52. Bölüm

1K 74 14
                                    


Aldılar seni mi benden?
Üstüme acılar örttüler.
Gelmene "yasak" dediler.
Ellerimi bağlasalar, aşkımı nasıl alacaklar?

Annemin çığlığıyla yerimden fırladım. Zaten uykuya dalalı birkaç saat olmuştu, ikimiz de babamın yanında kalıyorduk. Önce kendime gelemedim, etrafıma bakındım. Annemi gördüm, babamın başında çığlık çığlığaydı. Gözlerini aç diye yalvarıyordu, birden yerimden fırladım. Gidip babamın ellerini tuttum, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Birkaç dakika içinde odağa doktor ve hemşire geldi. Doktor acilen yoğun bakıma kaldırılacağını söyleyince rahatladım çünkü öldüğünü düşünmüştüm.

Apar topar babamı yoğun bakıma aldılar, odasında annemle birlikte öylece kalakaldık. Yatağına dönüp bakamıyordum, boş halde görmeye dayanamayacaktım. Annem ağlıyordu, gidip ona sarıldım.

-Merak etme, çıkacak oradan.

Ama söylediğime kendim de inanmıyordum. İçimde azıcık bir umut varsa bile hemşirenin gelmesiyle o da kayboldu.

-Odayı boşaltmanız gerekiyor, yeni hasta getirecekler. Siz de burada beklemeyin artık, yoğun bakımda onu görmeniz zaten imkansız. Bir şey olursa oradan sizi ararlar.

-Ama babam yoğun bakımdan çıkınca nerede kalacak? Burayı boşaltamayız ki.

Bir şey söylemedi, anneme baktı. Annem de anlıyordu. Beni kollarımdan tuttu.

-Hadi Nazenin, toparlanalım. Evde bekleriz haber.

Sessizce odayı topladık. Bu odadan böyle çıkacağımı düşünmemiştim. Her şeye rağmen babamla birlikte eve döneceğimize inanamıyordum bir şekilde. Ama şimdi elimizde bavulumuz, annem ve ben bir başımıza evin yolunu tutuyorduk. Babama veda bile edememiştim. En son ne konuştuğumuzu hatırlamaya çalıştım ama olmadı. Annem de benimle aynı şeyleri düşünüyordu, ikide bir iç çekişini duyuyordum.

Eve geldiğimizde amcam ve yengem annemden haberi çoktan almıştı. Babam ölmüş gibi yanımıza gelip konuşmalarına dayanamadım.

-Babam daha ölmedi, hala yaşıyor. Ondan geçmiş zamanda bahsetmeyin.

Sesim sandığımdan daha sert çıkmış olmalıydı ki ikisi de geri çekildi. Annem de yalnız kalmak istediğimizi söyleyince onları gece boyunca bir daha görmedik.

Bütün gece diken üstünde oturduk. Telefon ha çaldı ha çalacak diye bekledik. Sabahın ilk ışıklarıyla içim hafif de olsa serinledi. Yeni bir gün doğuyordu, gecenin o tekinsiz ve soğuk karanlığı yerini pırıl pırıl bir açıklığa bırakıyordu camın ardında.

Annem kalkıp kahvaltı hazırlamaya başladı. Aklına yemek geldiğine inanamıyordum şu durumda. Beni çağırdığında gitmedim.

-Bir lokma bile alacak halim yok.

Yanıma geldi, yüzüme baktı.

-Kendin için yemiyorsun zaten. Biliyorum ağzına bir lokma atamayacağını. Ama yemek zorundasın. Sen artık sadece sen değilsin ki. Bundan sonra her şeyden önce düşünmen gereken bir can var içinde. Onun tüm sorumluluğu sende. Her adımını ona göre atmalısın.

Gerçekten de haklıydı. Daha şimdiden içimde büyüyordu işte. Ona ne verirsem karşılığını da öyle alacaktım. Daha nokta kadarken ona stres, üzüntü, kaygı yüklemeye başlamıştım bile. En azından vücuduma iyi bakmalıydım. Zar zor ayağa kalkıp yemeye zorladım kendimi. Sonra birkaç saat de uyudum.

Rüyamda Celil'i gördüm. Kucağında bir bebek vardı, yaklaşınca anladım ki bizim bebeğimizdi. Bir kız. Ama öyle güzeldi ki resmen parlıyordu. Celil'e baktım umutla, gözlerinde bir sevinç pırıltısı aradım. Yoktu. Yüzü kapkaraydı. Bebeğimizi bana geri verdi. Ona bakamam dedi. Bir anda ortadan kayboldu, kucağımda kızımla tek başıma kaldım.

Sıçrayarak uyandım, annem de karşımdaki kanepede uyuyordu. Telefonuma baktım ama kimse aramamıştı. Her yer sessizdi, evde kimse yoktu. Bir an kendimi o kadar yalnız hissettim ki. Sanki herkes ölmüş ve dünyada bir başıma kalmışım gibi. Anneme baktım, yanımdaydı işte, babam hala hayattaydı. Karnımda elimi gezdirdim, bebeğim benimleydi. Neden böyle hissediyordum? Nedeni gün gibi ortadaydı. O yoktu çünkü. Şimdi burada olsa, bana sarılsa, kollarına alıp göğsüne yatırsa, saçlarımı okşasa, öpse ve "geçecek, ben buradayım" dese yeniden nefes almaya başlayacaktım. Bir zamanlar benim bir adım uzağımda olan bu şeyler şimdi öyle erişilmezdi ki. Hayatın bir anda böyle tepetaklak olmasına inanamıyordum. Oysa onu hep yanımda farz etmiştim, neleri aştık, nelerden sağ çıktık diye artık hiç bitmez sanmıştım.

Elime telefonu aldım, arayacaktım işte. Buraya kadardı benim irademin sınırı. Daha fazla karşı koyamıyordum ne yapayım? İstemezse istemesin beni, ben söylemek zorundaydım. Ondan vazgeçen ben değildim. Buradayım diyecektim. Eğer buna rağmen gelmezse o zaman en azından elimden geleni yaptım diyebilirdim. Şimdi böyle hemen teslim olmuş olmayı kendime yediremiyordum.

Bana dönerse o zaman bebeğimizi söyleyecektim. Bir zorunluluk olarak geri dönmesini istemiyordum çünkü. Sadece benim için dönmeliydi, hamile olduğum için değil.

Ya sonradan hamileliğimi öğrendiğinde bu çocuğu istemezse? O zaman ne olacaktı? Şimdi bunu düşünmemeye karar verdim. O, o zamanın konusuydu. Şu an tek beklediğim bana geri gelmesiydi.

Arama tuşuna basmadan önce derin bir nefes aldım, ellerim titriyordu. Aklıma Lale hanım beni alıp evine götürdüğünde o odada yaşadığım günler geldi. Celil'le birbirimize yabancıydık ama o kapımdan içeri girince de aynı böyle titrerdim. Bakışları benimle buluşunca bir şey anlayacak diye korkardım kendi kendime. Sonra yavaş yavaş kendimi ona açtığımda, o içini bana döktüğünde artık yüzüme baktığında anlayacağı şeyden korkmamaya başlamıştım. İstekle bekliyordum gelmesini, bana dokunacağı anları özlemle gözlüyordum. O evde esir gibiydim, evin tüm kadınları sürekli beni aşağılıyordu. Ama şimdi, şu anı düşününce o günlere dönmek için neler vermezdim. Tekrar günün sonunda Celil'in geleceğini, o kapıdan gireceğini bilerek tüm gün onu beklemek kadar ne mutlu edebilirdi beni şimdi?

Ama geçmişti hepsi, o ev uzaktaydı. Celil terk etmişti beni. Tüm bunları düşünerek aradım onu. İçimde binlerce farklı duyguyla kulağıma götürdüm telefonu.

Hiç ummadığım şekilde kapalıydı. Bu olasılığı hiç düşünmemiştim. Birkaç saniye önce konuşacağımız için, en azından sesini duyacağım için kalbim yerinden çıkacaktı. Şu halde bile sesini duyma ihtimali beni mutlu edebiliyordu. Sadece sesiyle bile olsa yetinebilirdim. Ama yoktu işte. Yaşadığım hayal kırıklığı öyle büyüktü ki, bir an kalbim ortadan ikiye ayrılacak gibi hissettim. Onu istiyordum, allahım ona hava gibi, su gibi ihtiyacım vardı. Olmuyordu işte, olmuyordu. Yapamıyordum. İster bana güçsüz desinler, ister halime acısınlar umurumda değildi. O olmadan yaşayamıyordum.

Telefonu bıraktım ama daha bırakır bırakmaz çalmaya başladı. Hevesle açtım hemen, numaraya bile bakmamıştım ama mutlaka oydu.

Yabancı bir kadının sesiydi. Hastaneden arıyorlardı. Babamı kaybetmiştik.

Telefon elimden yere düştü.

(25 beğeni sonrasında yeni bölüm gelecektir, herkese iyi okumalar ♥️)

VİCDANWhere stories live. Discover now