1

79 13 20
                                    

Ocak 2

Dışarda berbat bir yağmur her tarafı balçığa buluyor,  çatılarda trampet çalıyor ama içerde yağmurun yarattığı kargaşadan eser yoktu. Çünkü burada  yağmur altında çamur olabilecek toprak, yağmur damlalarının darbeleriyle dinleyebileceğiniz sesler yoktu. Çünkü burada tek bir pencere bile yoktu. Sadece soğuk duvarlar, soğuk bir zemin ve kasvetli bir karanlık vardı. Dar ve alçak duvarlar kokuşmuş ve bunaltıcıydı.

Duvarın dibinde bacaklarını karnına çekmiş, kıvrılmış yatan genç adam bedenini sarsan birkaç öksürükten sonra gözlerini karanlığın içinde açtı. Hiçbir şekilde, hiçbir şey görmüyordu. Tek elini kaldırıp etrafını yokladı başında korkunç bir ağrı vardı. Kaşı, dudağı ve gözü acıdan sızlıyor; parmaklarını hissedemiyor, oynatamıyordu. Ellerini yere yaslayıp ayağa kalkmaya çalışsa da soğuk, sert zeminde uyuduğu için sırtı ve bacakları, dahası tüm vücudu fena halde sızlıyordu. Neden sıcak, rahat yatağında değil de yerde yattığına anlam verebilmiş değildi. Tek bildiği dün geceki yılbaşı kutlamasından sonra arkadaşlarından ayrılıp evine geldiği  ve şimdi anlam veremediği bir şekilde yerde ve zifiri karanlıkta uyandığıydı.

Soğuktan morarmış titreyen yalın ayaklarını neredeyse yerde süründürerek pencereye ya da ışık düğmesine ulaşabilmek için ağır adımlarla yürüyordu. Aniden sızlayan bacağı tökezledi ve kendini yine yerde buldu. Sıktığı dişlerinin arasından acı bir inilti boş ve karanlık odayı doldurdu. Başı feci şekilde ağrıyordu. Bacakları öyle sızlıyordu ki sanki birazdan dayanamayıp kopacaklardı. Dudağından çenesine doğru işleyen bir ıslaklık hissediyor, diline yayılan kanının sıcaklığı onu ürpertiyordu. Bembeyaz kesilmiş, titreyen parmaklarını dudağına gotürdüğünde aynı sıcak ıslaklığı parmaklarında da hissetti. Bu kesinlikle kandı! Hayır, dudağında bir yara olmadığından emindi ve uyurken olması imkansızdı. Başının ağrısı çok korkunçtu. Ellerini başına bastırıyor, durdurmak istiyordu. Hiçbir şeye anlam vermiyordu. Bu baş ağrısı kesinlikle durmalıydı. Ağzını dolduran kan umrunda bile değildi. Ardı sıra karnını deşen öksürükler dudağından çenesine kadar yayılan kanı püskürtüyordu.

Az sonra olduğu yere yığılıverdi. Elleri karnında, bacaklarını kendine doğru çekip tüm bedeni yerde can çekişerek, gürültüyle öksürmeye devam etti. Gözleri kızarıyor, göz bebekleri yerlerinden fırlayacakmış gibi oluyor, gözlerini örten karanlık, etrafında olup biteni görememesi, nerede olduğunu bile bilmemesi onu deli ediyordu. Canı yanıyordu. Acaba ölüyor muydu?
Bir takım konuşmalar ve ayak seslerinin ardından gürültülü bir kapı açılma sesi duyuldu. Genç adam düşüp kaldığı yerde öylece kımıldamadan duruyordu. Artık öksürmüyordu. Sadece zaman zaman güçlükle alabildiği nefesleri duyuluyordu. Yarı açık gözleri kapıdan sızan zayıf ışığın aydınlığında iki çift ayak dışına hiçbir şey göremiyordu. Bilinci kapanacak gibiydi. Vücudu tamamıyla uyuşmuştu. İki adam söylenerek onu omuzlayıp ayaklarını yerde süründürerek revire kadar götürdü. Ama bunların hiçbirinin farkında olamayacak kadar bitkindi. Hemşire kolunu hafifçe kavrayıp nabzını yokladı, dudağındaki ve karşındaki yarayı temizledi ve elini sargı beziyle sardı. Tüm bunlar olup biterken ne düşündüğünü, ne hissettiğini kestiremiyordu.  Bunlara neden ihtiyaç duyduğunu, bedeninin neden bu kadar bitkin, neden bu kadar yorgun olduğunu anlamıyordu. Sadece şu an az sonra ölecekmiş gibi canının yandığını biliyordu. Dün gayet sağlıklıydı. Dostlarıyla yeni yılı her yıl olduğu gibi iyi bir kutlamayla kutlayıp sağlıklı bir şekilde evine dönmüştü. İşte bu, Hepsi buydu!

[Y/N]

*Bu kurgu hoşunuza gitti mi?

O zaman lütfen aşağıdaki minik yıldıza dokunun. Duyduğuma göre dokununca rengi turuncuya dönüyormuş *

Dün, Bugün ve Yarın Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin