Her Şeyin Bütünü

473 68 92
                                    

Bu bölüm biraz uzun. Aklınıza takılan noktalar olursa çekinmeden sorunuzu sorabilirsiniz.

_________________

Bir insan en fazla ne kadar acıya maruz kalabilirdi? Kaç defa öldürülebilirdi ruhu, umutları? Kaç gece ölmediği için kendisini şanslı hissedebilirdi? Bir çocuk en fazla ne kadar çocukluğundan koparılabilirdi?

Bu sorulara yanıt bulunacak en acı yoldu belki de bir katliam, bir soykırım. Sırf gözünüzün üzerinde kaş var diye bir tabanca namlusunun yüzünüze doğrultulmuş olduğunu düşünsenize. Daha yalvaramadan bir asker tarafından öldürüldüğünüzü.

Çalıştırılacak bir ton esir arasında çalışma kampı adı altına sığınan imha kampına götürüldüğünüzü hayal edebiliyor musunuz? Eğer şanslıysanız sizi çalıştırıyorlar, insanlık dışı şartlarda. Bir sürü insanla sıkış pekiş bir yerde uyumaya çalışarak enerjinizi toplamak için tanrınıza yalvarıyorsunuz. Eğer güçsüz ve hasta olduğunuz belli olursa ertesi gün kurşunlanacaksınız.

Yanınızdaki esir yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölüyor, sabahında ona üzüleceğiniz yere üstündeki yırtık ama kalın ceketine göz koyuyorsunuz. Son derece soğuk olan havada size verilen ince kıyafetlerle 18 saate yakın bir zamanı çalışarak geçirmeniz gerek, ölen arkadaşınızın kıyafetleri belki bir mağaza vitrininden seçtiğiniz temizliği ve konforu sağlamayacaktır ama bir nebze sıcak hissetmenize yardımcı olacaktı. Tüm bu şartlarda yaşadığınızı hayal etsenize.

Tüm bu şartlarda yaşamak zorunda bırakıldığınızı. Sırf doğduğunuz coğrafya, ülkenizin sahip olduğu konum, soyunuzun sahip olduğu din ve değerler, sapkın düşünceleri olan bir adamın yaşadığı dönemde hayatta olmanız sebep bu zulümün bir parçası olmanıza. Hiçbir suçunuz yok iken ölmemek için canını dişine takan, günün sonunda hayatta kaldığınız için dualar eden bir insana dönüşüyorsunuz. Karamsarlık sadece okuduklarınızla bile sizi sardı değil mi? Biz sadece okuduklarımızla bile etkilenebiliyorken bunları gerçekten yaşayan insanların acılarını hayal edebiliyor musunuz?

Lee Yongbok'un hikayesinin gidişatı bundan çok az bir miktarda farklıydı. O sahip olduğu özelliklerle ikiye ayrılan yolda başka bir ihtimalde olana seçilmişti. Onun hikayesini anlayabilmemiz için biraz daha geriden başlamamız gerekiyordu.

Polonya topraklarında, Sovyet savaşından 5 yıl sonra dünyaya gelmişti. Senelerce çocuk sahibi olmayı bekleyen ailesine ikiz kardeşiyle birlikte bir mucize olmuştu, anne ve babasına adeta mutluluktan dünyaları vermişti.

Bir mucizeydi Yongbok. Ama kusurlarıyla bütün olan bir mucize. O zamanlarda ismi bilinmiyordu, yaşadığı şartları düşünürsek tanısı da kolayca konulamıyordu ama Kifoz'du sahip olduğu engelinin ismi. Doğuştan omurgasında yürümesinde aksaklık oluşmasını sağlayacak bir oluşum vardı, dışarıya doğru bir çıkıntılık oluşturmuştu. Belinin biraz üzerinde içi sert yapıyla dolu bir kese vardı, kamburdu. Bu Yongbok yaş aldıkça onun ağrı çekmesine yol açacak ve dik durmasına engel olacaktı.

Bebekliğinde çektiği ağrılarla ağlar dururdu zavallı çocuk. Ağrısına bir çözüm bulamayan annesi ise onun başında bekler kahrolurdu. İkiz kardeşi onlar biraz büyümeye başladığında ağlamasın diye yanına yatar, onun sakinleşmesi için ona sarılırdı. Masumdu ikisinin de düşünceleri, Seungmin kardeşinin ağrısını azaltacağına inandığı için yanaklarına ve ellerine sulu öpücüklerini bırakırdı.

Biraz daha büyüdüğünde, artık etrafındaki şeylerle ilgilenmeye ve konuşmaya başladığında tatlı telaffuzuyla tüm komşuları kendisine hayran bırakır dururdu. Mavi gözleriyle boncuk boncuk insanlara bakar sonrada gülüverirdi. Annesinin kaynattığı uyuşturucu ve yatıştırıcı bitkileri içtiği için ağrılarını hissetmez, genel olarak sakinlikle konuşur, genelde de uyurdu. Seungmin ise tek başına oyunlar oynar, oyun oynamak için kardeşinin uyanmasını beklerdi. Aslında biraz yalnız bir çocuktu Seungmin. İki kardeş bir bütünün iki parçasını oluştururcasına birbirlerine bağlıyken ayrılmaya başlamışlardı daha küçük yaşlarındayken.

Auschwitz // HyunlixWhere stories live. Discover now