Birkaç adım geri gidip sağa döndüm. Baekhyun üzgün gözlerle bana yaklaştı, kaşımdan veya dudağımdan akan kanı silmek amacıyla elini biraz kaldırdı ama birçok komutan bize baktığı için geri indirdi sanırım. Yine de öyle masum, öyle çocuksu, öyle dokunsan ağlayacak bir şekilde bakıyordu ki bedenine sıkıca sarılırım diye korkup bir elimi gözlerinin önüne koydum. Hemen ardından sargının kanlı olduğunu fark ettim ve sol elimi gözlerinin önüne getirip kanayan sağ elimi arkama sakladım.

Baekhyun'a doğru eğildim, kulağına fısıldadım. "Biraz daha böyle bakarsan başımız belaya girebilir."

"Seni kimsenin göremeyeceği bir yere saklamak istiyorum." Kısık sesle söyledi.

Güldüm, elimi gözlerinden çekip göz kırptım. "Sonra konuşuruz, git hadi sen." dedim. "Atış yarışması var, birazdan başlar."

"Atış yarışması mı?" Önce biraz şaşırdı, sonra gülümsemeye çalıştı fakat ben onun dünyaya bedel o güzel gülüşlerini aklımın ve kalbimin derinliklerine öyle sağlam kazımıştım ki yüzüne kondurduğu bu sahte gülüşü ilk saniyesinde anlamıştım. "Başarılar," dedi. Ellerini göğüs hizasının biraz altına kaldırıp yumruk yaptı. "Yapabilirsin!"

Gülümsedim ve gitmesi gerektiğini anlatan bir bakış attım. O da mesajı alıp düzgün bir asker selamı vermiş, yanımdan ayrılmıştı. O gider gitmez sağ elimi arkamdan çekip baktım. Orta ve yüzük parmaklarımın alt kısmı kanlıydı. Şu aptal atış işinden sonra revire gitmeyi unutmamalıydım.

Birkaç dakika sonra yarışma başladı, komutanlar sırayla 400 metre ileride hareket eden hedef tahtalarına ateş ediyordu. Kimsenin kötü atış yapacağını sanmıyordum, sonuç olarak hepimiz binbaşıydık ve işlerimizde iyiydik. Sadece ufak ıskalamalar olabilirdi, çünkü hedeflerimiz hareketliydi.

Duyulan düdük sesiyle beraber atış yapan komutanlar kenara çekildi. Hemen hemen hepsi iyi yerden vurmuşlardı.

Sıra bizim gruba geldiğinde ben ve dört binbaşı daha yan yana -aramızda epey boşluk olacak şekilde- dizildik. Tüfeklerimizi elimize aldık, ateş seslerini engellemek amacıyla susturucuları taktık.

Sıranın başındaki komutan ateş etti, insan şeklindeki hedefin tam kalbinden olmasa da kalbine yakın bir yerden vurmuştu. İkinci binbaşı kalbinin biraz üstünden, omzuna doğru ateş etmişti.

Atış sırası bana geldiğinde ilk defa korktuğumu fark ettim. Ateş edememekten, silahımı düzgün kullanamamaktan korktum. Sol elimle silahımın alt kısmını tutarken sağ elimi tetiğe götürdüm. Parmağımı o küçük boşluğa soktuğum gibi acımıştı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı eğip hedefe bakmaya başladım. Otomatik bir şekilde sağa sola giden hedef tahtasını silahımla izliyordum. Kalbinden vuramayacağımı anladım. Elim titriyordu ve düzgün bir şekilde tutamıyordum bile.

Yan taraftan gelen gülme sesi daha kötü hissetmeme sebep olmuştu. Oturup ağlayasım gelmişti. Bu salak ortamdan hemen kurtulmak için gelişigüzel bir şekilde ateş ettim. Mermim hedefin omzunun üstünden geçerken başka bir mermi gördüm. Hedefin tam kalbini delip geçmişti.

Gözlerimi kocaman açıp şaşkınlıkla hedefe bakarken bazı komutanlar sevinçle bağırmaya başlamıştı.

Hayır, ben atmamıştım. Benim kurşunum omzunun üstünden geçip gitmişti. Benimle aynı anda ateş edip beni kurtaran biri vardı. Ellerim yüzünden askerliğimin mahvolmasını istemeyen biri... Yakalanmayı göze alıp beni kurtarmak, bu aptal komutanların ağzına sakız etmek istemeyen kişi kimdi?

Fazla bir seçenek yoktu. Junmyeon'un gelmesi fazla dikkat çekerdi, imkansızdı. Minseok bir binbaşı olduğu için zaten kenarda sırasını bekliyordu. Kyungsoo'nun bu yarıştan haberi olduğunu bile sanmıyordum. Geriye beni düşünen tek kişi Baekhyun kalıyordu.

Kod Adı: Bela •chanbaek•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin