Bölüm ~1~ DUYGU SEREMONİSİ

295 36 18
                                    

Etraf yavaştan kızıl şarap rengine dönüyordu.. Sokağın sonundaki evime giden patikada derin düşüncelerimin altında aklımın resmen savaş edercesine, her zamanki gibi bir elimde bu aralar sıklıkla okumayı beğendiğim polisiye kitaplarından biri, diğer elimde ise öğle yemeği artıkları kutum var.
Her gün bu sokaktan geçerken, sessiz çığlığım olan bu trajik düşüncelerin etkisi altında kalmamın nedeni doğrusu merak konusuydu benim için.
Belki de, en derin acılarım, en gerçek gülümsemelerim, en samimi içten kahkahalarım, sevincim, heyecanım.. Velhasıl tüm çocukluğum bu işlevsiz patikada olduğundandır...
Buradan her geçişimde, geçmişin tonlarca kokusunu alıyorum sanki..
Eski yıllarda, her baharını, her kökünü severdim bu patikanın ama şimdi tüm mevsimler sonbahar gibi kırık, kış gibi soğuk.
Her geçen zamanın sadece bana böyle davrandığını sanmıyorum. Çünkü değişiklikler gözle görülür vaziyette.
Ben büyüyorken anlayıp baktığımı görebiliyorsam ne hüzün...
Yaz mevsimlerinde sokağa dağılan çocukların bağırışları, her şafak vaktinde bir iki giyilecek kıyafet ile birkaç yiyeceği nasır çantalarına koyup tarlada eşlerine yardım etmek için çalışmaya giden örnek hanımlar, her gece pencere pervazına bıraktığım ve sabah kuşların sürüyle yedikleri ekmek kırıntılarını paylaşamama serüvenleri..
Kuşların dallarında muhteşem bir İlahi mühendislikle yuva yaptığı ağaçlar zamanla kesildi.
İlkbaharda sobaların kaldırılıp, evlerin derin temizlikten geçtiği yorgun günler, her akşam komşuların evlerinin bahçelerine serdikleri el emeği göz nuru farklı modifiyeli kilimlerde bir araya gelip, yaptığı o tadına doyulmayan uzun soluklu muhabbetler, hemen hemen her gün piknik yapan mutlu aileler.. Huzur..
Sonbahar ayında ağaçların utanırcasına çırılçıplak kaldığı günler..
Kış ayında evlerin bacalarından çıkan soba dumanları ve o sobanın üzerinde pişen tadına doyulamaz yemekler... Ramazan ayında mahalleye kurulan uzunca masaların ahalinin el atarak yemeklerle donatması, Ramazandan sonra gelen bayram telaşı, ailelerin bayram temizlikleri, küçük çocukların yeni kıyafetler, ayakkabılar alma sevinçleri, Bayramda büyüklerin ellerini öperek mendillerde harçlık almanın mutluluğu aklıma geldikçe tekrardan çocuk olasım geliyor.
Bilmem kaç kişi bilir...
Ama şimdi herşey çok farklı ve bunu görüp içinde yaşıyorum. Yoğun ve yorgun geçen çalışma günlerim, insanların uğraşmaya tahammül edemediğim sinir bozuklukları canımdan bezdiriyor demek çok daha doğru...
Garip ama bir yandan da seviyorum bu hayatı, bu can sıkıcı insanları, bu yorucu iş günlerini, yaşamayı, nefes almayı ve en özü de, ben kendimi seviyorum.
Belki de hâlâ eski anılarımın etkisi altında kaldığımdandır bu serzenişim.. Her gün iş çıkışı bu düşünce seronomisinin ardından bugün de yorgun bir şekilde eve varıyorum.. Üstümdeki yorgunluğu atmak için ılık bir duşa girdim ve kendime bir çay yapıp masanın başına geçtim.
Yazmaya başlıyorum.. Yazıyorum yazıyorum ama bir amacımda yok. Ne hakkında yazdığıma dair bir fikrim de.. Aklıma ne geliyorsa yazdım. Gerek bir söz, gerek bir şaka, gerek bir anı, gerekse hüzün dolu bir kaç kelime...
Balkona puro içmek için çıktım ve küçük tekli kanepeye oturdum. Rayları bozulmuş kanepem pek rahat olmasa da idare etmeliyim belki de..
Evimin karşısında küçük bir arsayı görüyor manzaram. Arsanın sahibi yıllar evvel ölmüş, çocukları da uzak olduğu için burası kendimi bildim bileli hep boş ama nadiren insanların yazın piknik yeri oluyor, eskisi kadar kalabalık olmasa da..
Benim kaldığım eve benzer bir kaç ev dışında sokağın neredeyse tamamı binalarla kaplı, bildiğiniz beton yığını.. Bomboş bir evde tek başıma olmak ürkütücü. Puronun dumanı eskilere götürüyor beni.. Hüzün..
Sanırım bu mahalleyi en çok sevmemin sebebi de en derin acılarımı bu topraklarda yaşamış olmam.. Hatırlıyorum da, babam işi sebebiyle her yıl belirli aralıklarla seyahat ederdi ve bazen bir kaç ay gelmediği olurdu. Onun gelmediği süre boyunca gece uyumadan önce onunla birlikte anılarımızı düşünüp sırıtırdım. Her seferinde oynadığımız oyunlarda bilerek yenilirdi. Tabi ben o zamanlar anlamazdım ama o anki mutluluk harika birşeydi. Onu hâlâ hatırlıyorum ve hissedebiliyorum. Tabi anılarımızı düşündükten sonra gelecekteki hayallerimizi de düşünürdüm. Büyüdüğümde beraber bir şirket kurup patronunu beni yapacağını söylerdi.
Babam ile kurduğumuz hayaller yarım kalmıştı. Bir anda tüm mutlu hayalleriniz bir acıya dönüşüveriyor..
Mektebin son günleriydi artık. Ders bitmiş mektepten dönünce evde toplanan kalabalığı görünce şaşırdım. Kapının eşiğinde çok sevdiğim, mavi gözlü, hafif bronz, her zaman güler yüzlü Asuman teyzem beni içeri almadı. Ama annemi görmek istiyordum ve koşarak içeri girdim.
Annemin minder üzerinde hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce içim parçalandı, kalbim yerinden söküldü. Çünkü bu zamana kadar asla ağladığını görmemiştim. Belki de ağlardı ama bana göstermemişti..
Koştum elini tuttum. Yüzüme dokundu. Ağlamak istedim.. Bir evladın annesini öyle görmesi canını yakıyor ve ben de ağladım.
Ne olduğunu sormaya cesaret edemedim. Çünkü onu bu kadar derinden etkileyen neyse beni daha çok etkilerdi. Ama merakım cesaretimi bastırdı ve sordum. Sustu. Söylemedi. Ama direnemedi o da..
Bana bir kelime yetti o an.
"Baban melek olmuş oğlum..."
Sadece acıyla öğrenilenler unutulmaz. Ne vakit çekilirse çekilsin, insanın yüreğinin en derinlerinde hissettiği acı, o saf acı, bir imbikten süzülürcesine gelip insanın içine akan o katıksız acı, tüm zamanların acısıdır..
Melek olmak neydi biliyordum anlamını. Çünkü benim kız kardeşim de melek oldu ve bir daha onu asla göremedim.. Asla eve gelmedi..
Ne yani.!
Şimdi babamda hayatımdan böylece gidecek miydi?
Buna izin mi verecektim?
Koşarak çıktım evden. Ayaklarım yalınayak.. Lakin kimin umrunda? Sadece koşuyorum...
Mahallenin sonunda yerini şu an gereksiz çok katlı evlerin aldığı küçük bir kulübem vardı. Bu klubeyi köpeğim ÇADIR'a kendim yapmıştım.
Hıçkırarak Çadır'a sarıldım. O beni anlamış gibi birkaç kez havladı. Sanki "Herşey geçecek" demeye çalışıyordu.. Ağladım. Çok ağladım. Hıçkıra hıçkıra...
Koşmaktan kesilmiş ayaklarıma ve ellerime baktım. Ellerimden nefret ettim.. Çünkü bu eller bana babamın anılarını gösteriyordu. Babamın bayramda bana verdiği harçlıkların göstergesiydi. Bu eller bana ait değil, ona aitti sanki.. O nerdeyse onun yanına gitmeliydi bu eller de melek olmalıydı..
Çadır ile biraz daha sarıldık.. Çadır benim için çok değerliydi. Bembeyaz tüyleri, tıpkı bir Kurt gibi sivri kulaklarıyla gayet ihtişamlıydı.. Benimle arkadaş olduğundan beri hiçbir zaman yanımdan ayrılmadı. Ben de ona hep bir insan muamelesi yaptım.. Bir canlının diğer canlıdan farkı neydi ki? Adının Çadır olmasının sebebi ise o sıralar bir kaç arkadaşımın bahçesinde Çadır vardı ve ben çok istememe rağmen almamıştım. Ama bende pek ısrar etmemiştim. Çünkü anlayabiliyorum onları.
Evet o izler hâlâ ellerimde.. Şu an bile puromu tuttuğum ellerimin içine bakarken canım yanıyor.
Aradan birkaç yıl geçmişti. Babamın melek olduğunu ara ara hatırlıyordum. Annem; "Melek olanlar unutulmalı. Onlar bir daha bu diyarlara gelmeyecek." demişti..
Onların diyarı neresi acaba? Oraya gitsem kız kardeşim ve babamı görebileceksem yerini bulmalıydım oranın.
Aradan biraz zaman geçti..
Bir gün arkadaşlarımla dışarda oyun oynadıktan sonra eve gelince, evde burnu kocaman, gözleri yüzüne oranla küçük ve şişman bir adam vardı. Garipsedim.
Aklıma uzun zamandır neredeyse çehresini unuttuğum babam geldi. Tam da babamın oturduğu kanepede oturuyordu, sinirlendim.. Babamdan sonra evde ilk defa yabancı erkek görüyordum. Annem o adama uzunca sinirle baktığımı farkedince beni mutfağa çağırıp benimle birşey konuşacağını söyledi. Mindere oturduk. Ben hemen merakımdan sordum.
O şişko adam kim anne?
"Lütfen düzgün konuşalım oğlum... Biliyorsun baban melek olduğundan beri çok sıkıntılar çekiyoruz. Gerek ekonomik konuda, gerek yalnızlık konusunda."
Sözünü kestim annemin..
"Anne sen yalnız değilsin! Ben babam kadar güçlüyüm ve mektebi bitirdikten sonra çok para kazanıp sana vereceğim."
Gözü doldu sarıldı...
"Biliyorum Ufuğum.. Sen çok çalışkan ve akıllı bir talebesin. Ama mektebini bitirmene daha kaç yıl var ve bizim paramız giderek azalıyor. Bir süre sonra açlıktan baban gibi melek olabiliriz."
"Ne güzel işte anne ikimizde babamla kardeşimin yanına gideriz mutlu yaşarız..."
"Ah Ufuğum bu zor.. İkisi ayrı yerlerde, gidersen mutlu olmazsın, orda bensiz de kalırsın tek başına..."
"Anne ne oluyor?"
"Bu abi senin de onayınla bizimle yaşayacak yavrum."
"Ne yani bu abi melek olan babamın yerine mi geçecek?"
"Hayır katha ve asla kimse melek olan babamızın yerine geçemez. Sadece artık bizimle yaşayacak."
"Yeni babammı olacak anne?"
"Hayır asla.. Ona baba demek zorunda değilsin. Sadece bütçe sıkıntımız var ve bu abininde 2 tane çocuğu var kardeşin olacaklar senin."
"Anne ben kız kardeşimden sonra kardeş istemiyorum!."
"Tamam vazgeçelim kardeş lafından.. Arkadaşın olacaklar."
Bu fikir beni etkilemiştiaslında. Çünkü bu adamın bize bir zararı olmayacaktı.. Hem sıkıntı çekmeyecektik, hem de iki yeni arkadaşım olacaktı.. Evde canım sıkılmayacaktı.
Adam melek olan babamın yerine geçmiyorsa da neden sıkıntı olsun ki?
"Tamam annecim kabul ediyorum."
"Afferin benim biricik oğluma, yavruma.. Anlayışlı olacağından zerre kuşkum yoktu."
Kalktı ve öptü beni.. Abinin yanına gittik.
Annem beni yanına oturttu..
"Adın ne kerata?"
"Ufuk."
"Hangi ufuklara bakarsın?"
Kahkaha att.. Annem de onunla güldü.. Annem biraz yapmacık gülüyordu. Çünkü ben bu şakadan memnun olmamıştım. O da bunu arketmişti...
"Bozuldun demek benim şakama? Gül yoksa biz bozuşuruz kerata."
"Neee!! Bu bir tehdit mi?"
"Yok canım uyarı."
Yanından kalktım dama gittim.
Odamda bir yer yatağım birde bir soba vardı. Ama seviyordum odamı.. Sadece ben kalıyordum burada.. Annem kanepede uyurdu genelde..
Aradan birkaç gün geçti. Mektepten gelince evde o iki arkadaşımı görmüştüm. Biri uzun saçlı, saçı toplu ve gözleri babasının gibi küçük kızdı. Diğeri ise babasının şişmanlığına rağmen zayıf bir erkek çocuğuğuydu. Biraz sinirli görünüyordu bu erkek çocuğu. Kız ise biraz afacan görünüyordu.
Annem beni görünce hemen onlarla tanıştırmak istedi.
"Bu yeni arkadaşınız Ufuk çocuklar"
Kız; "Merhaba Ufuk arkadaşım." dedi sevecen ses tonuyla.
"Hadi Sinan, sen de merhaba desene Ufuğa."
"Merhaba"dedi adı Sinan olan çocuk yüzüme bakmayarak..
"Neyse yemek hazırlayayım ben, siz de burada güzel güzel oynayın." dedi annem mutfağa giderken.
"Ufuk oyuncakların var mı?" dedi kız tebessümle.
"Bir gemim var babam almıştı." dedim kız arkadaşıma.
"Senin baban yokmuş benim babam sana baba olmuş." dedi kız arkadaşım.
"Hayır benim babam var sadece başka diyara gitti ve senin baban benim babam değil." dedim.
"Hayal dünyasında bu çocuk." dedi Sinan.
"Sinan lütfen kötü kalbini burda kullanma.. Bu arada ben Başak." dedi kız.
"Merhaba Başak."
Böyle tanışma günümüz oldu ve Sinan benimle hiç konuşmadan genellikle evde sinirli bir şekilde pencereden etrafı izliyordu.. Büyük kocaman arsaya bakıyordu her seferinde.
Bir gün dayanamayarak sordum ona;
"Sinan neden her gün her an bu arsaya bakıyorsun?" dedim
" Sen neden benimle uğraşıyorsun?" dedi Sinan.
"Uğraşmıyorum merak ettim sadece." dedim
Gözleri doldu. Birşey demedi.
İkimizde susup bomboş arsayı izledik. Belki moral olur diye ona sarıldım ama geri çekti kendini. Ben de yerime oturdum.
Birkaç hafta geçti aradan..
Bir sabah mektebe gitmek için uyandım, annemi aradım ama annem yoktu. Kanepede çocukların babası o abi oturuyordu.. Ona sordum sırıttı..
"Annen sizin deyiminizle melek oldu Ufukcuk, seni bırakıp terketti."
"Hayır annem beni bırakmaz riya yapma pis herif."
"Ne dedin sen?"
Yerinden kalktı yüzüme çok sert bir tokat vurdu. O kadar acıdı ki. Sinan ve başak beni izliyordu. Sonra kalktı ve Sinan ve Başağı alıp kapıyı çarpıp gitti bir daha gelmedi.
O zamandan beri hâlâ bu evdeyim tek başımayım.
Ufuk tek başına hergün ufuklara bakıyordu. Annem beni bırakmazdı bunu biliyordum ama zamanla ona da alıştım. Mektebi, şu anki okul adı verilen çok katlı yeri bıraktım annem gittiğinden beri...
Gözlerim kapanıyor yavaş yavaş ve hava da bi hayli soğudu. Engel olamıyorum üzerimdeki yorgunluğa.. Yatağıma geçip uykunun kollarına esir oluyorum..
Hava hâlâ karanlık, artık az uyku bile yetiyor.
Balkona geçip puro yakıp o şafak vaktinin temiz kokusunu doyasıya içime çekiyorum. Çok garip. Karşıda boş arsada ağaçların arasında iki uzun boylu adam duruyor. Sabahın bu saatinde ne işleri var ki orada?. Hay aksi... Puro öksürtmeye başlattı.
İki adam bana mı bakıyor?
İzlendiklerini mi farkettiler acaba? Gizli birşey peşinde miydiler?
Her neyse.. Bakışlarımı başka yöne çevirip odama geçiyorum. Tüylerim diken diken oldu, gariplik seziyorum.
Giyinip polisiye kitaplarını alıp ve bir iki atıştırmalık yiyecek alıp geçen sene çok beğenerek aldığım fakat altının yavaştan yırtılmaya başladığı nasıra koyup evden çıkmak üzere kapıyı açtım.
Çadır yüksek sesle havlamaya başlıyor.
"Korkuttun beni Çadır sabah sabah!"
"Demek acıktın."
Nasırdan bir parça ekmek bölüp veriyorum. Hızla o yemeğini yerken bende patikada yürüyüp sokağın sonundaki kuytu köşeye bağladığım buz gibi kırağılaşan bisikletime bindim.. Yaklaşık 200 metre uzaklıktaki küçük yatırım bürosuna giriş yaptım. Her gün ki gibi yüzü beş karış asık patronuma selam verip karşılık beklemeden, ki beklesem de zaten vermez, masama geçiyorum.
Sabah sabah bu adamın asık suratını görmek tüm yaşam enerjimi alıyor sanki. Ve yine her masaya bir yığın dosya bırakıp ardından bir iki öte dükkandaki kumarhaneye giden patrona sövmemek elde değil. Bu meymenetsiz insanlara katlanmak beni zorlasa da, katlanmak zorunda olduğumun farkına varınca tekrardan işime yoğunlaşıyorum... Dosyalarda diğer yatırım bürolarının ve bankaların tek tek gönderilerini inceleyip dosyaladım.
"Ufuk bu öğle arası mola da benimle gelmek ister misin?" dedi yan masamdaki Tolga.
"İyi geleyim." dedim
Öğle ara molası gün içerisinde iş çıkış saati dışında en sevdiğim zaman dilimi olabilir.
"Gel şu masa boş." dedi Tolga.
Yemek çantalarımızı açıp yemeğe başladık hiç konuşmadan.
"Puron varmı?"dedi Tolga.
"Az kalmış bu maaşlar hep böyle ilerlese puroya verecek para bulunamaz."dedim puro uzatarak.
"Sadece bizim birim zam yapmadı herhalde, gerçi o balık suratlı zam yapmaz."dedi Tolga
"Tolga burda olmasaydın nerede çalışmak isterdin?"dedim
"Benim hedefim ayrıydı Ufuk, ben Çeşme'de ev alıp satacaktım ama param yetmiyordu."dedi Tolga.
"Bu patikada en zenginler kimki?"
"Bu çok katlı evlerde oturanlar Ufuk, onlar zenginler.. Ha benim param birikse Çeşme'de ev alıp satmak yerine çok katlılardan alsam ne iyi olurdu."
"Katılmıyorum Tolga, farkı ne?"
"Rahattan güzel ne var kii."
Benden farklı fikirleri olan kişilerle konuşmak beni zorluyordu. Yemehaneden ortalığı toparlayıp kalktık. Tekrar işimizin başına masamıza döndük. Gelen yatırımların bedelleri fazlaydı. Akşama yaklaşıyordu. Artık dosyalamaktan ellerim, dosya okumaktan gözlerim yorulmuştu. Yavaşça toparlanıyorken patron Hilmi Bey içeri girdi.
"Yarın buraya gelecek birkaç yatırım bürosu amiri sizinle konuşup bilgi alacaktır. Yanlış bilgi verip veya fiyat birimlerimizi ortaya çıkaran olursa canına okurum."
Herkes fısıldayarak konuşmaya başladı. Neydi bu heyecan? Alttarafı bizim gibi bir iki insan!. Çıkış vaktinde nasırı elime alıp kapıya yöneldiğim sırada patron Hilmi'nin seslenişini duydum.
"Buyrun Hilmi Bey?"dedim
"Dediklerime kulak verdin mi Ufuk?"dedi Hilmi Bey..
"Evet." dedim.
Sesi garipti. Amacı neydi bu adamın?
Evime giden patikada bisikleti köşeye bağlayıp, yürümeye başladım.
Çok garip, o arsa da yine o iki adam ama bu sefer yanlarında bir kadın var. Tam göremiyordum kadını ama konuşmalar bir benim dikkatimi çekiyordu herhalde. Eve girdim. Çadır ne zamandır gitmiş bilmiyordum ama görünmüyordu ortalıkta. Yine birşeyler yazmaya başladım. Bu sefer herhangi bir söz yazmak istedim ama kendime değil o gördüğüm kadına. Tam göremesemde o kısa saçlarını gördüm.
"Kısa saçlarını serdiğim patika,
olur mu bana ev?"
...
Ertesi gün hızla kalkıp büroya gittim. Vakit çok geçmeden birkaç kişi içeri girdi. Bunların dün Hilmi Bey'in bahsettiği kişiler olduğundan şüphem yoktu. Gelip yanımızda dolaşıp yatırımlarla alakalı bir iki şeyden bahsettiler. Birkaç kişiye birşeyler sordular.
"İşletmeler arasında rol almak ve yatırımları detaylarınca takip etmek uğraştırıcı ama bir o kadar da deneysel tecrübeler üzerine olduğunu düşünüyorum."diye cevap verdi iş yeri arkadaşım Ayça. Bu cevap onların hoşuna gitmiş olacakki hoş bakışlarını kıza sundular. Kız da rica edercesine güldü.
Orta yaşlarda bir yatırım bürosu müdürü bana soru sordu bu sefer de;
"Tersine akan bu yatırım dengelerini nasıl ayakta tutabiliriz Ufuk Bey?" dedi.
"Bu konuya reel bakmak daha mantıklı olacaktır. Çünkü yatırılan birimlerin tutarları...
Sustum. Neden sustum ki. Gözüm kapıdan içeri giren o kısa saçlı kıza takıldı. Dün ki kıza ne kadarda benziyordu. Herkes susmamı farkedecek olacak ki kapıda baktığım yere doğru baktılar.
"Eee devam edelim Ufuk Bey."
"Yani demek istediğim yatırılan birimlerin tutarıyla söylenilen tutar arasındaki ters oran az önce Ayça arkadaşımızın anlattığı deneysel tecrübe ile alakalı olduğunu bende düşünüyorum.
Kız gözlerimin içine bakıyordu. Tepki verdi sanki. Yatırım bürosu patronunun ne dediğini duyamayarak kızı izlemeye devam ediyordum ki o da zaten başka birilerine sorularını yöneltti.
Öğle yemeği vaktine kadar sorular sık sık soruldu. Öğle yemeğinde yemekhaneye indim. Ve yemek kutumdaki yemeği bir hayli hızla yemeğe başladım. Çünkü çok acıkmıştım.
Yemeği bitirip ortalığı toparlarken o kız karşımda belirdi. O kısa saçlı gözleri bir okyanusu andıran mavilikteki kız belirdi. Bana bakıyordu. gözlerimin içine... Yanıma gelmekte tereddüt çekti sanki, etrafı dikkatli gözlerle teyit etti. Ve sonra tam benim masama karşıma oturdu. Gözleri yakından daha güzeldi. O okyanus edası gözleri. Hafif kemikli burnu ve o elma yanakları...
"Puro'n var mı?"
Cebimden iki puro çıkardım ve birini ona uzattım. Bir hayli içine çekiyordu.
"Konuşman güzeldi, entelektüel bir bakış açın var." dedi kız.
Sustum. Ne demeliydim ki bilemedim. Herhalde konuşmanın sarmadığını anlayarak gülümsedi ve kalktı.
"Bu arada adım Derya."
Tabi ya anlamalıydım. Bu gözlerinin okyanusu andıran renginin adıyla ahengi bir hayli yaratıcı.
Uzaklaşırken arkasından bakakaldım sadece...
Tekrar çalışma moduna döndüğümüzde aklım hâlâ Derya'daydı. Neden öyle bir anda karşıma çıkıyor her seferinde. Kaderin gücü olmalı diyerek kadere boyun eğmişcesine dosya yığınlarına devam etmeye koyuldum.
"Akşam bir yerlerde birşeyler içmeye ne dersin Ufuk?" diye sordu Tolga elinde birkaç dosyayı bitirip götürürken.
"İyi fikir dostum, benim de kafa dağıtmam gerekiyordu." diyerek cevap verdim.
Çıkış saatinde kabanımı üstüme çekip Tolga ile bürodan ayrıldık.
"Hava baya soğudu sonbahar yaklaşıyor Ufuk." dedi Tolga elini ağzına koyup nefesiyle ısıtmaya çalışırken..
"Belli" dedim onun bu masum hareketini görüp sırıtarak.
Birkaç dükkan ötedeki genelde gece açtığı dükkanda olan yaşlı kamburlu bir amcanın işlettiği ıssız işlevsiz bir harabeydi burası. Ama tam kafa dinlemelik. Tek tük insan vardı. Önlerde bir masaya geçip etrafı insanları seyretmeye başladık. Yaşlı amca bizi farketmiş olacakki yanımıza yaklaştı.
"Sizi buralarda yeni görüyorum gençler hayırdır hangi rüzgar attı sizi buralara?" dedi..
"Bu sıralar durumlar belli iş borsa, yapacak birşey bulamadık kafa dinlemeye geldik." diyerek cevap verdi Tolga.
"İyi madem siz keyfinize bakın birşey içmek isterseniz çağırırsınız." dedi yaşlı amca gülümseyip yanımızdan ayrılırken.
Tek tük insanların olduğu bu yerde ağır bir koku sarmıştı etrafı.
"Ağır kokuyor." dedim Tolga'ya bakarak.
"Buraya genelde hayattan yorulmuş kafa dağıtmak için insanlar gelir. Buranın böyle göründüğüne de bakma, kamburlu amca gözünün tutmadığını direk çıkarır dükkanından."
Bir yandan cebimdeki puroyu çıkarmak için uğraşırken bir yandan da Derya hâlâ aklımdaydı. Kaderin oyunu mu yoksa kurguladığı birşey miydi bu?
"Hayat garip Ufuk." dedi Tolga..
"Ne gibi?" Tolga.
"Garip işte, belirsiz gelecek, belirsiz geçmiş zaten karman çorman."dedi oflayarak.
"Çok kurcalama hayatı biraz reel yaklaşsan fena olmaz." dedim.
"Argümanları bulup sonucu bul mantığıyla ilerliyorsun sen, ben ise hedef peşindeyim."
Öksürmeye başladım. Puro artık ağır geliyordu.
"Keyif olsun diye içilen Puro bile alışkanlık olduysa hayatta reele bakman daha mantıklı." dedim kendimi örnek verip sırıtarak.
O da bana katıldı güldü.
Aradan kaç saat geçti bilmiyorum ama baya muhabbet ettik. Tolga'nın genel hitapları benim için sıkıntı olmasa da başkasının hiç bu gözle bakacağını düşünmüyorum. Canı çok yanacak. Göz kapaklarım yorgunluğuma karşı gelememekte direniyordu.
...
Aradan bir hafta geçmişti. Bir daha ne Derya çıkmıştı karşıma ne ben onu görmüştüm. Belki de amacı sadece öylesine sohbet etmekti. Mevzubahis işletme konularına da bi hayli meraklı gibiydi.
İşten eve dönüyordum.
"Ufuuk." diye yüksek sesle bağırdı biri.
Ses arkamdan geliyordu. Ses tanıdıktı. Bunca yıllık aynı mahalledeki kuzenimin sesini tanımayacak mıydım? Arkamı döndüm.
"Efendim Uğur?"
"Yarın annem akşam yemeğine akrabaları çağırmış. Seni de özellikle çağırmamı istedi. Biliyorsun çok sever." dedi gülümseyerek.
Gidecek miydim?
Asuman teyzemi kıramazdım ki. Çünkü ailemi kaybedişimde o büyüttü beni, onun çocuklarıyla kardeş gibiyiz.
"Pekala geleceğim." dedim naif bir ses edasıyla.
"Memnun oldum umarım ki annemde çok memnun olacaktır." dedi ve gülümseyerek uzaklaştı.
Asuman teyze o kadar saygılı evlat yetiştiriyor ki. Belki benimde annem yaşasaydı ve yanımda olsaydı şu an büyük bir işadamı olup saygıyla hürmet ediliyordu bana.
Eve vardığımda hava günden güne soğumuş olacak ki, evim de bu durumdan etkilenmişti.
Şömineyi yakmak için odunluğa gidip geçen seneden kalma birkaç odun yukarı taşıdım ve şömineyi yaktım.
"Bu çatırtı sesini ne özlemişim.."
Kapıdan havlama sesi geldi. Kapıyı açtım.
"Çadır Hoşgeldin evlat."
Havlayıp kendini bacaklarıma sürttü.
"Hava soğuk biliyorum. Geç içeri üşümeyelim ikimizde."
Çadırla beraber şömine başına geçtik. Ona yemesi için birkaç parça ekmek verdim.
"Sana et alacak param olacak bir gün Çadır söz veriyorum."
Yüzüme baktı.
"Ne o yoksa sen inanmıyor musun bana?"
Bir yandan ekmeği yiyip bir yandan yüzüme bakıyordu.
"Tamam kaç yıldır aynı şeyi söylediğim için üzgünüm Çadır ama herşey bir anda olmuyor evlat."
Kaç saat öyle durduk bilmiyorum. Çadır şömine başında uyuyordu. Bende yanında şömine ateşini izleyip düşünüyordum. Yerimden kalktım ve kağıt kalem aldım. Yazma isteğim tekrardan geldi. Bu muharrirlerde böyle mi büyüyordu. Neyse pek önemli değil. Ne yazacaktım peki? Düşündüm.
Ne düşünüyordum? Pek bilgim yoktu. Sınırları genişletmek istedim. Ama aklıma hiçbir şey gelmeyince aldığım gereçleri yerine bırakıp yatağa uzanıp uyudum.
...
Ertesi gün iş çıkışıydı. Eve geçip üstümde ter kokan kıyafetleri çıkarıp hızla bir duş alıp Asuman teyzemin evine doğru yola koyuldum. Kapı açıktı. Genelde Asuman teyzemin evinin kapısı hep açık olurdu. Çünkü bu patikada oraya hep tanıdıklar gider. Herkes çekinmeden içeri girerdi. Asuman teyzemin misafirperverliği beni hep etkilerdi. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçtim.
"Ufuk hoşgeldin teyze oğlu." dedi Uğur.
"İyi akşamlar herkese, Asuman teyze nerede?" dedim.
"Mutfakta yemeklerin başında çoğu kişi de orada, hadi sende oraya geç." dedi. Asuman teyzenin büyük kızı Suzan.
Mutfağa geçtim. Bu evi adım gibi ezberlemiştim artık. Asuman teyzeyle yolları ayıralı çok olmuştu. Ben, annem ve babamdan kalan o evde tek başıma yaşamak isteyince, o da kırmamıştı beni. Çünkü acımı en iyi anlayan, duyan, hisseden insandı Asuman teyzem.
"Oooo valideme kolay gelsin." dedim gür bir sesle. Ne kadar da yaşlanmıştı.. Tombul yüzü kırış kırış olmuştu. Ayakta zor duruyor gibiydi.
"Ufuk oğlum benim, hoşgeldin." dedi.. yemek doldurduğu tabağı masaya bırakırken.
Koştum elini öptüm. Oda yanaklarımı dolgun dudaklarıyla öyle bastırarak öptü ki, annem geldi aklıma. En son oda böyle öperek uyutmuştu beni ve o gece bana veda etmişti.
"Karnın açtır, geç otur oğlum." dedi..
Ona hayır demek zordu. Çünkü bir ısrarı var o inat keçilerde bile yoktur.
Herkes susmuştu, sofrada sadece çatal kaşık sesi vardı.
Yemek bitimi kızlar sofrayı toplarken biz erkekler ve büyükler salona geçtik.
"Uğur, Nişanını yapmıştık 1 ay önce düğün ne zaman delikanlı." dedi Hayri Amcam.
"Biz de hem yemek yiyelim, hemde bu konuyu konuşalım diye buraya çağırmak istemiştik sizi Hayri Enişte." diyerek cevap verdi.
"Biz aslında düğünü iki hafta sonra düşünüyoruz, mahallede Ufuğun evinin karşısındaki arsada yapalım. Hem büyük hem açık alan tam ideal bence." dedi Asuman teyzem.
"Fevkalade fikir ama akşam soğuğu bastırmasın o sıra." diyerek cevap verdi akraba büyüklerinden biri.
"Birşey olmaz en yakın yer orası hem iki haftaya soğusa bile oynarız, ısınırız." dedi Asuman teyzem. Onun lafının üstüne kimse laf söyleyemezdi. Herkes kabul etti. Düğün iki hafta sonraydı..
Düğün hazırlıklarına başlama vaktiydi artık..
Günler çabuk geçiyordu.. Artık zamanı..
...
"Hey ışıklar nerede, Tahsin?"
Evet bugün Uğur'un düğün günüydü. Hepimiz bir işin başından tutuyorduk. Ben ve amcamın oğlu Tahsin dekorasyonla ilgileniyorduk.
"Ufuk, ışıkları takmadan önce bir yardım etsen de tül boyunu ayarlayalım." dedi yorgunca. Yorulmuştuk. Yaklaşık 5 saattir bu koca arsayı dekore ediyorduk. Bugün izin günümdü. Asuman Teyze bilerek benim izin günüme denk getirmişti düğünü. Ne severdi beni, ne severdim onu..
" Ufuk abi." dedi bir ses bağırarak.
Bir çocuktu karşıdan koşarak geliyordu.
"Ne oldu delikanlı?" dedim telaşla..
"Asuman teyze." dedi.
Çocuk çok korkmuş ağlıyordu. Kollarından tuttum.
"Ee söylesene asuman teyze."
"Kalp krizi geçirdi." dedi hıçkırıklarıyla.
Asuman teyze kalp krizi geçirdi.
Asuman teyze kalp krizi geçirdi.
Beynimde yankılanıyordu.
Koşarak Asuman teyzenin evine gittim. Uğur ne kadarda güzel olmuştu. Asil bir lorda benzemişti. Ama bu asil lord yerde yan uzanmış hıçkırarak ağlıyordu. Nişanlısı yanında elini onun koluna koymuş ağlıyordu. Bembeyaz gelinliğiyle hiçbir şey umrunda değilcesine yüzü akmış ağlıyordu.
Ah kara gün.!
Ah üstü örtülü kara gün.!
Ah dert veren kara gün.!
O gün düğün olmadı. O gün yas günüydü. Asuman teyze oğlunun mürvetini göremeden hayata gözlerini yumdu. Ölüm hayatın gerçeği. Bunu çok iyi yüzüme vura vura göstermişti kahrolası hayat.!!
...
Bir hafta işten izin almıştım. Bu sabah gidecektim. Bir haftam zehir gibi geçmişti. O kadar ki, acı ve ölümcül. Gözlerimi açınca şafak vaktinin karanlığıyla kendime gelmem zor oldu.
...
Herkes baş sağlığı diliyordu bana. Çünkü Asuman teyze herkesin validesi gibiydi. Bilakis çoğu cemiyetin onunla hususiyeti her zaman çok iyiydi..
Öğle arası yemeğinde yemekhaneye indim. Gördüğüm manzara karşısında şok oldum. Tolga ve Ayça karşımda yemek yiyip sohbet ediyorlardı. Gayet mutlulardı. Sanırım Ayça onun yaptığı her zamanki gibi komik esprilerine gülüyordu. Tolga ise bir yandan yemeğini yerken bir yandan hiç durmadan konuşmaya devam ediyordu. Benim baktığımı farketmiş olacak ki;
"Ufuk gelsene." diyerek seslendi.
"Afiyet olsun." dedim ikisine.
"Sen de bize katılmak ister misin Ufuk? Tolga yine siyasi esprilerini yapıp karnını ağrıtıyor insanın." dedi Tolga'ya bakıp kıkırdayarak.
"Ah yok ben hiç bölmeyeyim sohbetinizi. Zaten çok birşey yemeden işlerin başına döneceğim." dedim.
"Tamamdır gardaşım, sana da afiyet olsun." dedi gülümseyerek.
Gülüşüne karşılık verip sonlardan bir masaya geçip bir iki birşey atıştırıp kalktım. Ayça ve Tolga hâlâ sohbet ediyordu. Ne kadarda yakışıyorlardı. Tolga uzun kalıplı delikanlıydı. Ayça ise kumral ve kısa boylu bir kızdı. Gözleri tıpkı bir ormanı andırıyordu.
...
"Turna, tasarruf için yapılan yatırımlarının bulunduğu dosyayı nereye koymuştun?" diye sordum Turna'ya..
"Ben onları patronun odasına bırakmıştım Ufuk." diye cevap verdi.
"İyi ama ben onu henüz yazıp dosyalamamıştım." dedim sinirlenerek.
"Bilmiyorum, bana dosyalandı diye verildi Ufuk. İçine bakmak benim görevim değil biliyorsun." dedi.. umursamazca.
Bu neydi şimdi? Sinir bozucu.!
Benim dosyam benim masamdan alınıyor ve ben daha tamamlamamışken. Bu bir ihanetti.!
Patronun odasına doğru ilerledim.
"Kolay gelsin Hilmi Bey." dedim telaşla.
" Ufuk hayırdır? Seni burada benim odamda görmek.?"
Sarhoşun teki. Pis adam ne olacak.
"Hilmi bey kusura bakmayın rahatsız etmiş olabilirim ama bir sorunum var."dedim ısrarla.
"Dinliyorum."
"Bana bırakılan tasarruf dosyalarını doldurmadan size gönderilmiş, umarım ki yollamadınız." dedim korkarak.
"Ufuk benim onu yollayalı bir saat oluyor. Bu ne sorumsuzluk." dedi ayağa kalkıp.
"Hilmi Bey özrümü mazur görün, benim dosyadan haberim yoktu." dedim sesimi yükselterek.
"Ufuk o dosyalardan sen sorumlusun, senin haberin olmasa benim mi haberim olacak? Dalga mı geçiyorsun? Çık bu odadan!"
"Hilmi Bey izin..."
Lafımı kesti. Sinir küpüne dönmüştüm. Bunu yapan kimse bulacağım.

Ah-U DeryaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin