02 - sönen heveslerin akşamı.

849 121 46
                                    


Maç bitip yeniden kürkçü dükkanına dönene kadar bizimkilere hiçbir şey anlatamıyorum. Hülyalı hülyalı etrafta gezinen bakışlarımla doğru zamanı bekliyorum.

Sonra nihayet o zaman gelmiş gibi hissediyorum.
Çocukluğumuzun geçtiği mahalledeki çocuk parkındayız. Musti ve ben salıncakta oturuyoruz. Tarık yan biçimde oyuncak atın üstünde duruyor. Fatih de karşımızdaki bankta oturmuş telefonla konuşuyor. Çünkü işle ilgili meseleleri hiç bitmiyor Fatih'in.

"Musti..."
Diyorum ayağımın ucuyla kumu eşelerken.

"He gülüm?"
Diye karşılık veriyor Musti. Gökyüzünü izliyor o anlarda. Benim az sonra söyleyeceklerime hiç de dikkatini vermiş durumda değil.

"İlk görüşte aşka inanıyor musun?"
Saçma sapan bir girizgah yapıyorum.

Musti dudak büzüyor,
"Nerden çıktı bu oğlum gece gece?"
Gayet haklı bir tepki veriyor dostum.

"Klasik Arif lan işte, filozofluğunun ne zaman tutacağı belli olmuyor."
Diyerek beni olası bir açıklama çabasından ve saçma sapan konuşmaktan kurtarıyor Tarık.

"Doğru diyorsun toprağım, bu çocuğun atanamamış feylesof olduğunu unutmuşum. Ne zamandır hayatı sorgulayası gelmemişti, düzeldi sandıydım."

İç çekiyorum. Zaman zaman düşüncelere dalıp hayatı sorguladığım ve içime kapandığım olurdu. Zaten çok da dışadönük biri değildim. Beşibiryerdenin üyeleri dışında arkadaşım yoktu. Bulunduğum sosyal ortamlarda görünmez olmayı tercih ederdim.

"Size bir şey sormaya gelmiyor..."
Diye homurdanıyorum yeniden önüme dönüp başımı eğerken.

"Oğlum kızma lan, ne demiştin ilk görüşte aşk mı?"
Musti hemen gönlümü almak için hamle yapıyor fakat ben pas vermiyorum. Omuz silkiyorum. Erkek adam naz yapar mıydı? Kesinlikle evet.

"Aynen kardeşim, ilk görüşte aşk. Tam senin uzmanlık alanın."
Tarık alaycı sesiyle yaptığı imaya hak veriyorum ne yalan söyleyeyim. Musti'nin müennes bireylerle arası yok, biliyoruz bunu. En son ailesi dışında muhabbet kurduğu bir dişi var mıdır diye sorarsanız varsa da bunun ancak bir sinek olduğunu falan söylerdim. Çünkü o hayatında bir hanımefendiye yer olmadığını, bekar ve kafasına göre estiği gibi yaşamak istediğini söylüyordu.

Zaten Musti ve benim dışımdaki diğer üçlünün başı bağlıydı. Fatih beş altı ay önce evliler kervanına katılmıştı. Tarık'ın sevdiği kızı babası vermiyordu ama o yavuklusuna kavuşmak için dağları delmeyi bile göze almış bir Ferhat, aşkından gözü kör olmuş bir mecnundu. Halbuki leylasına kavuşmak için dağları delmesine gerek yoktu, burnunu necasetten kurtarsa yeterdi.

Artun'un ise aşık olduğunu kabullenemediği bir kız vardı. Sarı terör kızı delicesine kıskanıyor, düşünmeden duramıyor, yetmezmiş gibi üstüne titriyordu ama iş duygularını kabullenme kısmına gelince bir kalas kadar mal oluyordu. Hoş, o kabul etse bile kızın onun yüzüne baktığı yoktu. Kısacası Sarı terörün başı gönül işleri konusunda dertteydi.

Bana gelirsek, kalbimi gönül işlerine kapatalı çok oluyordu. Otuzuma merdiven dayadığım şu son zamanlarda ailem iyice baskıyı artırsa da evlilik planlarım arasında yer almıyordu.

"Bence ilk görüşte aşk diye bir şey yok kardeşim. Bak en basitinden, önüme bir yemek geldiğinde bazen ilk görüşte aşık oluyorum evet. Güzelliğinden etkileniyorum. Ama sadece görüntüsünü sevdiğim bir yemeğe gerçekten aşık olmuş sayılır mıyım? Daha hakkında hiçbir şey bilmiyorum; tadı tuzu yerinde mi, iyi pişmiş mi, içindeki malzemeler benim damak zevkime uygun mu, dışarıdan güzel görünen tüm o şeyler birleşince güzel bir uyum yakalayabilmişler mi? Bunları bilmeden gerçekten sevdim demek olur mu lan hiç?"

ArifWhere stories live. Discover now