15. Bölüm-İntihar

61 7 4
                                    

Çarşamba,

Eda'dan,

Siz hiç kötü bir şeylerin olacağını hissettiniz mi? Hani böyle nefes alamazsınız, sanki biri boğazını sıkıyormuş gibi olur. Ben bazı zamanlar içimde bir sıkıntıyla uyanıyorum ve o boğucu his de kötü bir şey olana dek geçmiyor. Bugün de aynı şekilde uyanmıştım, daha da kötüsü berbat bir rüya görmüş olmamdı. Ne gördüğümü bile hatırlamıyorum, sadece nefes nefese yataktan fırladım. Saç diplerim nemliydi ve alnımda boncuk boncuk ter birikmişti. Pijamalarım bile terliydi. Terleyerek uyanmak en nefret ettiğim şeylerden biriydi zaten, bir de sabah sabah duşa girmek zorunda bırakmıştı beni akşam yıkanmama rağmen. Göğsüme çökmüş olan ağırlık rüyadan diye düşündüğümden duşta geçeceğini düşünmüştüm ama geçmedi. Ilık su vücudumu serinletirken bu sefer bir şey olmayacağına dair kendimi telkin etmeye çalıştım. Bornozuma sarılıp odama döndüğümde hava benimle aynı fikirde olmadığını gözler önüne serercesine kapalıydı. Yaza yaklaşmıştık ama havada güneşin esamesi bile okunmuyordu. Sanki az sonra sağanak başlayacakmışçasına gök gürlüyordu. Üşümemek için okul pantolonumu giydim, gömleğimin üzerine de okulun sweatshirtünü geçirdim. Mutfağa giderken bile iştahsızdım, ki benden bahsediyoruz, hayatımda en sevdiğim öğün kahvaltı olmuştur her zaman ama midemde yuvarlanan taşlar varmışçasına bulanıyordu içim. Dalgınca mutfağa girdim,

"Günaydın." Annem çayın demlenip demlenmediğine bakıyordu,

"Günaydın." Babam yoktu,

"Babam kalkmadı mı?" dediğimde bana döndü,

"Yok, bugün geç gidecek işe, uyuyor." demesiyle masaya oturdum ama bir şey yemek istemiyordum, öylesine bir salatalığı kemirmeye başladım. Annem de benimle beraber masaya oturmuştu.

"Sen dün duş almamış mıydın?"

"Gece terlemişim." dedim kısaca. Hâlâ üzerimdeki o kötü ruh hâli dağılmamıştı ama anneme de söyleyesim yoktu, sanki söylersem kötüyü çağırmış gibi olmaktan korkuyordum.

"Anne iştahım yok da yemesem ben?" dememle olur dercesine kafasını salladı.

"Sen kâbus mu gördün yine?" dedi endişeli gözlerle.

"Evet ama ne gördüğümü bile hatırlamıyorum." Bir süre konuşmadan oturduk, evden çıkma vaktim gelince de üşütmemek için kırık beyaz bir bere geçirdim kafama. Yağmurluğumu da giydikten sonra evden çıktım. Okula vardığımızda sanki içimdeki sıkıntı daha da büyüdü. Yok saymaya çalışarak okula girdim ama yaz geldiğinden kaloriferleri kapatmışlardı, okula erken geldiğimden ve akşamın soğuğu okulun duvarlarına işlediğinden kemiklerime kadar üşümüştüm. Kantin açıksa acilen bir çay almam lazımdı yoksa bereye rağmen üşütmem işten bile değildi. Aşağı indiğimde her taraf karanlıktı, ışıkları bile açmamışlardı. Okul bu zamanlarda perili, terk edilmiş bir binaya benziyordu. Kantine yaklaştığımda Mahmut amcanın orada olduğunu görünce rahatladım.

"Günaydın Mahmut amca." dememle oturduğu sandalyeden kalktı, boynunda asılı olan gözlüğünü burnunun ucuna yerleştirdi ve bana baktı,

"Günaydın yavrum."

"Ben bir çay alabilir miyim?" dedim kibarca. Adamcağız bana dedemi anımsatıyordu, kendi hâlinde tontoş biriydi. Gülümsedi,

"Daha demlenmedi ama demlenince getiririm ben. Geç otur istersen." demesiyle parayı verip kenardaki masalardan birine oturdum. Hava hâlâ kapalıydı, Ankara'nın en sevmediğim yanlarından biri de buydu. Tam olarak şu aydayız bile diyemiyordunuz. Soğuk deseniz ertesi gün cehennem sıcağı olur, sıcaktan bayılacağız deseniz ertesi gün yağmur yağardı. Telefonuma baktığımda saatin 07.32 olduğunu gördüm. Daha 1 saat vardı ilk dersin başlamasına. Bu sırada elinde bir karton bardakla dumanı tüten çayımı getirdi Mahmut amca. Yanında şeker kullanıp kullanmadığımı bilmiyordu o yüzden şeker de getirmişti yanında.

Karanlıkta KalanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin