3

30 9 7
                                    

Ocak 5

O farkında bile olmadan birkaç tane gözyaşı birbirine doluşarak  art arda yanaklarını ıslattı. Kolları, bacakları kaskatı yüzü ise korkudan kireç gibiydi. Bir çocuk gibi sessizce ağlıyordu. Eski, gıcırdayan sandalyeye çökmüş bedeninde, nereye koyacağını bilemediği kızarık ellerinde zerre güç yoktu. Yaşlı gözlerine giren her perçemde kirpiklerini melun bir kederle birbirine kavuşturuyor, gözleri harap oluyordu. Kim bilir kaç gözü dönmüş mahluk bu mukassi, dar duvarlar arasında üzerinde otururken tüm bedenin titrediği bu sandalyeye oturmuş, dilleri nasıl vahşetler için soğukkanlılıkla dönmüştü.

Polis ne zamandır elinde tuttuğu dosyayı gürültüyle masaya bırakıp karşısındaki sandalyeye oturduğunda genç adam irkilerek dosyanın bir köşesine iliştirilmiş kendi fotoğrafına bakıp yaşlı gözlerini yalvarırcasına polisin yüzüne dikti. ”Lütfen inanın, bu olanlar hakkında hiçbir fikrim yok.” dedi titreyen ellerini masanının üzerine bastırarak. ”Ben, ben hiçbir şey bilmiyorum. Niçin burada olduğumu bile bilmiyorum!” dedi sesi çatallaşarak. Polis dosyayı genç adamın önüne itip sakince konuştu. ” Bu sandalyeye oturan herkes aynı şeyi söylüyor, biliyor musun?”

Genç adam onu dinlemiyordu. Düşünceleri, gözlerine ilişen fotoğrafların kan donduran görüntüleriyle donmuş, kendinden geçmiş haldeydi. Öyle ki adamın dediklerinin tek kelimesini işitmiyordu. Kana bulanmış korkunç yüzler. Her sayfayı çevirdiğinde daha korkunç bir görünyüle gözleri irileşiyor, parmakları uyuşuyor, boğazı feci şekilde düğümleniyordu.
Alnındaki derin yaradan tüm yüze bulaşan parlak kırmızı kanın arasında donuk,  ölü gözler irice açık, sanki onu çileden çıkarmak ister gibi gözlerinin içine bakıyordu. Dosyadaki bir başka fotoğrafta paramparça olan, tamamıyla tanınmayacak hale gelen bir yüz. Cansız kaskatı vücudunun yanına bırakılı elinin ortasını deşen delikten oluk oluk fışkıran kan ölü, morarmış bedeni ürkütücü bir kırmızı birikintinin içinde bırakıyordu. Tüm bunları görmek ona acı veriyor, yüreği öyle sızlıyor, bedeni öyle kan ter içinde kalıyordu ki az sonra dayanamayıp yere yığılacak gibiydi.

”Şu adamın alnındaki delik ve bak diğerinin avcundakini görebiliyor musun? O delikler bununla açılmış. İşte bak!” dedi masada duran şeffaf bir delil poşetine koyulmuş, gümişi, üzerinde kan lekeleri olan makası göstererek. ”İşte,” dedi makası poşetle birlikte eline alıp sallayarak.  ” Bunu görüyor musun? Katil bununla adamın alnında dört santimlik bir delik açarak onu öldürdü. Peki sonra ne yaptı biliyor musun?( genç adam çaresizce yaş dökerek başını iki yana sallıyordu. ) Bu makasla diğer adamın üzerine yürüdü( bunu söylerken elinde kabaca tuttuğu makasla genç adama doğru eğildi.) Onu duvar ile kendisi arasında bıraktı ve adam kaçmaya çalışınca da bam! ( son sözcüğü öyle gürültüyle söyledi ki genç adam irkildi. ) katil acımadan makası adamın eline saplayıp elini duvara çiviledi.”

