inatçı, ayyaş adamı nasıl ikna etmiş idi? Bu düşüncelerimin ardından uzun zaman sonra hasıra birkaç yiyecek ekleyip ve materyallerimi yanıma alıp evden çıktım. Kapıyı açar açmaz çok korktum. Derya bir cansız manken gibi karşımda dikiliyordu. Neydi bu?
"Korkuttuğum için üzgünüm. Ama geç kalıyoruz." dedi gülümseyerek. Geç mi kalıyoruz? O benimle gelmezdi ki? Veyahut onun yatırım bürosu daha erken bir saatte çalışmaya girişirlerdi. Şaşkınlıkla çehresine bakıyor idim. Yüzünde boya olmadan yüzü daha bir güzeldi.
"Niçin öyle bakıyorsun, Ufuk. Yoksa benimle gelmek istemiyor musun? İyi, keyfin bilir." dedi ve arkasını dönüp merdiven basamaklarını indi. Ne yapıyordum ben? Arkasından gidip kolunu tuttum.
"Derya, şaşırdım sadece." dedim. Henüz şaşkınlık etkisinden çıkmamış idim.
"Niçin gitmiyoruz, Ufuk. Haydi geç kalıyoruz." dedi ve hızla merdivenlerden indi. Arkasından ilerledim. Yolda yürüyorduk. Onun yatırım bürosu birkaç patika geride kalmıştı.
"Derya, yatırım bürona niçin gitmiyorsun?" dedim şaşkınlıkla.
"Gidiyorum, Ufuk." dedi gülümseyerek.
"Anlamadım?" dedim sual beyan ederek.
"Anlamayacak birşey yok, yatırım bürosuna gidiyoruz, Ufuk." dedi gülümseyerek. Ne? Derya hayatımda iken daha kaç şeye böyle şaşıracaktım.
"Sende mi benimle yatırım bürosuna geliyorsun?" diye sual beyan ettim.
"Neden olmasın?" dedi gülümseyerek. Gülüşü parlak dişleri arasında kayboluyor gibiydi.
"Hakikaten mi?" diye sual beyan ettim.
"Elbette.." dedi gülümseyerek ve devam etti.
"Yatırım büromda birkaç sıkıntı yaşadım ve sizin yatırım bürosuna geçiş yaptım. Bundan sonra beraber çalışıyoruz, Lord." dedi gülümseyerek. Bu çok güzeldi.
"Niçin şafak bastırmadan söylemedin?" diye sordum.
"Sual beyan etmedin ki." dedi kahkaha atarak. Baya eğleniyor gibiydi.
"Hadi ya geldik zaten, gül biraz." dedi gülümseyerek. Gülümsedim. Yatırım bürosuna girdik. Sanki o gün davetteki dansımızda olur gibi tüm gözler üzerimize yığılmıştı. Dikkatlice bakıyorlardı. Ben direkt olarak Hilmi Bey'in odasına yöneldim. Derya ise çok garip ama Tolga'nın masasına geçti. Kaç ay geçmişti Tolga henüz ortaya çıkmamıştı. Ailesiyle görüşmüştük. Zabıtalara bile haber verilmişti. Zabıtaların gözünden hiçbir şey hiçbir kimse kaçamazdı. Lakin çok tuhaftı Tolga asla bulunamıyor idi. Hilmi Bey odasında pencereye bakar bir şekilde purosunu içiyordu. Yine ortaklık duman altı olmuş idi. Duvarlar bile artık neredeyse öksürecekti. Pencereden dışarı bakıyordu. Geldiğimizi görmüş olmalı idi. İyi de ne yapmaya çalışıyordu? Kapıyı hafif tıklatıp içeri girdim. Benim geldiğimi farketsin diye öksürdüm.
"Otur, Ufuk." dedi arkası hâlâ dönük idi. Geldiğimi anlamış veyahut görmüş idi.
Masasının karşısındaki sandalyeye oturdum. Puroyu derin derin üflüyordu. Büyük bir sessizlik odayı bastırdı. Bir tek içeriden tek tük dosya alışverişi yapan insan sesi geliyor idi. Hilmi Bey önüne döndü ve gözlerimin içine uzunca baktı.
"Seni yatırım bürosuna geri aldım." dedi duygusuzca ve yine ayyaştı. Yüzünde herhangi bir tepki veyahut mimiklerinde bir duygu belirtisi yoktu. Duygularını kaybetmişti herhâl veyahut doğuştan beri öyle idi.
"Biliyorum, Hilmi Bey." dedim gülümseyerek. Oysa ki o gülümsemiyordu.
"Derya ile tanışıyormuşsunuz." dedi gözlerimin içine bakarak.
"Evet, tanışıyoruz." dedim. Ne yapmaya çalışıyor idi?
"Olanları duydum. Birkaç aydır o hücrede suçsuz bir şekilde yatıyormuşsun. Senin adına üzüldüm." dedi duygusuzca.
Riya yapma pis herif. Sen mi üzüleceksin benim durumuma pis bütçegöz. Pişkince konuşuyordu.
"Niçin beni geri yatırım bürosuna almayı uygun gördünüz, Hilmi Bey." dedim merakla. Odayı birkaç dakika daha sessizlik bastırdı.
"Derya, senin dosyalarının tüm bütçesini ödedi." dedi pis sırıtışıyla. Şok olmuştum. Gözlerimi kocaman açmış o sırıtan gözlerine bakıyordum. Derya niçin bana bunu yapıyor idi? Hakikaten sadece sevgiden mi geliyordu bu iyi niyet. Gittikçe korkmaya başladım. Fazla iyi niyetli davranış beni kuşkulandırıyordu. Karşılığında ne isteyecekti? Odadan hızla çıktım. Sinirliydim. İç sesim beni oldukça sinirlendiriyordu. Derya Tolga'nın masasında tıpkı onu yansıtır gibi dosyalara büyük gözlerle bakıyordu.
"Derya, biraz konuşabilir miyiz?" dedim kimseyi rahatsız etmek istemeyerek kısık ses ile. Konuşacağım şeyi anlamış olmalı idi ki;
"Şimdi çalışmalıyız Ufuk, malûm sen de yeni geçiş yaptın." dedi gülümseyerek.
Hiçbir şey demeden masama geçtim. Özlemiştim burayı. Gözüm Turna'nın gözüyle buluştu. Gözlerini kaçırmak için her şeyi yapıyor gibiydi. O da kendince düşünüyordu. Eskisi gibi cam kenarındaki masama gereçlerimi yerleştirip, masanın üzerinde bulunan birçok dosyaya göz geçirdim. Hepsini tek tek yazıp, yeni ait oldukları dosyaya koydum. Tek pürüz beni tekrardan o ölümcül hayata mahkûm edebilirdi. Gözünü aç Ufuk.
...
"Arka masa boş gibi." dedi Derya arka masaya doğru bakarak. Hakikaten boştu. Arka masaya doğru elimizde yemek kaplarımız ile ilerledik. Hiçbir şey demeden yemekleri yemeğe koyulduk. Derya gün içerisinde her daim aç idi. Oysaki bu kadar yemesine rağmen çok sıska idi. Yemekten sonra puro uzattım ona.
"Derya?" dedim kafamı eğerek.
"Efendim, Ufuk?" dedi.
"Niçin, bana bunları yapıyorsun?" dedim kafamı kaldırıp, deniz edası gözlerine bakarken.
"Ne yaptım ben sana, Ufuk?" dedi şaşkınlıkla o da gözlerime bakarak. Oysa benim gözlerim bir karadelik edası ile simsiyah onun gözleri deniz edası ile masmavi idi. Belki bir gün onun deniz edası gözleri benim karadelik edası gözlerimde kaybolurdu.
"Derya görmüyor musun? Sıklıkla yanımdasın. Her daim bana yardımcı oluyorsun. Hücrede kaldığım her gün sıklıkla beni ziyarete gelip kafa dağıttın. Gramofonundan tut yatırım dosyamın bütçesine kadar karşıladın. Eğer amacın çok bütçeli olduğunu gözüme sokmaksa, onu biliyorum." dedim sinirle. Gözleri dolmuştu. Deniz edası gözleri her dolduğunda hakikaten bir denize benziyordu. Çok mu abarttım?
"Üzgünüm, Derya." dedim sesimi incelterek.
"Mahçup ettim seni, değil mi?" dedi kafasını eğerek. Bende kafamı eğdim. "Ben sadece mutlu ol diye yapmıştım." dedi.
