on yedi

12.1K 939 402
                                    



"cumartesi"
19.49

bilgisayarını kapatıp defterini kolunun altına koyarken bir yandan da termosunu taşımaya çalışıyordu yusuf. çalışma odasına yığdığı bütün eşyalarını kollarında toplayıp en sonunda koridora çıktığında fazla ders çalıştığından ve bir şeylerin üst üste geliyor oluşundan başı çatlamak üzereydi.

odasına girdiğinde masası bulaşıklarıyla dolu olduğu için eşyalarını yatağına koydu. içinden o kadar kızgın olmasa da oda arkadaşlarına sövmüştü. bulaşıklarını yerinden kaldırıp masaya bırakmanın ne anlamı vardı ki? gerçekten de odasını değiştirmesine ramak kalmıştı.

masanın üzerinden cüzdanını aldı ve içinden öğrenci kartını çıkardı. sandalyesinden sweatini alıp tişörtünü üzerinden sıyırırken hazar onu arayalı çoktan yedi dakika olmuştu bile. sweati de giyip dışarı çıktığında telefonunu odada bırakmıştı.

öğrenci kartını okutup dışarı çıkması yalnızca birkaç saniyesini almıştı. parmak uçlarıyla sweatinin kollarını tutarken yurdun önünde, üzerindeki bej rengi kazakla sigarasını içen hazar'ı gördü. kısa sarı saçları her zamanki gibi dağınıktı, açık kahve gözleri ince parmaklarının arasındaki, yere külünü bıraktığı sigarasını izliyordu. doğrusu, dün geceden sonra hazar'ı sigara içerken görmek yusuf'a garip hissettiriyordu.

sakince onun yanına doğru yürüdü. doğrusu hazar'ın giyimi ve tarzı tuhaf bir şekilde güzeldi. ince halka küpesi ve kıkırdağını saran piercingine kadar her noktası kendisini yansıtıyordu. adımlarını ona doğru attıktan birkaç saniye sonra hazar'ın gözlerinin kendisine döndüğünü hissetti. gergin bir şekilde sweatini sıkarken ne konuşacağını, ne diyeceğini hâlâ bilmiyordu.

hazar çantasını omuzunda düzeltip sıkılmış bir ses tonuyla "tam dokuz dakika oldu," dedi. "...on olsaydı yurttan kaydını sildirmek için danışmaya gidiyordum."

"buradan sildiremezsin," elini ona uzattı. "...sigaran var mı?" hazar, mırıldanarak onu reddetip elindeki dalı uzattığında yusuf başını öne iterek sigarayı dudaklarının arasına almıştı. "tabii sana yurt çıkmadığı için bilemezsin." diye devam ettiğinde dudaklarının arasında sigara olduğu için sesi kısık çıkmıştı.

"aynen, kürt." sigarayı elinden bırakmadığı için yusuf içtikten sonra geri aldı ve kendi dudaklarına götürdü.

"konunun kürt olmamla ne alakası var amına koyayım?"

"yaşadığın her şeyin kürt olmanla bir alakası var."

gözlerini devirdi yusuf. doğrusu ırkıyla alakalı bir muhabbeti çekebilecek hâlde değildi. gözleri ona geri döndüğünde "neden beş saat sonra geleceksen bana erkenden in diyorsun?" diye sordu.

"ne?" derken kaşlarını çattı. "ha," sakince başını yana çevirdi. "...in demedim, aradığımda in dedim."

"ne fark eder?" eli ensesine çıktı. "ayaküstü mü konuşmaya geldin."

omuz silkti. "fark etmez."

"neden bu kadar umursamazsın?" derken geriye bir adım atıp banklara yönelmişti.

"şu an mı, genel olarak mı?" dediğinde onun arkasından yürüyordu.

"her ikisi." diyerek banka oturdu.

"karakter meselesi." dedikten sonra yusuf'un geçtiği bankın masa kısmına oturmuştu. "ben gelene kadar ne yaptın?"

"midtermlere çalıştım."

"herhangi bir insanla, herhangi bir ayrılık konuşması?"

"yapmadım."

"tamam," dedi elini banka yaslayarak. "...şimdi yapıyoruz."

"ne?"

"telefonunu ver."

güldü. "yanımda değil."

"getir?" derken kaşlarını kaldırmıştı.

"kızla telefondan mı ayrılacağım?"

"evet."

"böyle bir şey yapmayacağım."

"tamam," dedi gülerek. "...yanına gidelim."

"hazar," derken sesi rica eder gibi çıkmıştı. "...şu an bunu yapmak istemiyorum." doğrusu, gerçekten de eylül'den ayrılmak istiyordu ama o sırada bir ayrılık konuşmasını kaldıramayacak kadar yorgundu. bir önceki gece hazar'ın onu öpmesine karşılık vermeseydi yusuf, bu ayrılığı kesinlikle sınavlardan sonrasına ertelerdi.

"ne zaman konuşacaksın?"

"bilmiyorum." başını hazar'ın dizine yasladı bitkin bir şekilde. "gerçekten, hiçbir şeyi bilmiyorum."

"sorununun sadece eylül olduğundan emin misin?"

"bilmiyorum," dedi yusuf başını yana çevirirken. "...sınavlarım yaklaşıyor ve beynim basmıyormuş gibi hissediyorum." derken gözleri dalmıştı. "eğer sınavları veremezsem staja da gidemem."

"bence sınavları verip," derken parmak uçlarıyla onun saç tellerine dokunmuştu. "...amerika'ya giden ilk kürt olarak tarihe geçeceksin."

"başka hangi ilk kürt olarak tarihe geçeceğim biliyor musun?"

gülerek saçını okşadı. "ahlâksız bir çocuksun yusuf," derken sesi yavaş ve kısıktı. "...seni eğitmemi ister misin?"

"hayatımda tanıdığım en kötü insansın."

sessizce güldü. "biliyorum."

alnını onun bacağına yaslayıp yüzünü gizledi. "bok gibi hissediyorum."

"eylül konusundaysa siktirip gideceğim."

"o konuda."

hazar sıkılarak başını geriye verdi ve kararmakta olan gökyüzüne baktı. "içeriden telefonunu getirip eylül'den ayrılmamam için bir sebep söyle."

"seni herhangi bir konuda ikna edebilecek biri değilim."

"yusuf," yusuf başını kaldırıp ona baktığında hazar'la göz göze gelmişti. hazar, elini yukarı kaldırıp baş parmağını onun yanağına değdirdi. parmağı çenesinden dudağına doğru çok kısa bir an dokunduktan sonra hazar, gözlerini ondan çevirmeden "...yarına kadar eylül'den ayrıl." diye devam etti.

kurumuş dudaklarını diliyle ıslatıp gözlerini yana çevirdi. "tamam," diye onayladı onu. "...deneyeceğim."

yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle elini onun saçlarına daldırıp saçını karıştırdı. "artık iyi bir çocuksun." derken yusuf saçlarının gözüne gelmemesi için sinirli bir şekilde gözlerini kapatmıştı.




'

yirmiWhere stories live. Discover now