Bölüm I - Saat

5 1 0
                                    

Saatin yelkovanı, evet yelkovanı. Ne kadar da hoş, zarif, yavaş bir şekilde hareket ediyordu. İnsanın baktıkça bakası geliyor, gözünü ondan alıkoyamıyordu.

Tik, tak.

Dışarısı ne kadar da aydınlıktı. Güneş, dağların sırtından insanoğlunun üzerine doğru sırıtıyor, ne kadar da mutlu bir varlık olsa gerek. Sonuçta mutlu olmasa sırıtamazdı değil mi? Ama, bakın. Aksini söyleyenler kendilerinden utanır mı? Sanmam. Saatin yelkovanı bir tık daha sağa doğru kaymış, artık yatay bir şekilde değil, az da olsa eğimli bir şekilde duruyordu.

Tik, tak.

Otlar, onlar her yerde idi. Kıvrık olanlarıyla, kısa boylu olanlarıyla, insanın derisine diken gibi batanlarıyla, sarımsı-turuncumsu bir renge bürünmüş, gün batımını anımsatanlarıyla, bahçenin hali hazırda kasvetli görünümüne daha da kasvetli bir hava katıyorlardı. Ah, o bahçıvan var ya, o uzun esmer saçlı, gecenin karanlığını anımsatan, kusursuz çizilmiş bir çember şeklinde olan gözleri, hele hele bir denizin kumsalındaki kumlar kadar yumuşak bir tene sahip olan o bahçıvan. Ne olmuştu acaba ona? Başına birşey mi gelmişti, yoksa sadece benim gibi bir ihtiyarın dırdırlarından bunalmış ve uzak diyarlara doğru yelken mi açmıştı, bilemiyorum. Yelkovan hala sabit bir şekilde duruyordu, saatin içindeki mekanizma bariz bir şekilde kulağımca işitiliyor, insanın uykusunu getiren bir melodiden farksızdı. Ne rahatsız edecek kadar gürültülü, ne de duyulamayacak kadar tiz idi.

Tik, tak.

Sefil adam gelmiş önüme, ağzından kelimeler dökülüyordu. Evet, kelimeler. O, çaba sarf ediyordu, ben ise ona kulak vermeye çalışıyordum. Anlayamıyordum. Neden bahsediyordu bu adam? Sanırım dilsiz idi. Hayır, hayır... Eğer dilsiz olsaydı benimle iletişim kurmak için bu kadar çaba göstermezdi. Zaten dilsiz olsaydı büyük ihtimalle kendisi de bunun farkında olur du, değil mi? Acaba, sorun bende miydi? Sağır mıydım? Belki de düşündüğüm kadar kusursuz değilimdir, ama... Eğer böyle düşünürsek var olmuş ve olan her şeyin bir kusuru vardır, güneşin bile bir kusuru var! Dağların ardından sırıtan güneş, karanlık çökünce kabuğuna geri çekiliyor, insanlığı gülümsemesinden mahrum bırakıyordu. Güneşin kusuru ne peki? Karanlığın efendisi olan Aya baş kaldıramıyor, ay ne zaman ortaya çıkmaya başlasa tekme yemiş bir köpek gibi ardına bakmadan kaçıyordu. Saatin yelkovanı sabit duruyordu. Oysa zaman dediğimiz kavram ne kadar da hızlı geçiyor, bugün ise nedenini bilmediğim bir şekilde olduğu yerde sayıyordu, gerçekten tuhaf bir durumdu.

Tik, Tak.


(İKİNCİ BÖLÜME GEÇEBİLİRSİNİZ)

Bir Kral, Bir Sermest, Bir DüşWhere stories live. Discover now