Kafamı kaldırdım. O ise bana değilde yere bakıyor idi.
"Kimsin sen Derya? Niçin beni bu kadar önemsiyorsun? Niçin?" dedim hırçınla.
"Ufuk, korkutuyor bu tavırların beni." dedi gözlerinde tuttuğu yaşı bırakırken.
İkimizde sustuk. Derya bu sualime hiç yanıt vermeyecek gibiydi. Yahut, niçin? Belki de hakikaten sadece iyi niyetindendir. Hiçbir şey demeden kalan dosyaları tamamlamak üzere yemekhaneden çıktık.
...
Aradan birkaç hafta geçti. Her şafak bastırmadan Derya ile yatırım bürosuna gidip, güneş batışında beraber yürüyorduk. O yemekhanedeki konuşmamızdan sonra bir daha o konu hakkında konuşmamış ve kurcalamamıştım. Aklımdaki suallerim yanıt beklerken henüz beni yanıta ulaştıracak gereç bile bulamamıştım. Bu beni bir yandan gereksiz bir şekilde üzse de bir yandan da bu suallerimin yanıtı yok diye bir hayli rahattım. Geçenlerde Derya ile yatırım bürosu çıkışı gelirken sebepsiz bir şekilde hayaller kurcalamaya başladık. Ben büyük bir yatırım bürosu açacağımı beyan ettim. Bu fikrime tabi oldu. O ise alacağı büyük bir gemi de balık seferleri yapmak istiyordu. Tuhaf bir hayaldi bu. Onun bu çok bütçeli hayatı buna izin de verebilirdi. Niçin şimdi bunu gerçekleştirmiyordu ki? Bu sualimi sormaya cesaret edemedim. Bütçe konusu açılınca kendimi her daim onun karşısında mahçup hissediyordum. Niçin?
Belki de ondan baya bir farklı olduğumdandır bu hayat konusunda. O hiç acı yaşamamış gibi duruyor oysaki. Ben ise acılarımı, en önemlisi de mazimi direk öne vuruyorum. Sakladığı sır neydi Derya'nın? Onun o deniz edası gözlerini hakikat bir denize çevirecek sır neydi? Ah Derya Ah...
...
"Ufuk?" dedi Derya denize taş fırlatırken.
"Efendim, Derya?" dedim meraklı gözlerle bu denizin onun gözleriyle uyumunu izlerken.
"Niçin? Ufuk" dedi Derya denize bakarak.
"Ne Niçin Derya?" diye sordum merakla.
"Niçin ufuklar böyle sessiz ve ürkütücü duruyor?" dedi gülümseyerek denizin sonundaki ufuğa doğru bakarak.
"Bilmem, belki de Derya ile birleştiği içindir." dedim gülümsemesine karşılık verirken.
Birbirimize böyle bakıp gülümserken aklıma Ayça ve Tolga'nın böyle mutlu zamanları geldi. Hiçbir acıları, mazileri yokmuş gibi kahkahalara boğuluyorlardı. Şimdi ise Ayça her daim hüzün içerisindeydi. Tolga desen yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen ortalıklarda görünmüyordu. Derya ile yaklaşık bir yıldır tanışıyorduk. Lakin henüz hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kuşku dolu biriydi. Oysaki o da benim hakkımda hiçbir şey bilmiyordu. Birbirimize nasıl bu kadar sıkı kenetlenip güvenmiştik? Sanki değişik bir biçimde kan bağımız var gibi idi. Bilakis, bunu isteyeceğimi sanmıyordum. Kimdi bu kız?
"Aklıma bir şiir geldi." dedi Derya gülümseyerek.
"Dinliyorum." dedim merakla. Şiirleri severdim.
"Elimi çok dallı bir ağaç gibi
Tutarım gölün yüzüne
Ve seyrederim bulutları
Bir deve gürültüler içinde koşar, koşar, koşarken
Güneş doğmadan evvel varmak için Ufka..."
dedi ve daha sonra derin bir nefes aldı.
Orhan Veli Kanık'ın Sabah şiiri idi bu. Gülümsedim.
"Madem öyle ben de sana aynı şairden başka bir şiir armağan edeyim." dedim muzipçe. Kısa bir düşünce seremonisinden sonra ona aklıma gelen kısa ama öz bir şiiri beyan ettim.
"Yosun kokusu
Ve bir tabak karides,
Sandıkburnu'nda."
dedim ve onun yaptığı gibi derin bir nefes aldım.
Birkaç dakika boyunca ikimizde ufku izledik...
"Derya?" dedim denizde bir taş daha sektirir iken.
"Efendim, Ufuk." dedi sektirdiğim taşa bakarken.
"Niçin, Derya?" dedim kahkaha atarak. Kahkaha attı.
"Ne Niçin, Ufuk?" dedi kahkaha atarak. Ona onun sualleri ile muhattap olmak bizi güldürüyordu.
"Niçin, şimdi bir gemi alıp hayallerini gerçekleştirmiyorsun?" diye sual beyan ettim merakla.
"Peki, sen niye bir yatırım bürosu kurup patronu olmuyorsun?" dedi gözlerime bakarak.
"Ben, senin gibi değilim, Derya. Benim bütçem yok. Lakin sen benim yanımdan dahi geçemezsin. Sen çok bütçeli ve bir o kadar da çağdaş bir kızsın. Ben ise az bütçeli bile olmayan nostaljik biriyim." dedim mahçup bir biçimde.
Belki bende bir gün çok bütçeli olup Derya'ya tüm herşeyin karşılığını verebilirdim. Kim bilir?
"Belki de ben sandığın kadar çok bütçeli biri değilimdir, Ufuk." dedi muzipçe. Bu pek mantıklı gelmedi. Derya'nın bu kadar bütçe kaynağını öğrenmek isterdim. Lakin bu sualimi asla ona beyan edemezdim.
"Hakikaten, Ufuk. Niçin bireyleri veyahut bütçeyi bu kadar büyütüyorsun?" dedi gözlerime bakarak. Ah Derya... Sen benim yerimde olsan anlardın. Sustum.
"Ufuk, belki de haklısındır." dedi gülümseyerek.
"Ne?" dedim anlamayarak. Durdu. Kafasını eğdi.
"Belki de hakikaten, şimdi istersem koca bir gemi alıp, seferlere çıkıp tüm hayallerimi gerçekleştirebilirim." dedi hüzünle.
"Yahut?" dedim eğmiş kafasına bakarak.
"Yahut, belki de bütçeden değil de başka sebeplerdendir." dedi düşünceli bakışlarını denize çevirerek. Bu kız gizemli bir bulmaca olmalı. Kimsin sen Derya? Kim?
...
Aradan yaklaşık bir hafta süreç geçti. Sıradan monoton hayatımda mutlu idim. Derya'nın henüz gizemlerini çözememiştim. O gece onu niçin vurdular? Onu vuranlar kimdi? Mazi unutulmuyordu. Ne kadar vakit geçerse geçsin bile. Niçin her gece evinde olmuyor idi. Belki de benim hiç haberimin olmadığı bir hayatı vardır. Kim bilir? Derya bana değişik duygular hissettiriyordu. Kimdi bu kız? Şafak yavaş yavaş bastırıyordu. Derya'yı balkonda nereden geldiğini öğrenmek için biraz erkenden uyanmıştım. Beraber yatırım bürosuna gidecektik. Her daim beni kapıdan alırdı. Ama evden gelmiyor idi. Her daim dışarıdan geliyordu. Bu sefer gizemi gerçekten çözmek istiyor idim. Elimde puro, bu soğuk havada çadır kucağımda, balkonda Derya'yı bekliyor idim. Bir kaç dakika sonra burada olması gerekiyor idi. Çok garip... Derya henüz gelmemişti. Bu sefer hakikaten geç kalmıştı. Derken; Kapı tıkladı. Koşarak kapıyı açtım. Derya gelmişti. Tuhaf... Oysa ki onu hiç gelirken görmemiştim. O kadar onu beklememe rağmen bir anda kapıyı tıklattı. Sihir mi yapıyordu? Kimsin sen Derya? Hiç merak etmediğim kadar merak ediyorum seni hüzünle. Lakin bunu sana beyan edemiyorum.
"Kabanını giyinmişsin." dedi gülümseyerek. Ben ise henüz şaşkınlığımı gidermemiştim. Beynimin içinde Derya kimsin sen? sualleri çalkalanıyor idi.
"Ufuk, neyin var?" diye sual beyan etti merakla.
"Yo-yok hiç birşeyim sadece bir kâbustu." dedim zorla gülümseyerek. Evden onunla beraber çıktık.
...
Bugün izin günümdü. Derya ise ortalıklarda görünmüyordu. Oysaki çoğunluk ile izin günümde onunla vakit geçirirdik. Çadır ise sanki onunla az vakit geçirdiğimi anlamış gibi bana havlıyordu sıklıkla. Anlamıştım ki ona biraz vakit ayırmam gerekiyordu. Aradan tam tamına bir yıl geçmişti. Önceki son bahardan şimdiki son bahara tam tamına bir yıl. Çadırın yavruları büyümüştü. Bazıları sıklıkla ortalıkta görünmüyordu. Genellikle dışarıda oluyorlardı. Çadır bazen başlarında eski kulübede oluyordu. Bugün nedense hiç yanımdan ayrılmıyor idi.
"Neyin var evlat, hasta mısın yoksam?" dedim merakla. Havladı. Bu hayır havlaması idi. Kaç yıllık dostum. Belki 10 yıldır yanımda idi. Baya bir de yaşlanmıştı belliydi. Ama çadır hiçbir daim kendini bırakmazdı.
"O zaman bugün seni sevindirecek bir beyan ileteyim, evlat." dedim. Miskin oluyordu gittikçe. "Bugün, parka gidelim. Mazideki gibi eğlenelim." dedim. Miskinliği geçmiş gibiydi. Üzerime bir anda atladı. Bu minnet beyanı idi.
"Ah, ağır evlat." dedim kahkaha atarak. Çadır hâlâ havlıyor idi. Anlamıştım. Çadır bir yıldır aramızda olan Derya'nın nerede olduğunun sualini beyan ediyor idi bana. İkimiz de ne çok alışmıştık ona. Ben evime her gelen kişi evimden gidişinde büyük bir boşlukla arkasından bakakalırdım. Yahut, Derya'ya karşı o duyguları hissetmiyor idim. Her gidişinde bir süreden sonra geri geleceğini biliyordum. Onunla sımsıkı bağlanmıştık. Oysaki ne o benim mazimi biliyor ne ben onun mazisini biliyor idim. Buna rağmen mazi ile kafa kafaya verip çatışıyor gibiydik.
"Hayır evlat, bugün Derya yok. " dedim hüzünle. Birkaç saat sonra kabanımı giyip Çadır ile beraber evden çıktık. Parka gitmeden önce onun yavrularının bulunduğu kulübeye uğradık. Yavrular aynı Çadır gibi maceraperestlerdi. Her biri bir kenarda. Bazıları miskin, bazıları dur durak bilmez.. Daha sonra ise kamburlu amcanın dükkânına uğrayıp ona bakma isteği doğdu içimde. Dükkâna yaklaşınca Çadır havladı. Ne demeye çalışıyordu? Sokağın köşesine bakarak havlıyordu. Lakin baktığım tarafta hiç kimse yok idi.
"Çadır, neler oluyor sana?" dedim havlaması durdu. Ne demişti ne yazık ki anlayamamış idim. Dükkâna girdik. Kamburlu amca ortalıklarda yine görünmüyordu. Herhâl arka kapıda meze hazırlıyordu. Arka kapıya gider iken içerinin baya bir müşteri ile dolması dikkatimi çekmişti. Demekki Derya dediğini yapmıştı. Kapıyı açacakken Dejavu hissettim. Sanki o an kapıyı açacağım ve kamburlu amcayı yine ne yazıkki yerde kanlar içinde bulacaktım. Cesaret ederek kapıyı açtım.
"Bu sefer sağlam buldum seni, kamburlu amca." dedim gülümseyerek. Kahkaha attı.
"Ufuk, hoşgeldin evlat. Bakıyorum da Derya ve Tolga hariç yeni bireyler var yanında." dedi kahkaha atarak. Gülümsedim.
"Pek te yeni sayılmaz. Alt tarafı on yıllık bir hayat dostu diyelim." dedim muzipçe.
"Uzun zaman seni bırakmayan biri. Enteresan." dedi. Kafamı yere eğdim. Haklı idi. Etrafımda uzun zamandır yanımda kalan tek dostum Çadır'dı. Gülümseyerek Çadır'a baktım. Etrafı amansızca kokluyor idi. Kamburlu amca Çadır'ın bu hareketini farkederek olacakki birkaç parça yiyecek yere koydu. Çadır hiç çekinmeden yedi.
"Belki biz de uzun zamandan beri tanışıyoruzdur. " dedi kahkaha atarak. Dükkânda birkaç dakika vakit geçirdikten sonra ayrıldım. Hava henüz kararmamış idi. Bu güzeldi. Tam bir parka gitme zamanı idi.
Tıpkı mazide olduğu gibi koşmaya başladım Çadır'la. Çadır arkamdan havlayarak koşuyordu. Bu etkinliği seviyor idi. Parka varınca durduk. Nefes nefese kalmıştım. Köşedeki tabureye oturdum. Çadır ise biraz dinlenmek için yanıma yere çömeldi. Etrafı büyük gözlerle izliyor idim. Parkta eskimiş materyaller ile oynayan çocukları. Her biri her daim mutlu olmayı başarıyor idi. Kaydıraktan kayan çocukların babalarının onları karşılaması. Oysaki benim babam beni hiçbir daim parka getirmemiş idi. Tam o köşede, onu gördüm. Yere çömelmiş. Yaprakların arasında yapraklarla bir çeşit oyun üreten o kızı. Bu geçen yıl onu parkta yere düştüğünde kaldırdığım kız idi. Yahut, sanki hiç büyümemiş idi. Yanında henüz kimse yoktu. Belki o da bugün annesiyle gelmemiş idi. Yanına gitsem beni tanır mıydı? Hiçbir şey düşünmeden yanına ilerledim. Bu küçük kız beni onu her gördüğümde yanına çekiyor gibi idi. Çadır ile beraber küçük kızın yanına ilerledim. Beni solmuş yapraklara ayakkabılarımla bastığım sesten farketmiş olacakki, ayağa kalktı. Oysa ki yüzüme dahi bakmıyordu.
"Beni, nasıl tanıdın?" dedim. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Gülümsedi.
"Görsel hafızam sayesinde belki de yaşıyorum." dedi gülümseyerek. Bu etkileyici idi.
"Oysaki yaşın daha küçük." dedim şaşkınlıkla.
"Akıl yaşta değil baştadır, akıllım." dedi hafif bir sırıtış ile. Akıllım mı? Bu kız minik Derya olabilir miydi? Yok yahu bu ne saçmalık. "Bak şimdi hayatın ile alakalı birşey farkedeceğim.." dedi bilgece. Ve devam etti. "Sen az bütçeli bir bireysin. Geçen yıldan kalan ayakkabıyı giyiyorsun ve geçen yıldan kalan kabanı kullanıyorsun. " dedi bilgece.
"Belki de daha tutumlu davranmak içindir." dedim bende bilgeliğimi konuşturmak amacı ile.
"Sanmam. Bir de çok bütçeli olsan bu mazi parka sık sık gelmez idin." dedi ve yanımdaki Çadır'ı farketti.
"Bu köpek senin mi?" dedi gülümseyerek.
Hiç korkmadan Çadır'a yaklaştı. Başını okşadı. Çadır karşısındaki küçük çocuğu sevmiş olacakki hiçbir şey demeden uysallaşmış idi.
"Evet, adı Çadır." dedim gülümseyerek.
"Bu çok büyük." dedi kahkaha atarak. Bende kahkaha attım.
"Sen de büyümeyecek misin?" dedim kahkahama devam ederek. Nedense morali bozuldu. Hakikaten büyümeyecek miydi?
"Yapraklarla oyun oynamaya ne dersin?" dedi bilgece.
"Nasıl bir oyun ki bu?" dedim kendimi onun yaşında küçük bir çocuk gibi hissederek.
"Bak şimdi, sen gözlerini kapatacaksın, ben ise bir elime sarı bir elime yeşil bir yaprak koyacağım. Daha sonra sen gözünü açacaksın. Elime bakıp hissedeceksin. Hangisinde sarı yaprak var ise onu bulacaksın. " dedi gülümseyerek.
"Peki ya, Niçin yeşil yaprağı bulmuyoruz?" dedim merakla. Bu soruyu bekliyormuş gibi bir tepki verdi.
"Sonbaharın sarı yaprakları hüzündür." dedi kafasını eğerek. Tıpkı Derya'yı anımsatıyor idi.
"Eğer sarı yaprağı üç defa art arda bulursan sana geçen sene yaptığım gibi çok narin ekinezya armağan edeceğim." dedi gülümseyerek.
Bu hoşuma gitti. Oysa verdiği ekinezyalar hâlen solmamış idi. Elinde büyü mü vardı bu küçük kızın. Oyuna başladık birkaç defa amansız yanlış yanıtlarım sonucu sinirlenmiş gibi duruyordu. Hissetmek istedim.
"Yapabilirsin." dedi gülümseyerek. Daha sonra meraklı bir bakış gezdirdi üzerimde.
"Adın ne senin?" dedi olgun bir sual ile.
"Ufuk." dedim açık bir yanıt ile. Yahut ben onun adını bilmiyor idim. Bu deniz edası küçük gözlerinin ismi, Derya olmalı idi. Bu sefer olmuş idi. Tam tamına üç defa art arda sarı renkli yaprağı bulmuş idim.
"Bekle burada." dedi ve çimenler tarafına koşarak birkaç ekinezya kopardı ve tekrardan koşarak bana uzattı onları. Gülümsedim. Çok narin bir armağan idi bu. Bu ekinezyalar da küçük kızın eline değdi ise asla solmayacaklardı. Daha sonra yanıma oturdu.
"Niçin tek başınasın bugün bu parkta?" diye sordum merakla.
"Annem gelecek." dedi gülümseyerek.
"Peki, bir sualimi daha beyan edebilir miyim?" dedim merakla.
"Peki, bende sana niçin bu kadar meraklı olduğunu beyan edebilir miyim?" dedi kahkaha atarak. Bende kahkaha attım.
"Adın ne senin, küçük kız?" diye sualimi beyan ettim. Tam o sırada Derya karşı patikadan dönüp buraya doğru geliyor idi. Benim burada olduğumu hissetmiş miydi? Çadır da Derya'nın geldiğini bana beyan etmek için havlamaya başladı. Yahut, o beni hep hissederdi. Göz göze geldik. Gülümsedim. El salladım. Küçük kız tam sualime yanıtını beyan edecek iken baktığım yöne doğru baktı. O da el salladı. Derya ile tanışıyor muydu?
"Anne!" dedi Derya'ya doğru koşarak giderek. Anne mi?
"Bu arada benim adım Düş, Ufuk." diye seslendi kız Derya'nın yanına vardığında. Derya gözlerimin içine bakıyordu. Deniz dalgası gözlerinin içinde yaşayan bir balık varmış. Şok olmuştum. Derya'nın bir çocuğu vardı. Derya'nın bu hayata bir tutunma sebebi vardı. Oysaki benim hiç olmamıştı. Niçin? Derya bir çocuğunun olduğunu bana hiç beyan etmemişti. Niçin? Derya'nın bu gizli hayatı neydi? Niçin bana bu kadar değer veriyordu? Onun hayatında zerre yerim bile yokken. O bir denizdi. Ben ise gökyüzü. Birbirimize bakıyorduk yahut hiç birleşememiştik. Aramızdaki fark ufka bakınca az bile gözükse aramızdaki fark Deryalar kadardı. Niçin? Küçük kız Derya'nın kolundan çekiştirerek yanıma getirdi. Derya'nın deniz edası gözleri bir okyanusa dönüşmüştü. Oysa benim canımı yakan şey Derya'nın bir çocuğunun olması değildi. Bir çocuğunun olduğunu benden gizli bir sır gibi saklaması idi. Ama haklıydı. Bu bir yıl içerisinde ikimizde birbirimize hiçbir şey anlatmamıştık. Bilakis yan yana gelince benim aklımdaki tüm sualler donuyor idi.
"Ufuk, bak bu benim annem." dedi gülümseyerek.
Gözlerimi küçük kıza çevirdim. Elinden tutup başka biriyle tanıştıracak bir annesi vardı. Bu kız kırık bir Düş'tü... Küçük kız gülümsemeye devam ediyordu. Derya ile yeni tanışıyormuş gibi elimi uzattım. Derya ise okyanus gözleri ile bana ihanet etmişcesine bakıyor idi. Belki de öyle idi... Uzattığım elimi sıktı.
"Memnun oldum." dedi ağlamaklı ses ile.
"Anne? Sen ağlıyor musun?" dedi Düş üzgünce.
Derya gözlerini benden çevirip Düş'ün önünde diz kapaklarının üzerinde eğildi. Düş'ün başını okşadı.
"Niçin ağlıyorsun, anne? dedi gözyaşlarını elleriyle silerek. O minik elleri Derya'nın yüzüne ne kadar yakışmıştı.
"Haydi, eve gidelim, Düş." dedi Derya'nın ağlaması hıçkırıklara dönüşürken. Ne kadar acı verici idi bu. Düş arkasını döndü.
"Ben o eve gitmem." dedi bir hırçınla. Ne yapmalıydım ben bu vakitten sonra?
" Düş, sana yalvarıyorum. Lütfen." dedi bir hızla ağlayarak. Hızla benden kaçmak için elinden geleni yapıyor idi.
"Anne, ben o eve, o adamların yanına gitmem. Bana çok kötü davranıyorlar. Hem sende yoksun." dedi ağlamaya başlayarak. İkiside karşımda masum bir çocuk gibi ağlıyor idi. Derya Düş'ü zorlamaya devam ediyor idi. Ben ise arkamı döndüm. Çadır ile beraber eve gitmek için yürümeye başladık.
"Düş eve gitmez isen burada soğuktan öleceksin." dedi ağlayarak.
"Ufuk." dedi Düş gidiyor oluşumu farkedecek olacak ki bana seslenerek. Orada durdum. Ne yapmalıydım. Arkamı dönmek istemiyordum.
"Senin evine gelebilir miyim?" dedi Düş ağlamaklı sesi ile.
Bu bambaşka bir duygu idi. Gözümden bir damla yaş aktı. Gözündeki yaşı silip arkamı döndüm.
"Gel." dedim zoraki gülümsemem ile. Gülümsedi. Koşarak boynuma atladı. Kokusu tıpkı deniz kokusuydu. Bu kız küçük bir Derya idi. Bundan artık hayli emindim.
"Peki, annemde gelebilir mi? Onun da gidecek evi yok." dedi elleri boynuma dolanmış şekilde.
Kulağımın dibinden sesi çok tizdi. Derya'ya baktım. Bu nasıl bir imtihandı. Derya karşımda hüngür hüngür ağlıyor idi. Kızı kucağımda boynuma ellerini dolamış idi. Çadır ise yerde bizi izliyordu.
"Annen de gelebilir." dedim Derya'nın gözlerine bakarak. Kafasını eğdi. O okyanus gözlerini benden tamamen kaçırmak istedi.
"Hadi anne gidelim." dedi Düş boynumdan yavaşça inerken. Derya'nın diz kapaklarına değen eteğini çekiştirerek.
"Anne, yere mi yapıştın. Haydi!" dedi gülümseyerek. Derya da geliyordu. Ben, Derya, Düş ve Çadır evime gidiyorduk.
...
Eve varır varmaz elimdeki ekinezyaları şöminenin üzerine koyup şömineyi yaktım.
"Ne kadar ilginç bir alet bu." dedi Düş gramofona dokunurken. Derya ile göz göze geldik.
"Bu nasıl çalışıyor, Ufuk." dedi Düş olgunca.
"Düş!" diye bağırdı Derya. Sanki izinsiz bir yabancının eşyalarına dokunuyor idi. Oys ki bu armağan onundu. Düş annesinin bağırması ile geri çekildi. Ben ise onun o deniz edası gözlerini kıramazdım. Gramofona yaklaşıp bir plak alarak çalıştırdım. Bu plak Sonbahar Rüzgârları parçası idi. Bu şarkı ne kadar da Derya'yı anımsatıyor idi. Gözlerimize bakıyorduk. Düş ise şömineyi izleyip gülümsüyordu. Küçük kız çocuğu sanki önceki hayatında her daim kötülük yaşamış ve sonunda refaha ulaşmış gibi idi. Belki de öyleydi. Kim bilir?
...
Düş en sonunda kanepede uyuyor idi. Ne kadar masumdu.
"Ufuk, bu şekilde tanışmamalıydınız." dedi Derya kafasını eğerek. Keşke Derya keşke...

Ah-U DeryaWhere stories live. Discover now