”O lanet makasın adamın avcunu nasıl deştiğini, derisinin nasıl yırttıldığını sonra kanın oluk oluk fışkırırken çıkardığı o iğrenç sesi hayal edebiliyor musun? Bir de şuna bak.” dedi duvardaki bir deliği ve delikten yere kadar her yere bulaşan kanın olduğu bir fotoğrafı gösterdi. ’Bir el tüm gücüyle makası adamın eline saplıyor, makas adamın elini yarıp duvara kadar ulaşıp duvarı bile deliyor ve sonra bu makas adamın kan içinde kalan elinden, acı dolu çığlıkları arasında çekilirken parçalanmış ete ve kırılan kemiklere karışan akışkan sıcak kanın iğrenç vıcık sesi duyuluyordu.’  aklında canlanan sahneyle tüm bedenini korkunç bir ürperme ele geçirdi. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü hiç kan dolaşmıyormuş gibi bembeyaz kesilmişti. Gözleri hiçbir şey görmüyor,  kulakları hiçbir şey duymuyor, uyuşmuş titrek uzuvları hiçbir şey hissetmiyordu. ”Tüm bunlar hala sana hiçbir şeyi anımsatmıyor mu? Şimdi bu palavraları bir kenara bırak ve seni ’sadece prosedür gereği’ sorguya almama izin ver. ” dedi memur bıkkın bir tavırla. Genç adamın boğazını parçalayan bu olaylar bu adamı hiç etkilemiyor gibiydi.
”Olay günü, yani ocak 1’de arkadaşlarınla bir kutlamadaydın değil mi, Peki onları neden öldürdün?” diye sordu. Ama genç adam cevap vermek yerine korkunç, kırmızı gözleriyle, başını önüne eğmiş, gözlerinin önünde duran fotoğraftaki o iğrenç cesetlere bakıyordu.
”Lütfen cevap ver, onları neden öldürdün? ” diye tekrar sordu. Genç adam hala cevap vermiyordu. ”Tanrı aşkına! İtiraf ette bitsin, neden işimi zorlaştırıyorsun?” diye isyan etti adam.  ”O esnada bu sözlerin hiçbirini duymuyordu. Kızarmış uzun, titrek parmaklarını; cansız, donuk cesetler üzerinde gezdirip bir sayfa daha çevirdi. Tanıdık bir yüz, bu arkadaşıydı! Çoktan ruhundan sıyrılmış, şişmiş, morarmış kaskatı bir yüz. İşte tam o an kan beynine hücum ediyor, alnı yanıyor, başı zonkluyor, çatlayacak gibi oluyordu. Gerçekten bu acımasızlığı yapan kendisi olabilir miydi? Hayır, o ki narin bir çiçeği bile incitemezdi. Bu ölü, açık gözler tıpkı kanlı canlı bir insanınmış gibi, yalvarırcasına yüzüne bakıyordu. Her şey öyle bulanıktı ki artık kendinden şüphe edecek raddeye gelmişti.
Daha ”dün” gördüğü gülümseyen gözler, yürürken renkli ışıkların aydınlığında parlayan saçlar değil miydi bunlar? Henüz dün, belki sadece birkaç gün önce aynı iş yerinde beraber saatler geçirdiği, çalıştığı dostu boynundaki derin çizikten  püsküren kanının kızıla boyadığı parkelerin üzerinde kaskatı, canlılığını yitirmiş açık gözler ve asla uyanmayacağı şekilde yatıyordu. Nadiren hüznün çöktüğü yüzünde bugüne kadar gördüğü en korkunç ifade vardı. Ölümün onu ansızın köşeye sıkıştırdığı dakikaların gerginliği, korkusu, anlamsızlığı beyaz yüzünden seçilebiliyordu. Öyle ki eski dostunun bir zaman neşesine imrenerek  baktığı yüzüne bakmaya tehamülü yoktu.

Dosyayı hışımla itti. Ellerini kulaklarına yaslayıp başını iki yana sallayıp her seferinde biraz daha bağırarak inkar etti. ” Hayır! ben yapmadım, anlıyor musun? Ben yapmadım. Yalan söylüyorsun, tüm bunlar lanet bir yalandan ibaret!” dedi ayağa kalkarak. Devrilen sandalyenin sesi karanlık odalarda yankılanıyor. ”Anlıyor musun? Ben onu öldüremem.” dedi sesi kısılarak. Boğazı çok acıyordu. Gözleri yaşarıp yüzü kızrana kadar bağırıyordu. Sadece bu da değil bedeninin her yeri acıyordu. Sanki parçalanıyordu.

Dün, Bugün ve Yarın Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon