-SK 4- "Kusursuz."

162 23 9
                                    

Sınıfa giren nöbetçi öğrencisinin duyurusu ile uyandkm. Tüm sınıfın halay çekmeye ve lalalalala gibi sesler çıkartmaya başlamıştı. Öğretmenler toplantısı vardı ve ders boştu. Tahtanın önünde halay çekenlerin yanına ilerledim ve peçetemi çıkartıp halay başına geçtim.
"Lorke lorke lorke lorke,hoca yok lorkeee!"
"Lorke yavrum lorke!"
Görkem yerinden sırıtarak kalktı ve yanıma geldi.
"Alya. Madem ders boş bizde gezeriz ha?" diye sordu. Kafamı aşağı yukarı sallayarak onaylayan bir cevap verdim. Sınıftan çıktık. Hava güzeldi. Yürümek geldi içimden. "Gogo. Yürüyerek gidelim mi?" diye sordum. Onaylarcasına kafa salladı. Yürüyerek koca bir AVM'nin önüne geldik. Görkem beni içeriye soktu. "Haydi prenses. Bugün sana hediyeler alacağım." Duyduğum sözler üzerine bir sevinç çığlığı atıp Görkem'in boynuna atladım. O da beni etrafında döndürdü. İkimizde kahkahalarla gülüyorduk. Büyük bir mağazanın içine girdik. Tam göbeği açık tişörtlerden kucaklamıştım ki Görkem'in "Göbeği açık tişörtlerden en fazla 3 tane alabilirsin." Lafı üzerine oflayarak aralarından üç tane seçip gerisini bırakmak zorunda kaldım. Ama bu haksızlık! Tişörtler oradan bana bakıyor ve adeta "Beni almazsan gece rahat uyuyamazsın. Hem dolabın yanlız kalır." diyorlardı. Biraz daha bakarsam kucaklayarak alacaktım. Bu nedenle şortlara yöneldim. Onları da kucakladım ama Görkem "En fazla 10 tane şort hakkın var!" diyerek yine varlığını belli etti. Şortlardan da 10 tanesini seçip sepete attım. Aldıklarımla birlikte kasaya doğru ilerledik. Ödemeyi Görkem'in yapması yüzümde bir sırıtış oluşturmuştu. Mağazadan çıktığımızda burnum aldığı kahve kokusu ile bayram etmişti. "Gogiş! Beni Starbucks'a götürsene." Söylerken sesimi inceltmiş, "i" ve "e" harflerini de uzatmıştım. Çünkü bu ses tonunu kullandığımda her dediğimi kabul ederdi. Güldü.
En sonunda "NAH" diyecek diye korkmuştum açıkçası. Ama dediği şey "Tamam güzelim. Gidelim." olmuştu. O an mutluluktan gözlerimin parladığına yemin edebilirdim. Görkem'e sarıldım. "Sen dünyanın en iyi kankasısın." Dedim gülerek. Güldü. "Sanırım en iyi,en yakışıklı ve en iyi kokan kankasısın diyecektin." Dediğine göz devirmekle yetindim.
"Aynen bay ego yığını. Bulunmaz hint kumaşısın mübarek."
Dediğime güldü ve beni Starbucks'dan içeriye soktu. Burnuma gelen kahve kokusunu doya doya içime çektim. Bir masaya oturduk. Her zamanki favori içeceğim olan white chocolate mocha aldım. Görkem ise tercihini guatemela antiqua'dan yana kullandı. İçeceklerimizi büyük bir zevkle içerken ikimizinde yüzünde büyük bir sırıtış vardı. İkimiz birlikteyken zaman o kadar harika geçiyordu ki gülümseme yüzümüzden neredeyse hiç eksik olmuyordu. Kahvelerimiz bittikten sonra kalktık. Para yine Görkem'den çıkmıştı. Ah, Görkem'i çok sevdiğimi daha önce de söylemiş miydim? Avm'den çıktığımızda Görkem gözlerimi nereden çıkarttığını anlayamadığım bir bandana ile bağladı ve bir taksi çevirdi. Taksiciye adresi bir kağıda yazıp verirken kulağıma doğru    
"Sana bir süprizim var prenses." dedi. Taksi uzun bir zamandır yoldaydı ve dolaylı olarak benimde gözlerim uzun bir zamandır kapalıydı. Sabırsızlanmaya başladım. Oflayarak "Daha gelmedik mi?" diye sordum.
"Hayır gelmedik."
Onu göremiyordum ama bunu söylemeden önce göz devirdiğine kalıbımı basabilirim. Tekrar oflayıp oturduğum yere gömüldüm. Ellerimi birbirine vuruyor ,parmaklarımı düğüm haline getirip tekrar açıyor ve bunu durmadan tekrarlıyordum. Tekrar,tekrar ve tekrar... Ama şu lanet olası yolculuğumuz hala bitmemişti. Artık oflamalarım ile ritim tutturmuştum.
Bindiğimiz taksi nihayet durduğunda yolcuğun bittiğini idrak etmem çok da zor olmamıştı. Görkem'in oturduğu yerin kapısı açıldı ve koltuktaki hareketlenmeden de anladığım gibi Görkem dışarı çıktı. Ve pat! Kapı kapandı. Bilinçaltım yüzlerce kaçırılma, ihanet, intikam dolu planları işleyip vücuduma korku hormonu salgılanmasını sağlarken oturduğum yerin yanındaki kapı açıldı ve kendimi yükselirken buldum. Artık ezberlediğim kokuya sahip bir bedenin beni kaldırdığını anlamıştım ki bu kişi Görkem'di. Gözlerimi açmamak ve beni kucağına alabilmek için benden önce çıktığını anlamam çok da uzun sürmedi. Görkem bir süre yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Birden durdu ve beni yavaşça yere indirdi. Ilık ılık esen rüzgar, bir hayvan koşuşturmasına benzer sesler nerede olduğumuzu anlamam için yeterli değildi. Birden kulağımın arkasında bir nefes hissettim. İrkilmiştim.
"Kollarını aç ve rüzgarın bedenini uçurmasına izin ver."
Tavsiyesini dinledim. Kollarımı yanlara açtım ve derin bir nefes aldım. Rüzgarın kollarım ve bedenim arasındaki boşluktan geçerken bıraktığı etki... Tek cümle ile mükemmel hissettiriyordu. Görkem yavaşça gözüme bağlamış olduğu bandanayı açtı ve bandana yere düştü. Karşımda gördüğüm manzara harikaydı. Gözlerim manzaranın güzelliğiyle kocaman açıldı. Bedenim gördüğü görüntüye vermiş olduğu tepkiyi sadece gözlerimi büyütmekle kalmadı. Buna ek olarak: ağzım kocaman bir "O" şeklini aldı,ellerim açıldı ve yavaş yavaş ağzıma doğru yükselip birbirleri ardına dizilerek ağzımı kapattı. Burası mükemmeldi. Birisi sütbeyaz diğeri ise zifirikaranlık renginde iki at rüzgarın esintisiyle bir ahenk içinde kuyruklarını ve yelelerini sallayarak koşuyor,kusursuz bir manzara sunuyordu. Toynakları yere her çarptığında çıkan sesler birlikte bir melodi oluşturmuştu. Çevreye gönderdiğim hayran bakışları yavaş yavaş Görkem'e çevirdim. Gülümsüyordu. Tüm tatlılığıyla gülümsüyordu. Bende gülümsedim. Belki gülümsemem onunki kadar güzel değildi ama en az onunki kadar içtendi. Yavaş adımlarla yanıma yaklaştı,elimden tuttu ve alnını alnıma dayadı. Gülümsedi. "Beğendin mi prenses?" Diye sordu. Ah! Bu nasıl bir soruydu böyle? Beğenmez olur muydum hiç. "Beğenmek ne kelime,bayıldım!" Tekrar gülümsedi. Bende gülümsedim. Tekrar ağzını açtı ve "Mutlu musun peki?" Diye sordu. Mutlu olmamam mümkün müydü ki? "Yanımda sen varken mutlu olmamam mümkün mü?" Diye sordum. Bu sefer o kusursuz dişlerini de gözler önüne serdi. Burnumu sıktı. Güldüm. "Yeter ki sen mutlu ol prensesim. Eğer sen mutlu olacaksan Ferhat olup dağları deler,Mecnun olup aklımı kaybeder,Kerem olur yollara düşer, Romeo olur balkonuna tırmanırım. Yeter ki o mükemmel gülüşünü eksik etme suratından." Bir insanın ağzından çıkan kelimeler bu kadar büyük etkiler yaratabilir miydi Gülümsedim. "Hayır Görkem. Ne Ferhat, ne Mecnun ne Kerem, ne de Romeo ol. Ben ne Şirin'im, Ne Leyla'yım, ne Aslı'yım ne de Juliet'im. Ben Alya'yım sen de Görkem'sin. Bu yüzden mutlu olmam için yanımda sen ol ve mutlu ol." Gülümsedi. Onaylarcasına kafasını salladı. Bir an gözlerinden kararsızlık geçti ancak hemen kayboldu. Bunun yerini "birazdan bir şey yapacağım." anlamına gelen bir sırıtış aldı. Korkmuştum açıkçası. "Ama birazdan yapacağım şeyi kankalar yapmaz. Olsun,biz de ilk oluruz." Dedi. Cümlesinde demeye çalıştığını idrak etmeye çalışırken yüzüme doğru yaklaştı. Tam dudakları benimkilere değecekken yanağımda hissettiğim ıslaklığın aynısını o da hissetmiş olacak ki geri çekildi. Islaklığın kaynağını görmek için yan tarafıma döndüğümde atlardan birini gördüm. Suratımıza hapşurmuştu. Hem de tam zamanında. Önce suratımda kızgınlık oluştu ama hayvanın tatlı suratıyla yumuşadım ve gülümsedim. Atın başını elimle yavaş yavaş okşarken
"Hasta mı oldun sen birtanem?" diye sordum. Hayvanlar benim her şeyimdi. Görkem'e baktığımda yüzünde aşırı derecede memnunsuzluk içeren bir ifade vardı.
"Tam zamanında." Diye homurdandı.
"Hayvan hasta Görkem. Hem senin gibi ortalığı sümüğe bulamadı. Sadece hapşurdu."

"Gebersin." Kıkırdamamı gizleyemedim. Resmen hasta hayvanı kıskanmıştı!
Bir süre sonra yine o hain sırıtışıyla yanıma geldi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni kucağına aldı ve ata bindirdi. Pardon. Resmen atın üstüne fırlattı. Ona kızgın bakışlarımı yollarken karşılık olarak kusursuz sırıtışını yolladı. Bir şey olmadığından kızgınlık olayını büyütmedim ve ata canını yakmayacak şekilde ayağımla vurdum.
"Deh oğlum! Haydi uçur bizi!"
At koşmaya başladı. Bu harika bir histi. Dengemi sağladığıma emin olduktan sonra ellerimi havaya kaldırdım. Rüzgarın atın yeleleri ve kuyruğu arasında yaptığı o ahenki bedenimle de yapmasına izin verdim.  At koştukça rüzgarı benliğimde daha da derinlerde hissediyordum. "Mutluyum hayat! Bak gülümsüyorum." Diye bağırdım. Ata doğru eğildim ve
"Değil mi dostum? Yıkamadı o güçsüz hayat bu güçlü bedeni." Diye sordum. At sorumun üzerine kişneyince gülmeye başladım. Görkem de gülüyordu. Atı biraz daha hızlandırıp kendimi o kusursuz duygunun ellerine teslim ettim.
Özelliklede bu bölümü @SosyopatTavsan a ithaf ediyorum o çok istiyordu GÖRKAL'i. Umarım beğenmişsinizdir. Pamuk eller yorumlara ve oylara. yakında tekrar görüşeceğiz. Kendinize iyi bakın. Sizleri seviyorum :)

SİYAH KELEBEKWhere stories live. Discover now