82. Bölüm: "Alaska'da Parti."

Start from the beginning
                                    

"Bilerek yaptın değil mi?" dediğimde "Evet." dedi. Tip tip ona baktığımı gördüğünde "Yalan söylediğin için seni cezalandırmak istedim." yüzünü buruşturdu. "Bilirsin işte meslekten kalma şeyler..."

Sinirlenmeyeceğim. Kesinlikle sinirlenmeyeceğim. "Hayır madem kötüsün neden kötüleri cezalandırmaktan bu kadar keyif alıyorsun?" diye ters ters sorduğumda bakışları sanki az önce hiç gülmüyormuş gibi düz bir hal aldı. "Babam çok ısrarcı güzellik." dedi bir anda göz kırparak.

"Dalga geçme." dedim.

"Geçmiyorum. Senin Tanrı'nın kim olduğunu bilmiyor musun sanki?"

"Senin Tanrı'n dediğin şey, baban." dudaklarını büzdü. "Hm...pek bir şey ifade etmiyor." gözlerimi devirdim bir tövbe çekerek. Neyse ki az kalmıştı varmamıza çünkü şimdiden panayır havasını görebiliyordum. Müzik sesleri onlarca kilometreye rağmen duyulabileceğim güçteydi. Yaklaştıkça müzik sesleri, insanların sesine karışıyordu. Araba, her zamanki yerini aldığında kapıyı açarak aşağıya indim.

Akın, elindeki anahtarı korumalardan birine fırlattı. "Biz vale değiliz." dedi dişlerinin arasından bir koruma. Akın gülümsedi. "Ol o zaman." deyip kolunu belime doğru sardığında tepki vermemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yuvarlak bir masanın etrafındaki üç sandalyeden birine oturmuş Melih'in yanına gidiyorduk. Sanki tahtına kurulmuş bir kral gibi rahattı. Bizim geldiğimizi gördüğünde ufak bir baş selamı verdi. Akın, sandalyemi çektiğinde ona inanamaz gözlerle baktım.

Bu Akın değildi.

Gözleriyle oturmamı işaret ettiğinde şimdi onun Akın olduğuna emin olmuştum. Akın'da yanımdaki sandalyeye kuruldu. "Partimizin onur konuğu olarak biraz geç geldiniz." Akın'ın bana baktığını hissettim. Dakikalar önce yaşananlar yanaklarıma kan hücresinin fırlamalarına sebep olurken "Birkaç işimiz çıktı." dedi alayla.

İşimiz.

Kesinlikle çok güzel ve önemli bir işimiz vardı. Mesela dakikalarca...Her neyse işte. Partiyi biraz anlatmam gerekirse büyük, yuvarlak bir havuzun kenarında onlarca masa vardı. Bu masaların üzerinde yiyecekler, içecekler mevcuttu ve adını bilmediğim -ama aklıma hiç iyi şeyler gelmiyor- onlardan vardı işte. İnsanlar kalabalık bir grup halinde kendini müziğe kaptırmış eğlenirken bazıları içkiyi fazla bulmuş olacak ki birbirinin üzerine atıyordu. Yüzümü buruşturdum. "Beğenmediniz sanırım?" diye sordu Melih.

"Daha nezih bir ortam beklemiştim." dedim kısaca. Güldü. "Kafası uçuk hepsinin, ne kadar nezih bir ortam bekleyebilirsin ki?" bir şey demedim. "Denedin mi hiç?" diye sorduğunda gözlerimi kırpıştırdım. "Ben...yani- pek denedim sayılmaz." kaşlarını kaldırdı. "O nasıl oluyor?"

"Fazla uçuk." dedi Akın birden araya girerek. "Aklının bile almayacağı şeyler yaptırıyor sana ama kullandığın zaman dünyanın en mutlu insanı oluyorsun. Hiçbir sorumluluğun yok, gerçek hayattan kopmak için basit bir çözüm sadece ama fazla basit. Küçük hanımın kullanmayacağı kadar basit, değil mi?" başımı salladım.

"Tecrübelisin sanırım?" dedi Melih. "Hayır." dedi Akın. "Ama kullanan çok insan gördüm." Melih ceketinin cebinden bir sigara kabı çıkardı. Bu, o müzayede çıkardığı kaptan bir tık farklıydı ama aynı sayılırdı. İçinden sigaradan daha ince bir şey çıkardığında Akın'a ve bana uzattı. Akın hiçbir çekinme göstermeden içinden bir tane çıkarıp diğer elinin tersiyle kabı itti. "İçmez." dedi sadece.

Güldü Melih. "İçinde bulunduğu konuma göre fazla korumak istiyorsun onu." dedi ve hiçbir şey demeden dudaklarına götürdü. Bunun bir ot türü olduğunu tabii ki anlamıştım ve Akın'ın şu an yanımda püfür püfür içiyor olması bile gerilmeme yetiyordu ve Allah aşkına! Bir grup keşin arasında kalmıştım. Beni öldürüp kenara atsalar eminim sabah kimse ne yaptığının farkında olmayacaktı.

ŞEYTANIN ÇIRAĞIWhere stories live. Discover now