464 60 18
                                    

Çığlık sesleriyle gelmişti Hyunjin'in bilinci yerine. Bu sefer görüntülerden önce sesler doluşmaya başlamıştı zihdeki pusulu kısımlara. Tanıdık acı çığlık kulağında yankılanırken yavaşça gözlerini aralamıştı. Karanlık bir odadaydı, aslında penceresi olan bir odaydı. Bir de küçük lambası yanıyordu sönük. Bunlar Hyunjin'in içeriye bakmasını ve gördüklerini algılamasını sağlıyordu.

Kısık ışık altında gördüğü genci süzmüştü Hyunjin. Gözlerinin beyazı cansız bir sarıya dönmüş, irisi maviye bulanmış gri gibiydi. Cildi soluktu. Üstündeki çizgili pijaması yırtıklarla doluşmuş lakin bacak kısmındaki yama Yongbok'un bacağını kaplayan yanık izinin görünmesini engellemişti.

İki elini şakaklarına koymuş zayıf beden odanın içinde volta atarken çığlık salıyor ve sayıklıyordu. Hyunjin ne dediğini, nasıl sayıkladığını tam olarak anlayamasa da çatlamış sesini duyabiliyordu. Odada bir çok yatak olmasına karşın ondan başka hiç kimse yoktu. 

Yongbok gördüklerinin ve başındaki keskin ağrının etkisiyle atıyordu çığlıklarını. Başına elleri ile bastırırsa ağrısının geçeceğini düşünmüştü ama biraz olsun bile fayda etmiyordu bu. Kısık gözleri karanlık sayesinde hiçbir şey görmeyerek tamamen siyaha bürünmüşken ara ara tek bir noktaya bakıyor ve duraksıyordu.

"Beni bırakma."

"Hayır hayır git. Kendini kurtar."

"Hayır yalvarırım gitme, beni bu cehennemde bir başıma bırakma."

"Git ve kendini kurtar. Birimiz kurtulmalı."

"Lütfen beni de götür, yalvarırım beni de götür, yalvarırım."

Acılar içindeki çocuk odanın içerisinde hızlı adımlarla bir ileri bir geri yürüyorken söylüyor daha doğrusu sayıklıyordu. Şakağındaki eliyle bir iki kez kendi başına sertçe vurmuş bağırmıştı. Hyunjin onun konuştuğunu duyamıyor fakat söylediklerini duyabiliyormuşçasına anlayabiliyordu.

Bu tıpkı sessiz film izlemek gibiydi. Bağırışlar ve ağlama dışındaki sesleri duyamasa bile ne söylediğini biliyor ve anlıyordu Hyunjin.

Genç mahkum karanlık dünyasında gördüğü anılarında sayıklıyor ve acı içinde kıvranıyordu. Buradaki cehenneminde kavruluyor, ölmek için yalvarsa bile ölmekten kemikleri titrercesine korkuyordu. Sadece kurtulmak istiyordu, özgür olmak, yeniden gökyüzüne bakabilmek. Genç ve acılar içindeki Yongbok'un tek duasıydı bunlar. Yanında güvendiği kişiyi istiyordu, çaresizce her gün kurtulmayı bekliyordu, kurtulamayacağını bilse bile.

Her gün görünmez bir kurtarıcıya ellerini uzatıyor umutla karanlık dünyasından çekip çıkarılacağı anı bekliyordu. Her geçen gün umudu daha da tükenirken uzattığı elleri daha da gücünü kaybediyor, o dibe çekilirken yaşam sahnesinden bir kademe daha uzaklaşıyordu.

Hyunjin yüreğindeki ağırlaşmış hislerle onun yere çöküşünü izlemişti. Onun zihnindeki perdelerin aralığında oynayan şeyleri görebiliyordu. Genç beden gördüğü halüsinasyonlar yüzünden daha da acı çekerken kirli zemine alnını yaslamış, yeri yumruklamaya başlamıştı. Küçük bedenindeki acılar yetmiyormuş gibi bir de yüreğindeki kurumuş umutlarının yaşattığı acıyla yüzleşiyordu. Ruhuydu bu sefer boğazlanan, hayalleriydi bu sefer ezilen ve kanayan. Henüz 16 yaşındayken koparıldığı hayatın acısını çekiyordu. Onu özel kılan tüm kusurlarından nefret etmişti her şeyiyle.

Hyunjin bulunduğu köşeden bu manzaraya seyirci olmaktan memnun değildi, o gencin yaşadığı ızdıraba seyirci olarak tek bir şey yapamamaktan hiç hoşnut değildi. Kendi gözleri çoktan gözyaşlarını akıtmaya başlamışken nefesinin tıkandığını, yutkunamadığını hissetti. Sadece birisinin feryatlarını dinlemek bile bir adamın ruhunu acı içinde kıvrandırabilir miydi? Hyunjin ruhuna batan kırıkları hissedebiliyordu.

Artık bazı şeylere göğüs geremediğini hissediyordu, gücünün tükenmeye başladığını hissediyordu. Kurtaramadığı çocuğun ölüşünü seyretmenin acısını çekiyordu. Artık onun eylemlerine müdahale bile edemiyordu güçsüzlüğünden. Onun ölüşüne yeniden şahit olacağının bilincindeydi. Ölmek istiyordu Hyunjin. Bir kez daha aynı şeylere şahitlik edecek gücü yoktu.

Yongbok ellerini zemine bastırarak güç almış ve ayağa kalkmıştı. Pencereye doğru yürürken tökezlemişti bir kaç kez, aslında daha doğrusu nereye yürüdüğünü bilmeden yürüyor gibiydi. Pencerenin hemen önündeki kirli yatağa bırakmıştı bedenini. Omuzları tüm gücünü yitirmiş gibi çökerken bırakmıştı feryatlar savurmayı. Çaresiz bir kabulleniş gibiydi, sessiz bir boyun eğme.

Kendisine yapılan haksızlıklara artık ağlayamayacak kadar bitap düşmüştü. Acısına ne zaman isyan etse veya kurtuluşu umut etse yeni bir acı sırtındaki yük dolu keseye ekleniyor, onu bu umutsuz yolda biraz daha öldürüyordu. Henüz 17'sine bile giremeden ruhunun ölüşüne, günden güne benliğinin eriyişine tanıklık ediyordu zayıf beden.

9904, onun hayatı bu rakamlardan ve karanlıktan ibaret olmaya başlamıştı çoktan. Hyunjin izledi dakikalarca bu umutsuz genci. Onun hayallerindeki ışıltının sönüşüne tanıklık etti, onun artık kurtuluşu olmayan çocukluğunun ölüşüne şahitlik etti karanlıkta.

Yongbok hissettiği onca acıya rağmen sessizce ve usulca ağladı. Zihnine dolan anıları yaktı canını, ona onu kurtaracağını söyleyen adam da yaktı canını. Ama en çok canının acımasını sağlayan şey ölmenin tek kurtuluşu olduğunu bilmek ve bunu kabullenmekti. 

Aslında iki genç de sona yaklaşırken tükenmişliği ruhlarının derinliğinde hissediyordu.

Auschwitz // HyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin