Bölüm 32

281 3 0
                                    

Felix

Uyandığımda kasıklarımda bir ağırlık hissediyordum. Oradaki baskı ve gerilimle hafifçe kıpırdandım.

Dün gece çok mu içmiştim?

Monica uyurken beni mi tekmelemişti yoksa?

Belki de çok seviştiğimizden ağrıyordur. Hah! Bu fikir beni eğlendirdi.

Bir saniye... Bunların hiçbiri gerçek değil.

Kafamı koyduğum yastıktan hafifçe yükselerek aşağıda neler olur bittiğine bir göz attım. Gözüme ilk çarpan şey göğsümün üzerine serilmiş uzun, kızıl saçlardı. Daha sonrasında da kasıklarımın üzerinden beni sarmalayan narin bir bacak.

Bu... Bu Riley. Biz dün gece birlikte olduk, hem de sayısını dahi hatırlamadığım kadar çok sefer...

Ama ben, ben neden bunu yaptım? Onu arzuladığımı hatırlıyorum. Bir kızın karşısında hiç bu kadar sertleşmediğimi de biliyorum. Ancak... neden? Riley beni kaçırdı! Sikeyim! Bu kız beni kaçırmıştı... Neden kaçmaya çalışmadım? Dün ellerimi açtığında gidebilirdim.

Bir saniye, ellerim hala serbest.

Fazla kıpırdanmadan bedenime bakmaya çalıştım. Herhangi bir yerimde bağ, kelepçe ya da bir hasar göremiyordum. Yani Riley'yi uyandırmadan buradan kalkmamın bir yolu varsa, özgürlüğüme kavuşabilirdim. Sahi, özgür olmayı istiyordum değil mi? Bunu istiyor olmam gerekiyordu. Neyse, Felix. Kendine gel!

Uyuyor mudur acaba şu an? Uykusu ne kadar derin olabilir? Belki onu hafifçe itsem... Pekâlâ, zaten bana karşı koyacak gücü olmayacağının farkındayım. Bu kadar korkmamam gerekiyor değil mi? Ben yine de onu uyandırmamayı seçiyorum.

Buradan gitmem lazım...

Riley'yi yavaşça üzerimden iterken kafasının yatağa sertçe düşmemesi için arkasından onu destekledim. Avuçlarımın arasındaki kafasından yatağa dökülen kızıl saçlarına baktım. Daha sonra küçük ve çillerle donatılmış burnuna, hafif çıkık elmacık kemiklerine... Baktıkça güzelliklerinin yanında onun güzelliğini örten şeyleri de görmeye başlıyordum. Seyrek ve soluk bir tondaki kaşlarına daldı gözüm. Uyurken ne kadar da dingin ve mutlu gösteriyordu kaşları onu. Sonra dudaklarına baktım, çok dolgun ve çekici değillerdi, ancak pembenin fena olmayan bir tonundaydı. Çene kemiği üçgen şeklinde kulaklarından çene ucuna kadar uzanıyordu. Bu görünüşünün tatlı bir tilki yavrusunu andırdığını düşünerek hafifçe gülümsedim.

Ne yapıyorsun Felix?

Riley'yi incelemenin ya da onun yüzüne dik dik bakmanın hiç zamanı değildi. Onu orada bırakıp bir anca önce bu evden çıkmalıydım. Kafam çok karışıktı ve bir an önce ondan uzaklaşarak ne düşündüğüme ve ne yapacağıma etki altında kalmadan karar vermem gerekiyordu.

Elimi Riley'nin kafasının altından yavaşça çekerek onu yatakla bütünüyle buluşturdum. Kıpırdamamıştı bile. Ses çıkarmamaya özen göstererek ayağa kalktım. Üzerimde hiçbir şey yoktu.

Kahretsin...

Tişörtüm Riley'nin üzerindeydi.

Bir saniye ne yapmam gerektiğini düşündüm. Sonrasında önceliğimin çıplaklık olmadığına karar vererek yerden iç çamaşırımı, pantolonumu ve ayakkabılarımı alarak bodrum katının merdivenlerine doğru yürüdüm. Daha fazla ses çıkarmadan üst kata ulaşmam gerekiyordu. Orada giyinebilirdim.

Merdivenlerden ağır adımlarla çıkarken bir ses çıkmaması için dua ediyordum. Neyse ki, Tanrı dileklerimi kabul etti ve girişe varana kadar bir ses bile çıkarmadım.

Evin giriş kapısının önünde dikilirken ve güneş ışınları gözlerimi kamaştırırken duraksadım.

Neden bir yanım geri dönüp Riley'yi uyandırana ve sonra zevkten bayıltana kadar becermek istiyordu? Tanrım!

Giysilerimi giymeye başladım. Bu şekilde mantıklı düşünmem mümkün değildi. Bu evden, Riley'den ve yaşadıklarımdan uzaklaşmak zorundaydım.

Ayakkabılarımı da giydiğimde neredeyse hazırdım. Tişört giymiyor oluşumu görmezden gelecektim. Ne de olsa hava o kadar da soğuk değildi.

Tam o sırada kapının kenarında asılı olan kapüşonlu gri ceketi fark ettim. Tanrı bugün dualarımı duyuyor gibiydi. İlk günler neredeydin acaba, dostum...

Ceketi üzerime geçirip fermuarını yarıya kadar çektim. Kapüşonu da kafama geçirdiğimde gitmek için hazırdım.

Kapıya doğru yürüdüm. Çıkışa bu kadar yakın olmanın telaşıyla yanıyordum sanki. Bu bir o kadar gurur vericiyken bir o kadar da zor bir karar gibi hissettiriyordu. Ancak bunu yapacaktım. Bu yüzden elimi kapının koluna koydum. Başımı eğip bir süre kapının kolunu tutan elime baktım. Elimi indirip kolu çevirmek neden bu kadar zor geliyordu? Neden o dürtüyü harekete geçiremiyordum? Ah, Riley. Bana büyü yapmış olmalısın lanet olası!

Riley'i düşünüyor olmam mı bana engel oluyordu? Sanki tek gecelik bir takılmamın ardından seviştiğim kızı bırakıp gidiyormuşum gibi bir korkak olarak ön kapıdan çıkıyordum. Hah! Bu senaryoda işler bu kadar basit değil elbette... Yine de Riley'yi bırakıp gitmenin zor gelmediğini savunmayacağım.

Aklıma gelen görüntüsüyle bir an için arkama, bodrum katına giden merdivenlerin başına bakma isteğiyle doldum. Elim hala kapı kolunun üzerindeyken omzumun üzerinden arkama baktım. Orada birinin varlığını hissedebiliyordum. Bedenimi yavaşça döndürerek tamamen görüş açımı aydınlattığımda karşımda Riley duruyordu.

Üzerinde benim tişörtüm, dağılmış kızıl saçları ve kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyordu. Gözlerinden süzülen yaşların yanaklarını ıslattığını görebiliyordum. Suratında hayal kırıklığına uğramış bir ifadenin yanı sıra öfkenin de izleri görülüyordu. Derin nefesler alıyor, burnunu çekiyor ve ellerini yumruk şeklinde bedeninin iki yanında tutuyordu.

Sonra bir anda yüzündeki tüm üzgün ifade yok oldu, gözleri karardı ve dudakları mühürlenmişçesine kapandı. Ağır adımlarla üzerime yürümeye başladığını gördüğüm gibi kapının kolunu çevirdim ve kapıyı araladım. Bunu yaparken gözlerimi Riley'den çekmemiştim. Ben dışarı doğru bir adım atarken Riley'nin ifadesi yeniden değişmişti, bu sefer yüzünde korku vardı.

Hala arkama bakarken attığım adımla birlikte bir bedene çarpmam bir oldu. Hafifçe geri çekilip çarptığım bedene baktım.

Uzun boylu, orta yaşlı, sarışın bir adamla bakışıyordum. Bu da kimdi? Polis olabilir miydi? Ya da bir komşu? Her halükârda ilk konuşan ben olmayacaktım. O yüzden şaşkın bir ifadeyle adama bakmaya devam ettim. Adam gözlerini benden çekip arkamda bir noktaya odakladı.

"Riley, kızım. Yanlış bir zamanda mı geldim?"

Kızım mı? Kızım mı dedi o az önce?

Adam Riley'yi baştan aşağı süzdü, sonra dönüp bana, yarı çıplak göğsüme baktı. Suratında belli belirsiz bir gerginlik ve utanç görünüyordu. Kafamı çevirip Riley'ye baktım. Korkudan titriyordu neredeyse. Suratı donmuş gibi öylece ikimize bakıyordu. Ağzını araladı fakat hiçbir sözcük çıkmadı. Diyecek hiçbir şeyi yoktu. Benim ağzımdan çıkacak en ufak şeyin esiriydi. Fakat ben onun korktuğu şeyi yapmayacaktım, çünkü bununla uğraşmak yerine bir an önce gitmeyi tercih ederdim. Adamla yeniden göz göze geldim ve düşüncelerime engel olamadım.

Keşke sadece kızınla yatmış ve sabah gizlice evden çıkıyor olsaydım, dostum...

"Ben, Felix. Riley'nin erkek arkadaşıyım. Siz... Onun babası mısınız?" Riley'nin arkamda baygınlık geçirmek üzere olduğunu tahmin edebiliyordum. Bunu beklemediği kesindi.

"Merhaba Felix. Evet, ben Liam. Riley'nin babasıyım." Kafamı onaylar şekilde sallayarak birkaç saniye adamla bakıştım.

"Pekâlâ. Ben de gitmek üzereydim zaten." Gülerek arkamı döndüm ve elimi yavaşça havaya kaldırıp Riley'ye doğru salladım. Kısık bir sesle ve zafere ulaşmanın verdiği gururla ona seslendim.

"Görüşürüz, Riley."

Daha sonra adamın yanından geçip özgürlüğüme doğru kocaman bir adım attım.

FANCYWhere stories live. Discover now