Üzerinde beyaz gömleğin kolları kıvrılmış, siyah kumaş pantolonla terasın ucunda duran Cihangir, parmakları arasına sıkıştırdığı sigara dalından son bir kez daha nefes çekmek için sigarayı iki dudak arasına doğru kaldırdığında, sabahın erken saatlerinde kalkıp gözetlediği pencerenin önünde gördüğü bedenle eli havada asılı kaldı.

Roya Karadağ kendisine bakıyordu, çatılı kaşlarıyla.

Çatılı kaşlarını düzeltmek isteyen parmak uçları sızladı. Sızlayan parmak uçlarının arasından düşen sigarasıyla iç çekti. "Ax Roya ax..." Ne kadar şikayetçi olsa da olmadığı bir evde yaşamaktan, onu hiç görememek daha beterdi. Ayak ucuna düşen izmariti ayakkabısının ucuyla ezerken kendisine bakan Roya'nın bakışları kendisinden çekilmemiş hatta üstüne 'ne bakıyorsun?' dercesine iki yana sallamıştı.

"Güzelliğine, güneş açtıran güzel gözlerine," diye mırıldandı kendi kendine.

Roya, karşısında birşeyler söylediğini gördüğü Cihangir'le anlamsızca bakışlar atarken pencereyi açıp, 'Duyamadım' dememek için zor tutuyordu kendisini. Öylece kendisine bakıp birşeyler söylemesi ve anlamaması sinirini bozmuştu. Elini havaya kaldırıp elini kafasına işaret parmağını kafasına koydu ardından da elini deli işaretini yapar gibi salladı.

"Yok kızım, yok. Sen bu adamı çözemezsin." Kendi düşündüklerine yüzünü buruşturdu. "Çözmek gibi bir amacım yok zaten, olmamalı." Kendi kendine konuştuğunu fark ettiğinde  dişlerini birbirine bastırıp geri çekilerek perdesini sertçe çekti.

Deli diye diye gerçekten delirmiyordu, değil mi?

Cihangir ise onun sinirlenmiş yüz ifadesiyle kahkahasını bastırmak için dudaklarını ısırıyordu. Kendi içinde çatışan Roya'nın en sonunda perdeyi sertçe çekmesiyle omuzları hafifçe çöktü.

"Ulan bu aşk değilde ne be!" Diyerek arkadan ağabeyine bakan Uraz'la yüzündeki ifadeyi silen Cihangir kardeşine ters ters baktı. Uraz'ın gözlerine ölümcül bakışlar atarken, "okula gitmedin mi lan sen?"

"Evde biraz dinleneyim, dedim."

Uraz yüzünde hınzır bir gülüşle ağabeyine doğru yaklaştı. Aklından geçen binbir düşünceyi dökmeye cesareti yoktu yalnızca biraz ağabeyinin siniriyle oynamak istiyordu. Hem fena mı olurdu?

"Gördüğüm kadarıyla ev kuşu olmuşsun sen de ağabey?"

Derin soluklarıyla kendini dizginledi adam. Kardeşinin bir yerlerini kırmak istemiyordu. Tek kaşı sorguyla Uraz'ı buldu. "Sen de dayak yemeyeli bir cesaretlenmişsin?"

Uraz'ın gülen yüzü düşer gibi oldu. "Cesaret kanımızda var Cihangir Ağam."

Cihangir, 'öyle mi?' der gibi ileriye doğru atıldığında Uraz geriye doğru çekilerek yutkundu.

"Ben okula gideyim en iyisi," diyerek kendisine kaçış yolu açtı. "Şu güzel sıfatımın dağınık olmasını istemem." Hızla arkasını dönüp giderken Cihangir başını iki yana olumsuzca salladı. Nasıl güzel R yapıyordu.

"Bir de cesaret diyor," yüzünde gülümsemeyle son kez odağı olan pencereye baktı. Pencereye değen gözlerinin içi parlıyordu. Baktığı bir pencere değil de mücevherdi sanki. Cihangir Atabeyoğlu'nun mücevheri.

ROYADonde viven las historias. Descúbrelo ahora