9

29 6 9
                                    

Ocak 8

Zavallı polis kar'ın içinde bata çıka içeri ulaşabildiğinde artık çok geçti. Yüzünü derin bir keder bürüdü. Şapkasını çıkarıp yere fırlattı, durduğu yerde gidip geldi. Giysisini kaplayan kar taneleri yavaş yavaş eriyip kayboluyordu. Niçin böyle kasvetli bir gündü bu? Kar taneleri iri, sert ve alabildiğine yoğundu. Öyle ki bir metre öteyi görebilmek dahi güçtü. Bulutlar yer yüzüne daha bir yaklaşmış, rüzgar daha bir sert, daha bir kızgındı. Doğa bize kırgındı.

Merdivenleri ağır ağır çıktı. Sahanlıkta durup bir süre eli korkulukta öylece aşağı doğru kıvrılıp küçülen merdivenin tozlu basamaklarına baktı. Öyle farklı öyküleri, farklı yaşamları, farklı karakterleri, farklı sebepleri ve öyle farklı amaçları olan insanlar bu merdivenlerden çıkmıştı ki. Genç adamın öyküsü ise bir başkaydı. Önceleri onu suçlayan, ayıplayan herkes şimdi talihsizliği için hayıflanıyordu. Kim bilir öylesine derin bir suçluluk hissi nasıl da canını yakıyordu!

Hala üzerinde kurumuş kan lekeleri taşıyan ,gümüşi, makası eline alıp inceledi. İşte böyle tutup acımasızca saplamıştı!
Daha önce hiç görmediği bir kadın ve bir adam genç adamın arkasına geçti. Adam ilerde kurulu kameranın arkasındaki yerini aldı, öbürü ise elinde bir takım notlarla birkaç adım gerileyerek gözlerini genç adama sabitledi. İkiside gözlerini onun üzerine dikmiş bir şeyler yapmasını bekliyordu. Genç adam neyin içinde olduğunu bile bilmiyor, öylece eline tutuşturulan makasa bakıyordu. Bu makasın düşüncesinin bile onu korkutması gerekirken parmaklarının arasındaki metalin soğukluğunun eline yayılmasına rağmen hiçbir şey hissetmiyordu. Elinde dosya tutan kadın soğuk ve düz bir sesle "Olay gecesini canlandırmanız gerekiyor. " dedi genç adamın karşısına dizilen üç mankeni işaret ederek. O'ndan üç arkadaşını nasıl öldürdüğünü karşısındaki üç cansız manken üzerinde göstermesini istiyorlardı! Cansız, hırpalanmış mankenlerin üzerinde yüzlerce çizik, kırık vardı. Kim bilir kaç acımasız katil, içlerini dolduran acımasız hislerle onları hırpalamıştı. Gözleri doldu, dudakları bükülüp titredi, gözbebekleri durmadan etrafında dönüp durdu. Keşke şu an karanlık hücresinde duvarın dibinde sessizce oturuyor olsaydı. Kaçamak bakışlarını alnını örten terden hafifçe ıslanmış, dağınık, yumuşak saçlarının ardından kendisini kameraya alan adama bakıyor, yaşlı gözlerini tozlu, soğuk döşemelerin üzerinde dolaştırıyor, sonra yine titreyen parmaklarının arasındaki makasa bakıp kalıyordu.

Kapının önünde kollarını arkasında kavuşturmuş koca cüsseli adam ağır adımlarla genç adamın arkasından yanına yaklaşıp ellerini sakince sarsılan omuzlarına koydu, kulağına eğildi. "Sadece ne gerekiyorsa onu yap." dedi kaba ses tonuyla. Sarkık dudaklarını büküp kaşlarını çattı. Genç adamın sırtını sıvazlayıp tekrar ağır ağır kapının önündeki yerine döndü. Aslında içten içe bu zavallı genç için üzülüyordu, Ne kadar da talihsizdi!

"Lütfen başlayın." dedi elindeki dosyayı karıştıran kadın. Bu durumdan iyice sıkılmıştı. Bir insan nasıl olurda üç kişiyi gözünü dahi kırpmadan öldürüp sonra cansız mankenlerin karşısına diktiğinizde küçük bir çocuk gibi ürkekçe titrer, yaş dökerdi? Sadece bir suçluya bu kadar zaman ayırırsa diğerlerine nasıl yetişecekti ki? "Lütfen her hareketinizin aleyhinize işlediğini unutmayın ve oyalanmadan başlayın. Aksi takdirde yetkili kişilere bildireceğim." dedi katı ve sert bir ses tonuyla.
Genç adam başını önüne eğdi. "Hatırlamıyorum," dedi iyice kısılan sesiyle. Öyle ki söylediklerini zorlukla duyabiliyordunuz. "yapamam."
Küçük bir yaş yanağından çenesine doğru süzülüp kayboldu.
İyiden iyiye duruma canı sıkılan kadın arkasına dönüp kapının önünde duran koca cüsseli adama soran gözlerle bakıp, tüm bunların ne demek olduğunu sordu. Bu kadar uğraşmak istemiyor, öfkesini bastırmaya çalışıyordu. " Lütfen başlayın." dedi sakince.

Genç adam gözmerini kirli fayanslardan ayırmıyor, başını kaldırmıyordu. Bir an için elinde gevşekçe tuttuğu makası parmaklarının arasında sıkmaya başladı. Soğuk, keskin metal derisini çizdi. İri kan damlaları sıktığı yumruğunun arasındaki makasın üzerinden süzülüp yere damlıyordu. Kameranın arkasındaki adam başını kaldırdı, kadın dehşetle gözlerini açıp elini aralık dudaklarına götürdü. "Tanrı aşkına durun, ne yapıyorsunuz!" diye bağırıp genç adama yaklaşmaya çalıştı ama genç adam yerden ayırmadığı ıslak gözlerini kadının korkudan sararmış yüzüne diktiğinde yerine çivilendi.
Kapının önünde kocaman bedeniyle duran adamın yüzünde ilk defa endişeli bir ifade vardı. İleri atılıp genç adamı durdurmak istedi ama o buna izin vermedi. Kadın defalarca dil döküp durmasını söylüyor, o buna aldırış etmiyordu. Öyle çok korkuyordu ki. Çünkü eğer bu zavallı gence bir şey olursa bir suçlunun eline oyuncak silah vermek yerine gerçek bir suç aleti verdiği için başı yancaktı! Keşke o makası ona hiç vermeseydi.
Diğer adam çoktan kamerasını bırakıp birilerini çağırmaya gitmişti.

Genç adam gözlerini odanın içinde gezdirip boş gözlerle baktı. Artık hiçbir şeyin onun için bir anlamı yoktu. Ne bu insanlar ne zavallı yaşamı ne de bu yorgun bedeni umrundaydı. İçini yakan kötü bir his boğazını deşiyordu. Soluksuz kalıyordu.

Titreyen elindeki makası kaldırıp kanın akışını seyretti. Canı öyle acıyordu ki... göz yaşları yanaklarını parçalıyor, titreşen dudaklarının arasına sızıyordu. Ansızın makası tüm gücüyle göğsüne sapladı. Kıpkırmızı, sıcak kan kadının üzerine sıçradı. Kadının acı çığlıklar atarak titreyen bacaklarının üzerine çöktü. Genç adamın kanı çılgınlar gibi fışkırıyordu. Can çekişen bedeni yere yığılıverdi. Kan kısa sürede bedenini keskin, parlak kırmızı bir gölün içinde bıraktı. Alnında boncuk boncuk biriken ter damlaları saçlarına karıştı, gözlerinin parlaklığı kayboldu, iri bir göz yaşı kirpiklerine takılıp kaldı. Gözbebekleri yukarı kayıyor, hırıltılı nefesler veriyor, yanaklarının rengi yavaş yavaş soluyordu.

Adam kapının önünü kapatan koca bedenini kıpırdatmadan şapkası elinde ilk kez yaşlı görülen gözleriyle dimdik duruyordu. Kapıdan yeni giren polis, geç kalmışlığın verdiği o acı hisle olduğu yere çivilendi. Genç adamın ölgün gözleri polisin yaşarmış gözlerine takılıp kaldı. Yerde artık hareketsiz yatan bedeni derin bir sessizliğe gömülmüştü. Artık bir ruh gibi peşinde dolanan suçluluk duygusunu da hissettmiyordu, canı yanmıyordu. Alnındaki ter soğuyup kayboldu. Bembeyaz teni soğuyup katılaştı. Kirpikleri kımıldamıyor, dudakları titremiyor, elleri artık kızarmıyordu. Sadece içinden boşalan sımsıcak kırmızının içinde sonsuz, huzursuz bir uyku uyuyordu.

Dün, Bugün ve Yarın Where stories live. Discover now