tuhaf şeyler.

181 21 18
                                    

   billy başını koltuğa yaslamış, yarı uykulu bir hâldeyken durmadan konuşan kabarık saçlı çocuğu izliyordu. ne dediğini anlamıyordu ama onu izlemek hoşuna gidiyordu. eddie konuşurken sürekli ellerini hareket ettiriyor, saçlarıyla oynuyor, yerinde duramıyordu.

   "hargrove,"

   eddie'nin ona seslendiğini duymayacak kadar kendinden geçmişti.

   "hey hargrove," eddie, parmaklarını onun yüzünün önünde sallayınca billy gözlerini kaçırıp mırıldanarak uzun zaman sonra küçük de olsa bir tepki verdi.

   "beni dinlemiyorsun." billy onun bozulmuş bir sesle söylediği şeye yarım ağız gülümseyerek, "çok konuşuyorsun, munson." dedi.

   eddie, cevap verecekken billy yeniden konuşmaya başladı. "ve bu hoşuma gidiyor."

   eddie kendisini tutamayıp gülümsedi. billy tamamen onun tarafına dönmüş, saçları yüzüne düşerken, mayışmış bir sesle konuşuyordu. bu görüntü eddie'nin uzun zamandır gördüğü en güzel şeydi. billy hargrove gerçekten güzeldi.

   "sana bir şey soracağım, hargrove." billy'den herhangi bir tepki beklerken billy sorması ya da sormaması için herhangi bir tepkide bulunmadı, eddie bunu evet olarak algıladı ve bir süredir merak ettiği soruyu sordu.

   "neyin var senin? geri döndüğünden beri kendinde değilsin. tanıdığım hargrove kesinlikle böyle biri değildi. sana ne oldu?"

   billy geri döndüğünden beri kendinde değildi. billy onunla oturup kafayı bulacak biri değildi, en ufak bir sesten dolayı ödü kopan biri değildi. eve kapanan biri hiç değildi. billy iyi değildi.

   billy eddie'ye daha çok yaklaşarak, "beni hiç tanıdın mı ki şimdi kendimde olmadığımı söylüyorsun?" diye sordu.

   eddie onu tanımıyordu. onu tanıyormuş gibi konuşması sinirini bozmuştu.

   "seni tanımıyorum evet," dedi eddie, kendisini geri çekmek yerine meydan okumayı kabul edip ona biraz daha yaklaşarak, "ama senin şu an olduğun gibi biri olmadığını biliyorum. sen billy-sikik-hargrove'sun. sen korkak bir çocuk değilsin. sen tuhaf çocuklarla konuşacak biri hiç değilsin." eddie, her kelimesinin üstüne basarak göz temasını kesmeden konuşmaya devam etti, "sen bunların yerine insanların hayatını boka çeviren zorba herifin tekisin. tekiydin. şu an kim olduğunu bilmiyorum." 

   gözlerini kaçıran billy oldu. gözlerini kaçırıp bakışlarını tavana çevirdi, o zorbanın tekiydi. zorba olduğunu biliyordu. öfkesi hep insanlara zarar vermişti ama eddie'ye bir zararı dokunmamıştı.

   "sana hiç bulaşmadım." dedi böylece.

   eddie alayla gülümseyerek, "çünkü beni hiç fark etmedin." dediğinde bakışlarını eddie'ye çevirdi billy.

   "ne dememi bekliyorsun?"

   "o sikik hargrove'a ne olduğunu merak ediyorum sadece."

   billy birkaç saniye anlamsız gözlerle eddie'ye baksa da sonra gülümsedi, o billy hâlâ buradaydı sadece eskisinden çok daha yorgundu. öfkesine sığınamayacak kadar yorgundu. gülüşü acı dolu bir hâl aldı. kafası iyiyken bile acı çekiyordu.

   "duymadın mı, o sikik hargrove avm yangınında öldü," eğlenir bir sesle ekledi, "bir kahraman gibi öldü."

   "bir kahraman gibi," diye mırıldandı eddie, birasını içerken. "boktan bir insan olarak hayatına devam edebilirken neden kahraman olarak ölmeyi seçtin ki?"

   "bilmiyorum," dedi billy, elini saçlarından geçirirken, "ilk defa kaçmak istemedim sanırım, sorunları çözmek istedim ve bu da benim ölmeme sebep oldu, boktandı." dediğinde eddie'ye bakıp gülümsemişti.

   eddie'nin kaşları çatılmış, yüzü ciddi bir ifadeye bürünmüştü. billy'i ciddiyetle dinliyordu. billy'nin gülüşü daha da büyüdü. uzun zaman sonra ilk kez biri onu dinliyordu. eddie ona iyi geliyordu.

   "ölmek nasıl bir şeydi?" eddie'nin sorusuyla, onun elindeki bira şisesini alıp kafasına dikti billy. hâlâ yaşıyordu. yaşamak istememişti. ölürse affedilecekti. bir kahraman olarak ölecekti ama ölmemişti. eleven onun elinden bunu almıştı. şimdi sahip olduğu acıyla, öfkeyle, evren dolusu hiçliğiyle yeniden savaşması gerekiyordu, ölümden geri dönmek hayatını olduğundan çok daha kötü bir hâle sokmuştu. bunu istememişti.

   "öyle bir durumda kaldığında kaçmayı seçmelisin munson çünkü inan bana, ölmek gerçekten boktan."

   eddie omuzlarını silkelerken, "kahraman olmaya niyetim yok. baksana bana, kahraman olacak biri değilim." dediğinde billy sadece onu izledi.

   bir süre ikisi de sessizleşti. bu süre içinde billy eddie'nin yüzünün her detayını kafasına kazımaya çalışır gibi onu izledi. koyu gözleri, sivri çenesi, ona ayrı bir hava veren saçları, güzel gülüşlere ev sahipliği yapan dudakları... eddie'nin dudakları çok güzeldi. onun dudaklarını izlediğini fark ettiğinde kafasını çevirdi. tuhaf şeyler hissediyordu. eddie'nin ona verdiği şey her neyse gayet işe yarıyordu.

   "seni neden fark etmediğimi anlamıyorum, munson." dedi birden.
eddie'nin bakışları anında ona dönerken billy sakin bir sesle konuşmaya devam etti.

   "sinir bozucusun, inatçısın, aptalsın ama saçların..." dedi onun saçlarına dokunmak isterken ama saçlarına dokunmak için bir harekette bulunmadı, koltukta oturur pozisyona geçti, diliyle dudağını ıslattı, onu baştan aşağıya süzmeye başladı, "görünüşün, davranışların... sen, denildiği gibi tuhaf birisin munson ama ilgi çekicisin. seni neden fark etmedim?" billy onunla arasındaki mesafeyi kapatırken eddie yutkundu, bu billy'nin alayla gülümsemesine yol açarken eddie hızla geri çekilip konuştu.

   "gözlerin harrington'dan başkasını görmediği için olabilir mi?"

   "sikeyim," diye mırıldandı billy. "siktiğimin harrington'u." ismini duyması bile bütün anın içine etmişti. neden steve'den bahsetmişti ki?

   kafayı ne kadar bulmuş olursa olsun, steve'den ve steve'in ona hissettirdiklerinden kurtuluş yoktu.

   "onunla aranızda ne var? sizi geçen gördüğümde, steve sana kırılmış gibi duruyordu. değer vermediğin birine kırılmazsın."

   "gerçekten ondan bahsetmek mi istiyorsun?" eddie başını evet anlamında salladığında billy ofladı. yine de anlatmayı seçti.

   "steve ile aramda hiçbir şey yok. o renkli, fantezi dolu kafanda ne geçiyor bilmiyorum ama yok. bana kırıldığı kısma gelirsek, benimle yeni bir başlangıç yapmak için gelmişti. arkadaş olabileceğimizi düşünüyordu, ben ise onu kovarak bu seçeneği ortadan kaldırdım."

   "neden arkadaş olmayı seçmedin?"

   "çünkü," dedi billy ama devamında ne söylemesi gerektiğini bilmeyerek. aslında itiraf etmek istemiyordu. steve ile yeni bir başlangıç yapamazdı. bunu kendine itiraf edebilmesi uzun sürmüştü. onun arkadaşı olamazdı. onunla arkadaş olmaktansa düşman olmayı tercih ederdi. o gün, steve onu kırmasaydı bile yine bir yolunu bulup o yeni başlangıcı mahvedecekti.

   eddie için sonsuz gibi gelen dakikalardan sonra billy cümlesini tamamladı. "onun arkadaşı olmak istemiyorum."

   "neden?"

   "her şeyi böyle soracak mısın, munson?"

   "evet, sonuçta arkadaş değil miyiz?"

   "arkadaş değiliz munson."

   "çünkü benimle arkadaştan öte olmak istiyorsun, değil mi?"

   billy eddie'yi ve onun bitmek bilmeyen sorularını umursamadan biten birasını masaya bırakıp bacaklarını masanın üstüne koyarak uzattı. koltukta boylu boyunca uzandı. kollarını bedenine sardı. ne eddie'yi ne de steve'i düşünmek istemiyordu sadece uyumak istiyordu.

...
genelde hikâyelerimi yarım bırakırım bunu da yarım bırakacaktım ama içimden bölüm yazmak geldi.
özlemişim.

hellfire; eddie, billy, steveWhere stories live. Discover now