17 - geçmiş değil bugün.

570 102 93
                                    

previously on Arif

Bir şey uzatıyor bana. Üstünde bir şeylerin yazdığı dikdörtgen bir kağıt gibi geliyor gözüme. Ne olduğunu anlamayarak bakıyorum.
"Kitap artık benim ama bu sana ait."
Sesi buz gibi. Benim kafam iyice allak bullak oluyor. Uzanıp alıyorum.

Bir şiirden alınmış iki mısrayı okuyor gözlerim.

Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir

Yazıyı tanıyorum. Şiiri daha da çok tanıyorum. Avuçlarımdaki şeyin bir kağıt parçası olmadığını anlıyorum. Ön yüzünde geçmişimin en acı yüzünün olduğunu biliyorum. İnsan geçmişini yok edemiyor dostlarım. İstediği kadar unutmuş gibi yapsın, istediği kadar yokmuş gibi yapsın geçmiş hep duruyor.

Sena'nın gördüğüne emin olduğum ön yüzü çeviriyorum. Bir kağıt parçası değil bu. Fotoğraf karesi.

Göğsüme başını yaslamış kadının gülen yüzüne bakıyorum. Kahkaha attığım için eğilen başımla objektife doğru düzgün giremeyişime bakıyorum.

Parmaklarımızda parlayan alyanslara bakıyorum.

Sena yanımdan usulca geçiyor. Varlığını hissetmemi istemiyor sanki. O an orada olmak istemiyor belki de.

Elim yumruk oluyor, avuçlarımın içindeki kağıt buruşuyor. Arkamı dönüyorum, Sena merdivenlerin başında.

"Sena!"
Duruyor adımları ve bana çeviriyor başını. Gözleri öyle tuhaf bakıyor ki dilim düğümleniyor. Neden seslendiğimi zaten bilmiyorum.

Tam da o anlarda aşağıda bir hareketlilik oluyor. Artun benim adımı sesleniyor, sesi telaşlı.

"Arif, Arif neredesin!"
Diyor.

Sena hızlı adımlarla merdivenleri inmeye devam ederken ben bir an kalakalıyorum ama Artun seslenmeye devam ediyor.

Nihayet merdivenlere yürüyorum. Görüyor beni. "Oğlum nerdesin? Acele et, hastaneye gidiyoruz!"

"Ne hastanesi? N'oluyor oğlum?"
Diyorum aklım Sena ile ve biraz önce yaşananlarla dopdolu iken.

"Mustafa kaza geçirmiş. Trafik kazası!"

(...)


Bizim için çok zor geçen üç günün sonunda Mustafa gözlerini açtı. Beklenen hiçbir komplikasyon gerçekleşmemişti. İkinci bir ameliyata da gerek yoktu.

İki gün sonraysa yoğun bakımdan normal odaya alındı.

Çok şükür ki her şey normale dönüyordu.

"Pilav lapa olmuş, çorba tuzsuz, ana yemek de idare eder. Menüye puanım 4, genel olarak idare eder işte."
Sağ ayağında kırık, kolunda çatlak da olsa, kafası sargılarla sarılı da dursa Mustafa her zamanki formunda.

Hastanedeki onuncu gününde, hepimiz oturmuş beyefendinin hastane yemekleri puanlamasını izliyoruz.

"Ben buna şahit olmak için mi erteledim Türkistan keşfine gitmeyi."
Diyor yanımda kollarını göğsünün üstünde bağlamış oturan Artun.

4 puan verdiği menüyü silip süpürmekle meşgul olan Musti ağzına koca bir parça ekmek sıkıştırıyor. "Dedi arkamdan hüngür şakır ağlayan erkeğin özütü."

"Ulan iyi ki birkaç damla gözyaşı döktük, dalga geç dur..."
Artun hışımla başını diğer tarafa çeviriyor.

"Valla ben birkaç damla bilmem, ağladın mı ağladın!"
Musti'nin keyfi fazlasıyla yerinde. Aslında nedendir bilinmez son günlerde hiç olmadığı kadar neşeli. Adeta neşe saçıyor hatta. Bu durumunu diğerleri umursuyor gibi görünmüyor ama ben takılmadan edemiyorum. Kırk yıllık muşmula Musti'ye ne oldu da hasta yatağında Polyanna kesildi?

ArifTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon