unpretty little lies

263 33 47
                                    

"beomgyu, sen şu dünyada en çok değer verdiğim kişisin, inan bana. çok kıymetlisin benim için." birkaç saniyelik sessizlik olmuştu, beomgyu bunun bu kişiden duyduğu kaçıncı yalan olduğunu ve sonunun nereye varacağını düşünüyordu. sessizliğin iyice uzadığını fark edip derin bir nefes aldı beomgyu, "bitti mi?" karşı taraf onayladığında ise beomgyu telefonunu kapatıp yavaşça yere bıraktı.

"palavracı pezevenk." diye fısıldadıktan sonra zar zor toparlamış olduğu kafasını yastığa gömdü. bıkmıştı; yalanlardan, gerçek olmayan duygulardan, herkesin diline dolayıp gezindiği aşktan ama en çok da insanlardan. yorgundu, hem de epey yorgundu fakat dışarı yansıtmamak konusunda yeminliydi. ya da gözleri kıpkırmızı olmadığı günler bu yemin gerçekleşiyor diyelim. hafifçe kafasını kaldırdı, rahat yatamamıştı yine. bunun için de bir suçlu aradı ve hatta buldu da. arkada çalan iğrenç zil sesiydi ona göre sorumlusu ancak hepimiz biliyoruz ki yüz üstü yattığı için nefes alamıyordu ve bu yüzden beyni  onu uyarıyordu.

telefona uzandı ve onu olduğu yerden alıp ileri doğru savurdu. ancak o kadar güçsüz düşmüştü ki bir telefonu bile uzaklaştıramamıştı kendinden. yavaşça kalktı yerinden ve ondan bir adım anca uzaklaşmış olan telefonu eline aldı. telefonu açıp kulağına yerleştirdikten sonra yatağını açtı ve yavaşça yatağına yerleşti. telefonun da hoparlörünü açıp dinlemeye başladı ya da biz öyle olduğunu sandık.

tabii karşıdaki kişi yirmi üçüncü kez "telefonu neden açmıyorsun?" sorusunu tekrarladığında beomgyu gözlerini kapattı. "iyi değilim." dedi ve bence bu yeterliydi. ama karşı taraf, öyle olmadığını düşünüyordu. yaklaşık yirmi dakika boyunca etiyle, kemiğiyle ve ruhunun her zerresiyle yardım isteyen beomgyu'ya bir şeyler söyledi. beomgyu yardım istiyordu. hep istemişti ve istemeye de devam edecekti. onu kurtaran kimse olmamıştı, onu gören kimse olmadığı gibi. "yani, abartıyorsun biraz." beomgyu'nun duyduğu son şeydi.

karşı taraf sözlerini bitirdi, ama bu bitiriş beomgyu'yu öyle yaraladı ki artık insanlardan yardım istemeye çekinecekti. dediği "iyi değilim." kısmı her ne kadar yardım gibi durmasa da öyleydi. çünkü geçen sene beomgyu okulunun sosyal kelebeği, partiler düzenleyip partilere katılan ve ortamı neşelendiren kişisiydi. ondaki değişim görülmeyecek, hissedilmeyecek gibi değildi.

"evet, biraz öyle gibi haklısın. dediklerini yapacağıma emin olabilirsin. şimdi kapatmam lazım, babamla dışarı çıkacağım." dedi ve telefonu kapattı. yalandı. tıpkı insanlara iyi olduğunu söylediği zamanlar gibi, bu da yalandı. babasını görmek bile istemiyordu ki.. bir de onunla dışarı çıkamaya katlanamazdı.

telefonunu rahatsız etmeyin moduna aldı yavaşça. keşke hayatta her şey bu kadar olsaydı, diye geçirdi içinden. fakat bunun üstüne çok düşünmemeye çalıştı. yavaşça ses kaydediciye girdi ve kayıtlı sesler bölümünü açtı. annesinin sesleriyle doluydu, sadece o vardı, keşke beomgyu'nun hayatında da sadece annesi olsaydı.

derin bir nefes aldı, içinde yükselen okyanusu durdurmak ister gibi bir hâli vardı ama buna gücü var mıydı? gözlemlerim olmadığını söylüyor. eminim ki sizler de fark etmişsinizdir. yaşamaya hevesi yoktu ki buna gücü olsun, değil mi?

sonunda annesinin seslerinin en uzun olanını açtı ve telefonu hemen yanına koyup annesini dinlemeye başladı. bir süre sonra annesinin dizlerinde açmıştı gözlerini, bu da demek oluyor ki uzun zaman sonra güzel bir uyku çekecek.

bu esnada ise beomgyu'nun adını bile bilmediği choi yeonjun da bir şeyleri yapmak için epey efor harcıyordu. ya da sadece istemiyor, beceremiyordu bu işi. ancak "git buradan." demişti titreyen sesiyle. daha az önce ayrıldığı erkek arkadaşı kapının önünde oturnuş onu bekliyordu. "yeonjun, ne olur bana bir sebep sun, yemin ederim gideceğim sonra. lütfen.. bir sebep sun."

bitmek bilmeyen takvim yapraklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin