"Roberts"

21 1 11
                                    



Annabel







Apar topar Hogwarts'a cisimlenmişti Anna ve Austin. Annabel oldukça tedirgindi fakat eşi onun aksine daha sakin görünüyordu. Zaten her zaman böylelerdi. Birbirlerini tamamlamak için dengeyi bulurlardı, aralarındaki aşkın bitmemesi bir kenarda dursun, evlilikleri bu yüzden kusursuzdu. Diğerleri onlara imrenirdi. Hem iki düşman binadalardı, hem de büyücülük dünyasının görüp görebileceği en güzel evliliğe sahiplerdi.

Direkt müdirenin odasına gelmişlerdi. Bir başkası bunu yapsa Profesör muhtemelen onları sert bir şekilde uyarırdı ama dostlarına ve sevdiklerine kızamıyordu. Dostlarını kayırdığı tek nokta da buydu. Albus Dumledore'dan sonra Hogwarts'ın başına geçen en bilge müdürlerden biriydi Izzy. Slytherin olması, müdire olmadan önce başına büyük belalar açmıştı. Bakanlık çalışanları bile buna tepki göstermişti ama Sihir Bakanı Nancy, Izzy'nin en büyük destekçilerinden biri olmuştu. Hogwarts'taki en yakın dostlardı ve bu dostlukları hiçbir zaman bitmeyecek cinstendi. Onlar birbirine görünmez bir büyüyle bağlı gibilerdi çünkü.

Annabel ve Austin, odaya geldiklerinde Izzy masasının arkasında, ayaktaydı. Masanın üstündeki dosyaların içinde bir şeyler arıyordu. Cisimlenme sesiyle irkilip gözlerini dosyalardan ayırmıştı. Annabel hemen söze girmişti.

"Özür dileriz Izzy. Patronusu alınca vakit kaybetmek istemedik. Sorun nedir?"

Paniğini gizlemeyi çok iyi başarıyordu. Annabel'in bu çabasını anlayabilecek tek kişi Austin'di.

"Odama pek az kişi bu şekilde girer. İrkilmemi mazur görün."

Sesinde en ufak bir iğneleme yoktu. Aksine oldukça sıcak bir karşılamaydı bu. Konuşmasına devam etmeden önce masasının önünde, karşılıklı konumlandırılmış sandalyeleri eliyle işaret etti.

"Lütfen oturun."

Hem Austin hem de Anna sandalyelere otururken Izzy de kendi sandalyesine kuruldu.

"Koskoca 7 yıl..." dedi iç çekerek. "Sizi hiçbir zaman bu kadar sık ağırlamamıştım burada-" Yüzünde hayal kırıklığı vardı. "değil mi?"

Anna'dan önce Austin söze girmişti.

"Evet, fakat neler olduğunu bize de söyleyebilir misin?" Her ikisinin de merakları giderek artıyordu. Jesse'nin başına bir şey gelmiş olma ihtimali hala akıllarının bir köşesindeydi. Profesör, onları daha fazla endişelendirmemek adına hızla konuştu.

"Jesse birkaç gündür oldukça farklı davranıyor. Sanki..." Doğru kelimeyi bulmaya çalışıyordu. "...sanki bambaşka biriymiş gibi."

Anna kaşlarını çatmıştı, söylenenler ona mantıklı gelmemişti. "Nasıl yani?" dedi sakince.

"Bunu anlatmam çok zor Annabel. Fakat görmenizi sağlayabilirim."

Önce kartalın dönüş sesi işitildi, ardından da odanın heybetli kapısı çalındı. "Gelin." dedi Izzy. İçeriye Jesse dışında Wes de girdi. Şimdi her şey daha da karmaşıklaşmıştı Robertslar için.

Jesse ailesini gördüğüne şaşırmış görünmüyordu. Onları çok özlemiş gibi de değildi. Soğuktu, daha önce bakmadığı kadar soğuk bakıyordu gözleri. Yüzünde alışılmadık alaycı bir gülümseme vardı.

"Yine sorun nedir?" Sesinde bile tuhaflık vardı. Annabel oğlunu süzdü boylu boyunca. Profesörden önce söze girdi.

"Bizi gördüğüne pek sevinmedin galiba?" Kaşları havalanmıştı Anna'nın. Merakla inceliyordu Jesse'yi.

Jesse önce gözlerini devirdi belli belirsiz. Daha sonra da hemen yanında oturan babasına baktı. Çok kısa bir bakıştı bu, gözlerini kaçırdı. Annesini duymazdan gelmeyi tercih etmişti. Profesör söze girdi.

"Çok ilginçtir ki Wes ile Jesse tartışmışlar."

Wes, boynunu aşağı eğmişti. Yaptığı şeyden utandığı belliydi. Jesse ise onun aksine yine alayla gülümsüyordu.

"Hah..." dedi yine aynı alayla. "...bana bulaşan oydu."

Sessizliğini korumuştu Wes. Konuşmanın hiçbir şey kazandırmayacağını biliyordu. Jesse'yi zaten kaybetmişti.

"Yapmayın ama, iyi arkadaşlar arasında böyle şeyler de olur ki." Austin, Izzy'nin bu olayı neden abarttığını anlayamamıştı. Aklına Helen ile olan tartışmaları gelmişti. Binbir Tattan Fasulyeler yemeye çalışırken bile sürekli didişirlerdi.

"Ama iyi arkadaşlar birbirlerine zarar vermeye çalışmaz Bay Roberts."

Profesör, öğrencilerinin yanında aileleriyle daha resmi konuşmaya gayret gösterirdi. Sesi ise az öncekine göre daha ciddiydi. Kimsenin konuşmaya girmesine fırsat vermeden devam etti.

"Hogwarts koridorlarında, profesörlerin kontrolü altında olmadan, düelloya kalkıştılar. En önemlisi, birisine zarar gelebilirdi. Ki biliyorsunuz, Bayan Parker'ın başına gelenlerden sonra bu konu üzerindeki hassasiyetimizi daha da arttırdık."

Robertslar -özellikle Austin- bu olayın sıradan bir şey olmadığını ancak kavramıştı. Anna'dan sonra bu sefer de Austin göz hapsine almıştı oğlunu. Duydukları değil de gördükleri onu sinirlendiriyordu. Jesse söylenenlerin hiçbirini umursamıyordu çünkü.

"Yine mi o kızdan bahsedeceksiniz Profesör? Mandy, Mandy ve Mandy... Başına ne geldiyse geldi, artık önümüze baksak diyorum."

Bardağı taşıran son damlaydı Jesse'nin dudaklarından dökülenler. Austin yerinden yavaşça kalkıp oğlunun yanına geçti. Gömleğine özenle yerleştirilmiş kravatı genişletti. Nefes alması için buna ihtiyacı varmış gibi hissetmişti.

"Mandy'i görmek için kaç gün bekledin Jesse? Yoksa bu da mı bir oyundu?" Wes başını kaldırmış yandan Jesse'ye bakıyordu. Gözlerinden alevler fışkıracaktı. Cevabını beklediği bir soru değildi bu. Aksine ona laf sokmuştu.

"Çok zekisin Brown. Bu zekanı sihirli yaratıklar dışında bir şeylere de kullansan iyi edersin. En azından ailen yedi yıldır senin Hufflepuff olduğun gerçeğiyle yüzleşirken biraz olsun rahatlarlar."

Wes yeniden konuşacaktı ki Izzy ile Austin aynı anda "Yeter." dedi. Annabel'in istemsizce gözleri dolmuştu. Karşısında gördüğü kişinin oğlu olmadığını düşünmeye başlamıştı ve bu düşünce canını yakıyordu. Izzy şu anda Austin'in konuşmasının doğru olacağını düşündüğü için yeniden sessizliğe gömülmüştü.

"Jesse, bu nasıl bir üslup böyle?" dedi Austin oğluna bakarak. "Ne olmuş Wes Hufflepuff ise?"

"Onun işe yaramaz olduğunu düşünmüyorlar mı sanki? Matthew amcadan kaç kere duydum bunu. Neden yalan söyleyeyim?" Wes'in canını yaktığını biliyordu ve bundan keyif alıyordu şu an.

"Öyle bir şey yok Jesse!" Bu sefer Anna konuşmuştu. Tiz sesi bağırdığı için daha tiz ve cılız çıkmıştı. Profesör, küçük bir aile dramasına şahit olduğunun farkındaydı.

"Birbirinizden özür dileyeceksiniz. Olumsuz davranışınız Hufflepuff ve Slytherin'den puan kaybına neden olacak." Araya girmeye karar vermişti Izzy artık.

"Ondan özür dilemeyeceğim." İlk itiraz Wes'ten gelmişti. "Paxton gibilerle dost olanlardan özür dileyeceğime Hogwarts'tan atılmayı yeğlerim."

"Onun hakkında en ufak bir şey bile söylemeye kalkışma porsuk!" Jesse, Wes'in üzerine yürümüştü ama Austin onu kolundan tutup geri çekmişti. Annabel oturduğu yerde bunalmıştı. Yerinden kalktı, eşinin yanına doğru ilerledi. Her ikisi de neler olup bittiğine anlam vermekte zorlanıyordu. Yan yana olmak bile iyi gelecekti onlara. Onlar sessizliğe teslim olurken Izzy konuştu.

"Yeter demiştim. Gözümün önünde dahi kavganıza devam ediyorsunuz. Şimdi..." Masanın üstündeki boş kağıdı masaya yaydı ve tüy kaleme yazı yazmasını emretti. Bu Brownlara gidecek mektuptu. "...özür dileyin."

Çocuklar birkaç saniye duraksadıktan sonra "Özür dilerim." diye gevelediler ağızlarının içinden. Profesör "Çıkabilirsiniz." dediğinde ikisi de kapıya yöneldi. Fakat Jesse'nin Wes'e omuz atıp öne geçmesi Izzy'nin gözünden kaçmamıştı. Wes sorun çıkartmamak için susmuştu. Onlar odadan ayrıldığında Annabel ve Austin öylece kalakalmıştı.

The Mirror of ErisedWhere stories live. Discover now