8

16 5 0
                                    

Ocak 7

”Söylesene gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun?”
”Küçük bir şey olsa bile?”

Genç adam önüne eğdiği başını kaldırdı, gözlerini ona beklentiyle bakan polisin gözlerine dikti. Yüzünde hiçbir histen eser yoktu. Arkasında durmuş, peşinden hiç ayrılmayan o ağır suçluluk duygusu kötü bir ruh gibi boğazını sıkıyor, ölümü andıran soğuk nefesini ensesine üflüyordu.
”Niçin bunu yapıyorsun? ” Dedi genç adam kurumuş dudaklarını zorlukla oynatarak,
”Bana acıyor musun?” Genç adamın gözleri başının üstünden saçlarına dökülen beyaz bir tülü andıran ışığın kıvrımlarına saklandığı yüzüne gömülmüş parlıyordu. Bu parıltı bile ölgün, sönmüş, bir su tabakasının ardından geliyormuş gibi solgundu.

Yüzünde en ufak bir ümit belirtisi yoktu. Gözleri siyah iki çukur gibi gözüküyor, yanakları giderek canlılığını yitiriyordu. Sırtı kaburlaşmış, karnı içeri çökmüş, duyuları körleşmişti. Terden hafifçe nemlenmiş saçları alnına yapışıyordu. Uzun parmakları hep kızarıktı. Düşünceleri ise darmadağındı. Çoğu zaman kendine geldiğinde irkiliyor,  ne düşündüğünü bile unutuyordu. Bazen bir süre durup niçin karanlık bir hücrede uyandığını sorguluyordu. Her gün bir adamın gelip onu kolundan çekiştirip eski bir sandalyeye oturtmasına aldırış etmiyor, geceyle gündüzü ayrıt edemiyordu. Kendini, bedenini geride bırakıyordu. Hep ileri gidiyor, yürüyor, koşuyor sonra kendini kaybediyordu. Dönüp baktığında artık orada yoktu. Kendini suçlayarak, harap oluyor, hisleri berbat oluyordu. Böyle bir şeyi yapan ellerine bakamıyor, başını duvarlara vuruyor, yaşam damarlarından yavaş yavaş çekiliyordu. Ansızın ciğerlerine dolan nefes bedenini yakıyor, nefes almak istemiyor, soluğu kesiliyordu. Sırtını duvara yaslayıp gözlerini titreyen ellerine dikip öylece saatler geçiriyordu.

”Sadece emin olmak istedim.” dedi polis sakince.  Dışarda bekleyen adama genç adamı götürmesini işaret edip düşünceli bir yüzle, seri ama yumuşak adımlarla orayı terk etti. İçinde yeşeren bir his -tam da onca çabasından sonra genç adam itiraf ettiğinde yeşeren bir his-  genç adam için üzülmesine sebep oluyordu. Yıllardır süre gelen lekesiz, tertemiz meslek hayatında bir hata yapmaktan korkuyordu. Acaba baştan beri ona bir suçlu gözüyle bakmakla, katil damgası vurmakla yanlış mı yapmıştı? Daha onu hiç görmeden herkesin onu katil diye anmasından mıydı bu düşüncelerini örten ön yargı? Belki o masumdu, herkes onu suçladığı için suçlamıştı.  Belki de gerçekten suçluydu? Ah bu düşünceler! Peşini bir türlü bırakmıyordu. Keşke aklından çıkarıp atabilseydi.

Genç adam iyiden iyiye kötüleşmişti. Yanakları elmacık kemiklerinin altından dişlerinin arasına çekiliyormuş gibi çukurlaşmıştı.  Omuzları düşük, yürüyüşü ağır ve düzensizdi. Koca cüselli adamın onu kolundan yavaşça yürüttüğü bir akşam dar ve karanlık koridorun sonundaki küçük, tek kanatlı pencereyi görünce adamın elinden kolayca kurtulup pencerenin önünde birden duruverdi. Adam peşinden gidip yakalamaya bile gerek görmeden olduğu yerde durup onu izledi. Genç adam öylece durmuş penceredeki yansımasına bakıyordu. Ne kadar da ürkünç bir suratı vardı! Az daha kendini tanımayacak hale gelmişti. Nasıl olurda beyni dolduran o gözle görünmeyen, elle tutulmayan, bir çeşit soyut varlıklar olan düşünceler insanı bu denli çökertebiliyordu? Ne ara bu kadar körleşmiş, bu kadar derbeder, bu kadar çaresiz bir sarhoşluğa kapılmıştı? Ne kadar zaman geçmişti ki? Bir hafta, belki daha fazla ya da daha az? Biraz daha baktı; çökmüş çehresi bir ruhu andırıyordu. Geceleri  mezarlıktaki çürümüş, ölü bedenlerle beslenen gür ağaçların arasında sessizce dolaşan yalnız, kimsesiz bir ruh gibiydi. Pencerenin  ardındaki derin karanlık onu içine çeker gibiydi. Karanlığı bölen, küçük , sayısız ışık, sayısız yaşam ona öyle uzaktı ki... içinde kıpırdayan, onu huzursuz eden bir şey kimi gömülü hislerini dürtüyor, içinde derin bir özlemi uyandırıyordu.  Neye özlem duyuyordu? Eski zavallı yaşamına, ölümleriyle hayatını altüst eden dosluklarına, hatta belki yalnızlığına, yalnızlığını paylaştığı yaşlı kedisine? Kim bilir o boş, kasvetli evde nasıl dayanmıştı, acaba yaşıyor muydu?

Bir boş vermişlik tüm bedenini gevşetiyor,  sonra yine kendine gelip irkiliyor, tekrar karanlığa dalan gözleri irileşiyor, gözbebekleri titreşiyordu.  Adam kocaman bedeniyle arkasında belirip omzuna dokundu, artık gitmeleri gerekti.
Genç adam hep burada, bu hiçbir şey göremediği pencerenin önünde kalamayacağını biliyordu. Ama yine de gitmek istemedi. Arkasında onu bekleyen adama aldırış etmeyip elini cama yasladı. Soğuk tüm bedenine işledi. Camda biriken iri damlalar parmaklarının arasından süzüldü, avcunu ıslattı. Az sonra huzurlu bir uykuya sığınacakmış gibi gözlerini - acıtmadan-  sakince kapattı. Alnını cama yasladı. Saçları hemencecik ıslanıp alnına yapıştı. Bu keskin soğuk alnından ensesine kadar başını yumuşak, hafif bir acıya boğdu, derisini gerginleştirdi. İçinde dolaşan kanın sıcaklığı alnında kabarıyor, tenini yakıyordu. Bedeni artık hiçbir şey hissedemeyecek kadar uyuşuyordu.

Keşke en başta bir şeyleri düzeltebilme imkanı olabilseydi, keşke iyi bir yaşam sürebilseydi.

Dün, Bugün ve Yarın Where stories live. Discover now