BÖLÜM-16

70 5 1
                                    

Arkamdan gelen ses Mehmet Atasoy'a aitti. Benim en büyük düşmanıma. Yılların husumeti vardı aramızda. İstediği şey soyadımdı. Emek harcadığım şirketimdi. Başıma açtığı onca beladan kolaylıkla sıyrılmıştım ama hiç pes etmemişti. İstanbul'dan buraya kadar gelip beni nasıl bulduğuna şaşırmamıştım. Sürekli takipte olduğunun bilincindeydim ama onu umursamıyordum.

"Senin ne işin var lan burda!!" Alaycı gülümsemesiyle bana baktı.

"Duydum ki zor duruma düşmüşsün. Dostluklar bugün içindir dedim ve yanına geldim hemen." Bundan haberi olmasına ihtimal vermiyordum ama az çok birinden tahmin edebiliyordum bunu Mehmet Atasoy'a yumurtlamasını. Tabi ki de Barış. Ceyda ile Mehmet Atasoy'un arası benim aksime iyiydi. O sadece benimle uğraşıyordu sadece. Hırsa bindirmişti bu durumu. Suratının ortasına yumruk indirmemek için zor duruyordum.

"Bak Mehmet! Emin ol seninle uğraşmak istesem bir saniye durmam. Canım zaten burnumda. Kaybedecek bir şeyim de yok. Hıncımı senden almayayım. Siktir git!" Yavaşça yanıma yaklaştı.

"Kaybedecek bir şeyin var aslında. Adı neydi dur, heh Edaa." Ayağa kalkmamla yumruğumu yüzüne indirdim.

"Sakın bir daha onun adını ağzına alma, sakın!" Annemin mezarının yanında boylu boyunca uzanıyordu. Bana baktı, burnundan akan kanı eliyle sildi ve gülmeye başladı.

"Ah be Miran, beni bir dinlesen her şey hallolacak. Bak şimdi, olay aslında çok basit. Ben sana Ceyda'nın yerini bulayım. Sen de biricik Eda'na kavuş. Mutlu son olsun he, ne dersin?" Afallamış şekilde ona bakıyordum. Benden bir şey istediği kesindi. Gömleğine yapıştım ve yüzüne nefretle baktım.

"Karşılığında ne istiyorsun, söyle!" Histerik bir kahkaha attı ve yüzü ciddileşti. " O çok sevdiğin şirketini, çok da bir şey değil aslında..." Bunu baştan tahmin etmiştim aslında. O sırada aklıma başka bir şey geldi. "Ya senden önce ben bulursam?" Bir an duraksadı ve düşündü.

"Bilirsin Miran, öyle basit kumarla girecek bir adam değilim. Buraya kadar geldik oyun oynamadan olmaz. "

"Adam olmadığını biliyoruz sadete gel!"

"Tamam o zaman eğer benden önce bulursan ne istersen tamamım." Şu an Eda için her yol mubahtı. Ne olursa olsun her şeyi deneyecektim. Bu yolda canımı verecek olsam bile...

Hızlıca oradan uzaklaşıp siyah cipime doğru yol aldım. Hafiften yağmur çiselemeye başlamıştı. Kafamı direksiyona yasladım, derin bir nefes aldım. O kadar çok yorulmuştum ki, nefes almaya bile gücüm yoktu. Eda'nın o hali gözümün önünden gitmiyordu. Bu hikayenin en masumuydu o, en çaresizi... Ne benim, ne ablamın, ne de babası sandığı o adamın yaşattığı hiçbir şeyi hak etmemişti. Biliyordum, onu bulsam yanımda olsa bile benden çok uzaklarda olacaktı, beni affetmeyecekti. Bu düşünce her ne kadar canımı acıtsa da onun iyiliği için bunu yapabilirdim. Bu düşüncelerden titreyen telefonumla sıyrıldım. Ekrana baktığımda arayan Serkay'dı.

"Alo, Miran neredesin?" Sesi endişeli geliyordu. İçimi kaplayan korkuyla direksiyondan kafamı kaldırdım. "Noldu Serkay?!!"

"Miran saki- sakin ol tamam mı?" Kalbimin çarpması öyle acı verici, öyle yakıcıydı ki... Fısıltıyla cevap verebildim. "Söyle."

"Orman kenarında bir ceset bulmuş köylüler, bir kadın cesedi." O an her şey durmuştu. Akan zaman, yağan yağmur, rüzgârla sallanan yapraklar...O Eda olamazdı, Eda olmamalıydı. Hem Ceyda istediği şey olmadan neden Eda'yı öldürmüş olsun ki?

"Miran kendine gel ve beni dinle. O Eda olabilir veya olmayabilir. Bunu bilemeyiz. O yüzden sakin ol önce. Sana atacağım konuma gel. Cesedi teşhis etmemiz lazım." Dilim gitmeyerek sordum. "Ta-tanınmayacak halde miymiş?" Serkay sessiz kaldı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Telefonu kapattım, bir süre öylece bekledim. Mezarlıklar hep soğuk yerlerdi. Ne zaman annem ve babamın mezarına gelsem üşürdüm, yazın bile... Etrafıma baktım, o soğuk toprak, karanlık, Eda... Ben yine üşüyordum.

Sinirle direksiyonu kavradım ve gaza bastım. Böyle bir şey olamayacaktı. Buna müsaade etmeyecektim.

Bir süre yol gittikten sonra Serkay'ın konum attığı yere geldim. Serkay arabayı yolun kenarına çekmiş, beni bekliyordu. Ormanlık bir yerdi, polis ve ambulans gelmişti. Arabadan indim, yavaş adımlarla Serkay'a doğru yürüdüm. Serkay buğulu gözlerle bana bakıyordu. O da çok etkilenmişti. Biliyordum, bir yerden kızgındı bana ama belli etmiyordu. Omzuma elini koydu ve sıktı. Güven verici bir bakış attı ve cesedin olduğu yere yürüme başladık. Polisler geldiğimizi görünce bize döndüler. " Eda Sayer'in yakınları siz misiniz, telefonda görüştüğümüz?" Evet anlamında başımı salladım. "Nesi oluyorsunuz?" Bu soru karşısında Serkay'la birbirimize baktık.

"Nişanlısıyım." Dedim bir anda. Bunu bende beklemiyordum. Eda için bir hiçtim artık, koca bir hiç ama bunu kabul etmek istemiyordum. Polis memuru bizi cesede götürdü. Bacaklarım titriyordu, her konuda güç sahibi olan ben, şimdi beş yaşında bir çocuk gibi çaresizdim. Önümüzde siyah bir ceset torbası duruyordu. Polis memuru yavaşça ceset torbasının fermuarını açtı, gözlerimi sımsıkı kapattım ve onun olmaması için dua ettim.

Gözlerimi açmamla yere çökmem bir oldu. İçimde olan fırtınalar benliğimi alıyordu. Beni benden alıyordu. O değildi, Eda değildi. Ağlamaya başladım, onu 2. defa kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalmıştım. Serkay beni kolumdan tutup yerden kaldırdı. Sıkıca sarıldı, "Kurtaracağız onu." Dedi. Tek istediğim buydu. Bir süre öyle durduktan sonra Serkay'a döndüm.

"Şuan elimizden başka ne gelebilir ki? Kafam durdu resmen. Hiçbir şey düşünemiyorum."

"Miran bu şekilde bir şey yapamayız zaten. Kaç gündür uykusuzsun. Gel konağa gidelim biraz dinlen. Sonra ne yapacağımıza karar veririz."

"Ben o konağa gidip hiçbir şey olmamış gibi uyumam. Eda'yı aramam lazım."

"Şu an yapabileceğimiz hiçbir şey yok, biliyorsun. Kayra'dan haber bekleyelim, ona göre hareket ederiz." Biraz düşündüm, haklı olabilirdi. Gerçekten ayakta durabilecek dermanım yoktu. Arabalarımıza bindik ve konak yoluna doğru ilerlemeye başladık.

Konağın önüne geldiğimizde dedemlerin de geldiğini fark ettim. Umarım düşündüğüm şeyi yapmamışlardır diye düşünerek arabadan indim. Serkay da aklımdakini fark etmiş olacak ki temkinli bakışlarla konağa önden girdi. Konağın bahçesinde gördüğüm şey sinirimi tepeme çıkartmaktan başka bir şey yapmamıştı. Barış sedire yatmış, önüne bin bir çeşit yemek konmuş, babaannem başında bekler vaziyetteydi. O kadar sinirlerim bozulmuştu ki kahkaha atarak içeri girdim.

"Vaay bee! Görüyor musun Serkay, dedemle babaannemin biricik torunlarına uf olmuş, bizimkiler de teselli ediyor onu." Bakışlar bana çevrilmişti. Dedem de o sırada merdivenden iniyordu. Babaannem ayaklandı ve bana doğru gelmeye başladı. "Dur orada, yaklaşma!" Dedem aşağıya indiğinde o gür sesiyle kükredi. " Ne bağırırsan Miran!!!"

"Yaptığınız saçmalığa! Onca şeyden sonra nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz?!"

"Bir desana hesap mı vereceğiz? Ne yapalım çocuğu sokakta mı bırakacaktık?"

 Barış'abaktığımda yüzündeki sinsi gülümsemesiyle bizi izliyordu. O kadar sinirlendimki üzerine atlayacağım sırada Serkay kolumdan tutup beni kenara çekti. Kulağımayaklaştı " Kayra Anıl Aksoy'u bulmuş." Gözlerimdeki parlamaya karşın Serkay'ınbakışları karamsardı. "Ama ölü şekilde."

ATEŞİN KALBİΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα