Bölüm IV - Fırın

5 1 0
                                    

Fırının önü dolup taşmış, kalabalık olan kitle, bir parça sıcak buğday ekmeği için ayın batmasını, güneşin yükselmesini beklemeden sıraya geçmiş, sıradan çok bir izdihamı anımsatacak şekilde kaldırımın büyük kısmını işgal ediyorlardı. Fareler, yine o fareler, insanların ayakları arasında dolanıyor, yere düşen ne varsa kaparak yok oluyorlardı. Sıradan insanlardan oluşan sırada, kargaşada, gözüme takılmıştı. O, dışarıdan bakınca öbürlerinden farksız duran, yüzünde ince bir gülümsemeye sahip idi. Evet, gülümsüyordu. Bir mezarlığı anımsatan fırının önünde duran bu adam, yerleşkeyi sadece gülümsemesi ile daha yaşanır bir hale getiriyordu. Kimse onu umursamıyordu. Sadece ben. Ben, onu umursayan tek kişi olabilirdim. Kim idi bu adam? Giyimi, evet bunun giyimi. Kıyafetleri terzi yüzünü bir kereye mahsus görmüş, ilk günkü yeniliklerini hala koruyorlar idi. Asıl olarak boynundaki kolyesi dikkatimi çekmişti. Halen doğan güneşin tiz ışığı bunun boynundaki kolyesi üzerinden yansıyor, insanın gözlerini vuruyordu. Sıranın yavaş ilerlemesi benim işime geliyor, bunun üzerindeki kolyenin detaylarına rahatça odaklanabiliyordum. Saf altından yapılmış, kusursuz bir yuvarlak formunda, büyük ihtimalle işinde ustalaşmış bir demirci başının eseri olsa gerek, sağ kanadında aslanı anımsatan bir varlığı temsil eden, sol kanadında ise sırtlanı temsil eden iki sembol vardı. Kolyenin tam ortasında ise iç içe geçmiş iki kılıç, yine, büyük ihtimalle, Frenk halkının askeriyesinde, daha alt bir seviye olarak kabul edilen kasaba muhafızları tarafından belirli bir dönem boyunca kullanılmış kılıçlar, bulunuyordu. Bu iki kılıcı saran bir yılan da, yılanın tam olarak ne amaçla konulduğunu kavrayamamak ile beraber, kolyenin üzerinde net olarak görülüyordu. Tüccar idi bu adam. Evet, kesinlikle bir tüccar. Böylesine sağlam giyinişli birisinin alt tabakadan olmasının imkanı yoktu, hayır, düşünülemezdi bile. Tüccar olmak, ölümlü diyarın her karış toprağını gezmek, bizden neredeyse her konuda farklı olan diğer ölümlülerle, insanlarla etkileşmek nasıl bir his idi acaba? Bilmek istiyor muydum? Sanmıyorum. İçimdeki yaşam enerjisi, yaşlılıktan, son damlasına kadar çekilmiş, ölümlüler diyarından gitmeye hak kazanmıştım. Bu diyardaki yaşamımı en iyi şekilde geçirdiğim konusunda herhangi bir kuşku duymuyordum. Öbürlerinin, benimle aynı kaderi paylaşan diğer ölümlülerin, aksine içimde gerçekleştiremediğim hayallerimle değil, gerçekleştirdiğim gerçeklerle buralardan toz olacaktım. Bu, bir nebze de olsa içimi umutla dolduruyordu. Sonunda, ölümlü topraklar bana hayatla ilgili son şeyi bahşediyorlardı, sonsuz ve ebedi yaşamı. Göç edeceğim günü, sabırsızlıkla, bekliyor, içimde kalmış olan bir damlacık hayat enerjisini ise o güne saklıyordum. Gününden önce gitmek istemiyor, bu nedenle beni ayaklarımın üzerinde tutabilecek kadarını içerimde, vücudumda, tutuyor, kaçmasına izin vermiyordum.

Tik tak.

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU, BEŞİNCİ BÖLÜM YAZIM AŞAMASINDA)

Du hast das Ende der veröffentlichten Teile erreicht.

⏰ Letzte Aktualisierung: Jan 06, 2022 ⏰

Füge diese Geschichte zu deiner Bibliothek hinzu, um über neue Kapitel informiert zu werden!

Bir Kral, Bir Sermest, Bir DüşWo Geschichten leben. Entdecke jetzt