(1) TAŞLAR

704 54 51
                                    

En sevdiğim pijamalarımı giydikten sonra esneyerek bedenimi yorganın altına bıraktım. Buz gibi çarşafın bedenime verdiği soğukluk hissi, şimdi sanki odanın içine yayılmış gibiydi.

Uyumak istiyordum, saatlerce uyumak. Saatlerce mesajlaşmak için bekleyen görüştüğüm bir adam vardı ama ben bunun için yanıp tutuşmuyordum.
Çünkü ben, mesajlara hızlı cevap gelmiyor diye trip atan genç kızlardan olmamıştım hiç.

Ekrana düşen bildirime aldırış etmeden telefonumu yastığımın altına gelişi güzel bıraktım. Gözlerim ağır ağır kapanmaya başlarken ruhumu tatlı bir uykunun kollarında buldum. Bedenimi ipek bir çarşafa sarılmış gibi hissediyordum.

Sanki günlerdir uyumuyor gibi tatlı bir enerji yayılmıştı bedenime. Anne sıcaklığı ile sımsıkı sarıyordu her bir kıvrımımı.

***

Uykunun en derin yerinde, gözlerimi korkuyla açtım. Rüya olduğunu biliyor olmama rağmen her seferinde ilk kez görüyor gibi tepki veriyordum.
Kaçıncı görüşüm bu yeri bilmiyorum. Ne anlama geldiğine dair en ufak bir fikri yoktu.

Amaçsızca yürürken yüreğim hızlı hızlı atıyordu. Pıt pıt pıt...
Diğerlerinde olduğu gibi yine aynı yerde uyanmıştım. Kocaman bir çınar ağacının altında, kırmızı bir halının üzerinde yatıyorum. Üzerimde saten kırmızı bir gecelik var.

Yatağa yatmadan önce giydiğim yün pijamalar, bu rüyada göz alıcı geceliğe bürünüyordu. Saçmaydı, hem de çok saçma...
Yine aynı sesi duyuyordum: "Kalk Aren. Orada yalnız başına uyuman çok tehlikeli."

Yabancı bir erkek sesi, bildiğim hiçbir erkeğe ait değildi. Ne Tunç'un sesine benziyordu ne de Ergin'in. Yüreğimi kıpırdatıyordu. İçime ılık bir sıvı gibi yayılıyordu. Bir ses ne kadar etkileyici olabilirdi ki? Etkiliyordu işte.

Öyle amaçsız bir hoşluk oluşturuyordu kalbimde. İçimde palazlanan bu habis his pek hoşuma gitmiyordu. Görmediğim birinin sesine verdiğim bu tepki hiç normal değildi.

"Ne oluyor bana böyle?" Kendi kendime mırıldanırken karanlıkta bir yılan gibi süzülmeye devam ettim.
Gece bütün heybetini sergilerken ağaçlarda parlayan minik sarı gözlere burun kıvırdım. Artık korkmuyordum. Hemen her gün gördüğüm şey bir süre sonra korkutuculuğunu kaybetmişti gözümde.

Yavaş adım atarken önümde duran kocaman binaya baktım. Dağın tam dibinde, belki de gövdesindeydi. Aşağıdan görünen orman epey yüksekte olduğumu anlamamı sağlıyordu. Karla kaplıydı dağın zirvesi, nazlı bir gelin gibiydi. Sanki upuzun bir gelinlik giymişti.

Kırışan kırmızı geceliği elimle düzeltip binaya doğru yürüdüm. Ahşap merdivenleri çıkarken evin kapısı önümde yavaşça açıldı. Merdivenlerin yukarısından geliyordu bu kez o ses. "Yukarıdayım Aren! Merdivenlerden çıkmalısın," diye fısıldıyordu.

Fısıltı sesini nasıl bu kadar net duyabiliyordum? Korkmama rağmen tuhaf bir şekilde sesi takip ettim. Binanın içi karanlık ve oldukça soğuktu. Kimse yoktu, en ufak bir yaşam belirtisi hissedilmiyordu. Tüylerim buz gibi havanın etkisi ile kabarmıştı. Bastığım her bir basamak gıcırtı ile sallanıp her an düşecekmişim gibi hissettiriyordu.

Bahçedeki karganın çığlığı duyduğum adamın sesi ile karışıyordu. "Derdi ne bu hayvanın?"

Sağıma soluma bakınırken genç adamın yine koridorun sonundaki pencerenin önünde beklediğini gördüm. Arkası dönüktü. Hep öyle duruyordu. Hareket etmeden pencereden dışarıyı seyrediyordu. Bu kez daha rahattım. Rüyadayım ama her şeyin bilincindeyim.

MÜRİT Where stories live. Discover now