10. bölüm

27 6 60
                                    

"Bir kere doğru alamadın şunu ya, bir kere olsun!"

"Sen de bir kere olsun memnun olma, tamam mı? Hep şikayet et, hep şikayet!"

Bugün de ders çalışırken, ya da çalışmaya çalışırken Selin'in maruz kaldığı gürültü yine anne babasının kavgasıydı. Derinden bir iç çekip ayağa kalktı ve kapıyı kapatmadan önce kulağına dolan kelimeleri artık kaçıncı kez hiç duymamış olmayı diledi.

"Kızın da senin gibi işte, al, bir şeyi doğru yaptığınız yok!" Annesi elindeki şeyi yere fırlatırken yine öfkesinin kölesine dönmüş, kırıcı kelimeler sarfediyordu.

Selin, eli henüz kapı kolundayken gözlerini kapattı ve bilinçsizce kendine bir destek ararken alnını kapıya yasladı. Kapı ardından seslerinin hâlâ duyulduğunu farkedince tekrar çalışma masasına yaklaştı ve kulaklıklarını takıp bir şarkı açarak sandalyesine geçti.

Seslerine tahammülü yoktu artık, hiçbirini duymak istemiyordu. Dersine odaklanmaya çalıştı. Fakat aynı satırı dördüncü kez okumasına rağmen aklında kalan hiçbir şey yoktu. Derin nefes alıp elinde oynattığı kalemi sertçe masaya bıraktı ve dolabına yönelip dışarı çıkmak için üzerine bir şeyler geçirdi.

Telefonunu da cebine atıp evdekilere görünmeden sessizce kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Nereye gideceği hakkında bir fikri yoktu. Kulaklıklarını tekrar takıp ilerlemeye başladı, artık ayakları onu nereye götürürse.

Tek başına yürürken yıllardır gözlemlediği ve maruz kaldığı şeyleri tekrar tekrar film şeridi gibi zihninden geçirmekteydi. Anne ve babası uzun zamandır, kendini bildi bileli anlaşamazlardı. Artık buna şiddetli geçimsizlik mi, başka bir şey mi, ne denirse. Fiziksel şiddet yoktu, ama ikisi de birbirini ağır psikolojik şiddete maruz bırakıyordu. Böyle bir tabir var mı emin değildi ama, belki de buna ruhsal şiddet demek daha doğru olurdu.

Severek evlenmişlerdi halbuki. Şimdi neden o sevginin kırıntısı bile kalmamıştı ki? Birbirlerinden nefret etmekten, Selin'e doğru dürüst sevgi verecek zamanları bile kalmamıştı gerçi.

Sessiz, sakin geçen günleri de vardı pektabii. Konuşup eğlendikleri, anlaşabildikleri zamanlar da vardı. En azından tamamen karanlık yıllar değildi. Nedense bu sessiz, güzel geçen günleri en çok misafirliğe gittiklerinde, ya da eve başka birileri geldiğinde olurdu. Aile dışındaki insanlara mutlu aile tablosu çizip, genellikle onlar gittikten sonra hep kavga edecek bir konu bulurlardı. Selin hepsine alışıktı artık, garipsemiyordu.

Aralarına girip kavgayı ayırma gibi bir hakkı yoktu Selinin. Büyüklerin arasına girilmemeliydi, ona böyle öğretilmişti. Büyükler biraz kavga eder, sonra barışırlardı. Ama nedense sözkonusu barışmaya uzun zamandır kendileri bile hasret kalmıştı.

Genelde bugünkü kadar etkilenmez, duymazdan gelirdi onları. Ama haksız yere kavgada isminin anılması, öfkenin anlamsız yere ona da sıçraması istemsizce kalbini burkmuştu kızın. "Ben ne yaptım ki?" diye düşünmeden edemiyordu. "Onların ürünüyüm ben, ikisinin genlerinden oluşmuş, istedikleri gibi davranmaya programlanmış bir oyuncak. Neyi yanlış yapıyorum?"

Aslında neyi yanlış yaptığını biliyordu. Kimin isteğine göre davransa, diğeri bundan hoşlanmıyordu. Annesinin kızı gibi davransa babası, babasının kızı gibi davransa annesi rahatsız olurdu, öfkelenirdi. "Kızın da aynı senin gibi!" muhabbeti başlardı tekrardan.

Ama ikisinin de isteğine uymak hiçbir türlü kendisini mutlu edemiyordu. Malesef gerçek bir oyuncak, ya da robot değildi, kendini istediği karaktere öyle kolayca çeviremezdi. Bu yüzden insan azar işitmeli miydi gerçekten? Buna layık mıydı?

ArmağanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin