𓇬24.10.2021 Ödülleri - Dan!

6 4 0
                                    


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Yazar: Lilith Louvremont

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Yazar: Lilith Louvremont

Tarih: 1864-1865 Öğrenim Dönemi

(Bu rpde gerçek ve hayal ürünü olan şeyler belirtilmemiştir. İstediğinizi gerçek veya hayal sayabilirsiniz.)

Dan! ...Dan!

Tam on ikiyi gösteren akrep ve yelkovan, halihazırda saatlerdir tik, tak, tik, tak demeyi bırakmayarak zavallı kızcağızın uykusunun bir süpürgeye atlayıp hızla uçarak kaçmasını sağlayan büyük saate sertçe vurmuş, acı çığlıklar eşliğinde ağlamasını sağlamıştı. Dan! Dan!

Biricik dostu Uyku Hanım'ın onu terk etmesine hak vermişti şimdi. Zaten ikisi de tik tak seslerinden rahatsız olmuşlarken şimdi üstüne bir de saatin feryat figan bağırarak yardım istemesine, ağlamasına ve imdat çığlıklarına karşılık veremeyecekleri gerçeğiyle karşı karşıya kalmışlardı. Kim olsa kaçardı! Saatin ağlayışı eşliğinde iç çeken kız, Uyku Hanım geri gelmeyeceği için çareyi onu aramakta bulmuştu. Küçük bir gece gezintisi iyi gelirdi belki de ikisine. İnce, uzun parmaklarıyla üstündeki beyaz yorganı yavaş hareketlerle kavradı ve olabildiğince sessiz olarak yana çekti. Tek elinden destek alarak doğruldu ve önce yatağında oturur pozisyona geldi, sonra çıplak ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı. Birkaç santim fark yüzünden ayakları yere değmiyordu. Gözlerini odada gezdirdi bir süre. Şöyle bir süzdü etrafı, odada uyuyan diğer insanları, belki de varlıkları. Oda arkadaşlarının hiçbirinin çığlıklardan etkilenmiş gibi bir hali yoktu. Tavanda uyumakta olan siyah, minik, ne olduğu belirsiz yaratıklar ise rahatsız olduklarını kanıtlamak istercesine çırpınıyor, bağırıyor, isyan ediyorlardı. Lilith, tek elinin işaret parmağını dudaklarına götürdü, "Şş." dedi sessizce. "Normalleri uyandıracaksınız."

'Normaller'den kastı, onun dünyasını göremeyenlerdi. Eh, kızları uyandırmak gibi bir niyeti yoktu, o yüzden sessiz olmalıydı. Sonuçta uyku, ölümün tatlılığını deneyimlemek için mükemmel ancak kısa süren, geçici bir fırsattı. Kendisi bu geceye mahsus bu histen mahrum kalmış olsa da, başkalarının yaşadığı bu güzel hissi ellerinden almak kabalığı geçin, zalimlikten başka bir şey değildi. Ayaklarını soğuk zeminle buluşturdu etrafı izlemeyi bitirdikten sonra. Her ne kadar sessiz olmaya gayret göstermişse de, yatağın çıkarttığı gıcırtı kaçınılamazdı. Eh, yatağı kendisine veda ediyordu çünkü. Gözucuyla baktığı yatağına minik bir tebessüm hediye etti ve el salladı, sonra görüşürüz anlamına geliyordu bu. Sonra da önüne döndü tekrardan. Halıya değmemeye dikkat ederek, parmak uçlarında kapıya doğru ilerlemeye başladı. Halıdan ve verdiği sinir bozucu, kaşındırıcı histen nefret ediyordu. Neydi ki bu halının işlevi? Ayakları temiz ya da sıcak tutmak? E ama zaten öldükleri zaman da ayakları kirli ve soğuk olmayacak mıydı da böyle gereksiz ve tepesini attıran bir şey bulmuştu bu insanlar? "Keşke," dedi Lilith içinden. "Keşke insanlar daha gerekli şeyler icat etseydi." Mesela, mesela onu ayıkken bile gördüğü kabuslardan kurtaracak bir ilaç, bir aşı, bir büyü, bir iksir!

Sonra aşağı doğru ilerlediği merdivenin tam ortasındaki basamakta duraksadı. Ayağının altındaki kirli basamağın verdiği tozlu, gıcık his veya topuğuna batmakta olan minik kıymığın getirdiği acıyı fark edemiyordu. Düşündü, ona zarar veren kabuslarla birlikte dostları da yok olacaktı eğer bir çare bulunsaydı. Bayan Rosie, Bay Virgilius, sevimli Lucy ve en önemlisi, kendini bildi bileli yanında duran, kalbinin tam üstünde taşıdığı yegane dostu, biricik aşkı... Hepsi yok olurdu o zaman! Belki de sırf birkaç kişi için hayatı cehennem olarak yaşamak aklı selim birinin yapacağı bir şey değildi. Belki de aptallıktı bu yaptığı.

Düşüncelerinden kurtulmak için iç çekerek başını sağa sola salladı. Gereksiz şeylerle zihnini doldurmamalıydı, zaten halihazırda kocaman bir evrenin ta kendisini taşıyordu beyninin içinde. Basamakları adımlamaya devam etmeye başlamıştı ki, sonunda kıymığın acısını da, basamakların tozlu ve gıcık hissini de fark etti, kaşları çatıldı. Tırabzanlara oturduktan sonra bacak bacak üstüne atarken asasını çıkarttı, mırıldanıp önce suyla temizledi, sonra da kıymıktan kurtuldu. O iğrenç hissi tekrar yaşamak istemediği için tırabzanlardan aşağıya kaya kaya indi. Ortak salona inmesiyle kendisini çiçek bahçesinde gibi hissettiren bir melodi doldurdu kulaklarını. Karşısındaki piyanoya baktı, önü boştu ancak kendi kendine çok tatlı bir şarkı çalıyordu ve sayfalar belli aralıklarla kendiliğinden çevriliyordu. Melodiye eşlik eden, meleksi bir hımlama geliyordu tam tepesinden. Başını yukarı kaldırıp baktığında oldukça hoş bir manzarayla karşılaştı.

Kendisinden pek de büyük durmayan, belki yaşıtı, belki de bir yaş küçük bile olabilecek bir çift, tavandan ters sarkarak dans etmekteydi. Kızın belini geçen, çikolata renginde bukle bukle saçları vardı. İyi bakıldıkları belliydi, en ufak bir karışıklık yoktu, yumuşak ve parlak duruyorlardı. Kâkülleri vardı bir de, düz, sevimli, kaşlarının altına kadar inen kâküller. Lilith'in de vardı ancak bu kıza daha çok yakışmış gibilerdi. Çok sevimli bir yüzü vardı, porselen bebek gibi duran bembeyaz yüzünde tek bir kusur bile yoktu. Şeftali pembesi dudaklarının arasından huzur veren bir şarkı, sessiz sessiz piyano melodisine karışıyordu. Gözleri kapalıydı. Aşırı güzel, pembe bir elbisesi vardı ve oldukça rahat duruyordu. Dizlerinin biraz üstündeki –sonradan kesilmiş olduğu belli oluyordu- elbisesi çiçeklerle süslenmişti, korsesi yoktu ancak sırtından beline kadar keyfe göre sıkılabilecek ipleri vardı. Çok sıkılmamış, direkt kurdele yapılıp bırakılmıştı. Ayaklarında ise topuğu en fazla iki santimlik bir ayakkabı vardı. Böyle kıyafetler, böyle ayakkabılar satılmıştı da, Lilith mi almamıştı?

Kızın çok büyük bir ihtimalle sevgilisi olan genç delikanlı ise sarışındı. Sarı, dalgalı, hafiften uzun saçları aynı kızınki gibi bakımlı ve özenilmiş duruyordu. Gözleri ise akuamarin taşını andıran, çok hoş bir maviydi. Beline sarılmış olduğu kızdan en az on beş, yirmi santim uzundu ve aralarındaki bu boy farkı çok tatlı duruyordu. O ise soluk, açık mavi bir takım elbise giymekteydi. Kızın kıyafetinden koparıldığı belli olan bir çiçek, göğsüne sıkıştırılmıştı. Nedense Lilith'in babasına çok benziyordu. Babası hep derdi, altın sarısı saçlar ve akuamarin gözler bizim ailemizin imzasıdır diye. O yüzden küçükken hep üzülmüştü kız, kendi saçları parlak sarı değil de beyaza yakın, solgun bir sarı olduğu için. Gözleri parlak mavi değil de, griye yakın solgun bir mavi olduğu için.

İzlemeye dalmış olduğu sarışın çocuk, cebinden göz alıcı bir çiçek çıkarttı, kızın saçına taktı ve alnına yumuşak bir öpücük bıraktı. Kızın ise zaten pembe olan yanakları iyice kızarmış, al al olmuştu. Sonunda açtığı zümrüt yeşili gözleri mutlulukla parlamıştı. Utandığını gizlemeye bile çalışmadı kız. Onun yerine, tatlı tatlı kıkırdadı ve yüzünü çocuğun göğsüne gömüp sıkıca sarıldı. Ayakları ise heyecanlı bir şekilde zeminden bir ayrılıyor, bir geri birleşiyordu. Çiftin sevimliliğine gülümsedi sarışın kız, sonra da yüzü hafiften düştü ve iç çekti. Kendi sevgilisiyle bunu yaşaması biraz imkansızdı, birbirlerine dokunmadan sevmeleri gerekiyordu. Sorun değildi, sevgi dokunmadan da gösterilebilirdi. Sessizce ortak salondan ayrıldı.

Tam merdivenlere yönelmişti ki, sarı cübbeli küçük bir çocuğu kovalayan, hafiften balık etli ve kendine kıyasla uzun bir kadın gördü. Kuzgun saçlı kadının kafasının uçuşta olduğu, yamuk yürüyüşünden belliydi. Çocuk ise gözlüğünü düzeltmeye çalışırken telaşlı bir şekilde kaçıyordu. Sonrasındaysa kadın bir büyü bağırdı ve çocuğu kendine çekmeye çalıştı. Eh, sarhoşluğundan olsa gerek, yanlış bir büyü söylediği için kendine çekebildiği tek şey çocuğun cübbesi olmuştu. Yamuk yumuk yürürken sanki başarılı olmuş gibi hiç istifini bozmadan merdivenlerden sendeleye sendeleye, düşe kalka uzaklaştı, arkasında şaşkınca bakakalan bir çocuk bırakarak. Yerde oturan küçük çocuk sonunda silkelendi, kendine geldi ve ne kadar şanslı olduğunu mırıldanarak gözden kayboldu. Ne olduğunu anlayamasa da kendisinin başı belaya girmediği için rahatladı Lilith. Sonuçta, o kadına denk gelen kendisi de olabilirdi. Üstünde tek parça kıyafet vardı ve onun da ayyaşın teki tarafından çalınması kötü sonuçlar doğurabilirdi. Etrafına bakınıp kimsenin olmadığından emin olunca yoluna devam etti.

Erkekler tuvaletinin önünden geçerken garip bir ses ilişti kulaklarına. Sanki... Birileri içeride bir şeyler yapıyormuş gibi. Hayır, o tür bir şeyler değil. Birkaç farklı sıvının tuvalete dökülme sesi gibiydi. Belki de birisi kötü bir gün geçirmiş olabilirdi ancak bu kız merakına karşı çıkacak değildi. Sessiz sessiz içeri girdi ve olan biteni dinlemeye başladı. Kapılardan birinin açık olduğunu görünce gözucuyla içeriye baktı, biri sarı, diğeri mavi cübbeli iki çocuk tuvalete bir şeyler dökerken kıkırdaşarak bir şeyler konuşuyorlardı heyecanla. Mavi cübbeli olanın elindeki yeşil kukla sinirliydi, yapmamaları gerektiğine dair uzun uzun konuşmalar yapmaya çalışsa da çocuklar onu ikide bir susturup işlerine devam ediyorlardı. Mavili, "Çok güzel olacak oğlum!" dedi. Sarılı ise kahkaha atarken başını sallayarak onayladı arkadaşını. Ama... Yaptıkları şey oldukça sorunlu görünüyordu. Kız tam o son malzemeyi atmamaları gerektiğini söyleyecekti ki, daha ağzını bile açamadan büyük bir patlama sesi duyuldu. Dumanların arasından görebildiği tek şey 'VİĞĞĞĞ!' diyerek uçan mavili bir çocuk, 'SALAK MISIN DİCK?!' diye bağıran bir kukla ve arkadaşının arkasından, duvarda açılan deliğe doğru koşan sarı cübbeli bir çocuk olmuştu. Duman dağıldıktan sonra meraklı meraklı delikten aşağı baktı, görünürde kimse yoktu. Eh, görmediği şeye yardım edemezdi. "En fazla ölmüşlerdir," diyerek yoluna devam etti.

Yürürken profesörler odasının önünden geçmek zorunda kalmıştı. İçeriden gelen seslerle parmak ucuna çıkıp kapının cam kısmından içeriyi izlemeye başladı. Az önce gördüğü ayyaş, şu an yaşlı, tonton bir adamla birlikte çay içiyor, arada adamın üstüne çıkmaya çalışıyor, adam panikle onu itince bile hiç bozuntuya vermeden işine devam ediyordu. Lilith tam yüzünü buruşturup uzaklaşacaktı ki kadının ağzına attığı bir şekerden sonra deliye dönmesiyle kıkırdamaya başlamıştı istemsizce. Kadının hışımla odadan dışarı fırlamasıyla birlikte kapıya tutunmakta olan kızcağız resmen uçmuştu gerçi. Kapıyla birlikte geriye savruluşunun ardından yere troll sümüğü gibi yapışsa da bir şey olmamış gibi yerinden kalktı, üstünü çırptı ve adamın ne yaptığına baktı, gitmişti. Eğlencesi kısa sürdüğü için üzülerek uzaklaştı.

Tekrardan koridorlarda dolanmaya başlamıştı ki, önündeki zemin birden çöktü. Dudaklarını yana doğru büzdü hafif kızgın bir tavırla. Sağa baktı, sola baktı, karşıya geçmesini sağlayacak bir şey arıyordu. İki büyük keresteyle X şekli yapılmış, kırık bir duvar fark etti bakınırken. Arkasında parlak gözlü karanlık yaratıkların kol gezdiğini, kerestelere vurarak çıkmaya çalıştıklarını rahatlıkla görebiliyordu.

"Müsaadenizle beyefendiler ve hanımefendiler ve ikisi de olmayanlar, bunu ödünç alıyorum." dedi. Karşılık olarak sadece tıslamalar ve hırıltılar alınca kaşları çatıldı. "Hey! Anneniz babanız terbiye öğretmedi mi size?"

Yaratıkları azarlarken tahta parçalarından birini kendine çekmekle meşguldü. Tek ayağını duvara dayayıp ondan güç alarak parçayı sertçe çıkarmaya çalışıyordu. Sonunda büyük keresteyi çekti ve memnuniyetle gülümsedi. Tıslama ve hırıltılar iyice artınca gözlerini duvardaki deliğe çevirdi, yaratıklar çıkmaya çalışıyordu. "Hayır." dedi ancak kimse onu dinlemedi. Eh, haliyle sinirlenmişti. "Size! Hayır! Dedim! YA!" diye bağırırken öfkeli bir şekilde elindeki tahtayı yaratıkların kafalarına pat, küt geçiriyordu. Hepsinin hareketi kesildikten sonra iç çekti, sık sinirlenen bir insan olmadığı için bu tavrı kendine hiç yakıştırmamıştı. Omuz silktikten sonra keresteyi kendine bir köprü olacak şekilde yerdeki deliğin üstüne koydu, tam uymuştu. Deliğin altında, bayağı aşağılarda bir şeytan kapanı ve üstünde oturan küçük bir kız görür gibi oldu. Kızın, şeytan kapanına 'nişanlım' dediğini duymuştu bir de sanki. Umursamadı, karşıya geçti.

Koridorda etrafına bakınarak ilerlerken duvardaki tabloları inceliyordu kız. Her bir tablo, arkasında kalanı tamamlıyordu. Tablolardaki insanlar koridorun başındayken Lilith'e bakıyordu ancak ilerledikçe başları yavaşça koridorun sonuna doğru dönüyor, yavaşça ifadeleri değişiyor ve mutlu suratları dehşete düşmüş bir hale dönüyordu. Dakikalarca ilerledi... İlerledi... İlerledi... Koridorun sonu yokmuş gibiydi. Tablolardaki değişiklikler o kadar minikti ki fark etmek için en az bir dakika ilerlemek gerekiyordu. Yıllardır yürüyormuş gibi hissettiren bu 'minik' yolculuğun sonunda, koridorun neredeyse bitişine gelmişti. Başını yana çevirdi, çerçevelerin içleri bu sefer kaçan insanlar ya da yerde yatan cesetlerle doluydu. Belliydi ileride bir şey olduğu, tehlikeli bir şey. Merak kediyi öldürürdü evet ama öğrenmenin verdiği zevk geri diriltirdi!

Tabloların tamamen kırmızıya bulandığı ve çerçevelerinden dışarıya kırmızı boya olduğunu düşündüğü bir sıvının şarıl şarıl aktığı bir yere geldi sonunda. Karşısında, zeminden tavana kadar tüm duvarı kaplayan, bazı yerlerinde seyrek kıllar olan, koyu renkli, sert derili, her yerinde sivri dişlerle dolu ağızlar ve kuruluktan damarları görülen gözler olan garip bir canlı vardı. Birden bire tüm gözler kendisine döndüğünde sıvadığını fark etmişti.

"Eveeet... Bugünlük bu kadar macera yeter sana Lilith... Haydi size iyi geceler- umm... Sayın Canavar!" diyerek arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı, kendisine musallat olmayacağını umarak. Biraz imkansız bir hayaldi gerçi. Yeri göğü inleten bir kükremeden sonra canavar duvarları tuta tuta Lilith'e doğru koşmaya başlayınca, tabanları yağlama vakti gelmişti Lilith için. Tüm gücüyle koşmaya başlamışsa da arkasındaki garip şey ondan daha hızlıydı. Sonra da hiç olmaması gereken bir şey oldu, ah, ayağı takıldı! Düşmemek için yandaki tablolardan birinden destek almaya çalıştı ve sanki bir kolu çekmiş gibi tutunduğu yer aşağıya inerek bir "klik" sesi çıkarttı, duvar Lilith'i de beraberinde sürükleyerek arkaya döndü. Yere çakılsa da kurtulmuş olmanın getirdiği rahatlıktan dolayı bir şey hissetmemişti. Doğruldu, etrafını şöyle bir süzdü. Açık, solgun mavi duvarları ve duvarlarla uyumlu mobilyalara sahip, tozlu, her yeri örümcek ağlarıyla kaplı bir odaya gelmişti. Orta halli bir ailenin oturma odası gibi duruyordu, mavi bir kanepe, tekli iki koltuk, beyaz bir masa, masanın üstündeki çay takımı, duvarlarda kitaplıklar ve tablolar, tamamen çekilmiş uzun mavi perdeler... Oldukça hoştu bu oda.

Ah, bir dakika! Uyku Hanım buradaydı! Kanepede oturmuş, papatya çayı içiyordu! Heyecanlanan kız hemen doğruldu ve hızlı adımlarla biricik dostunun yanına oturdu. Mavi gecelikli, lacivert saçlı kadın ise Lilith'e baktı ve gülümsedi. Elindeki çay fincanını masaya bıraktı ve hiçbir şey demeden kızın kanepeye uzanmasını sağladı. İşaret parmağını dudağının önünde tutarken göz temasını kesmedi ve soluk akuamarinlerin önüne perdelerin düşmesi için göz kapaklarını indirdi.

"Bugün ne kadar da sakin bir gündü, değil mi?"

"Bence de öyleydi."

Sonrasında ise derin bir sessizlik ve tatlı bir uyku takip etti bu kısa diyaloğu.

𝔐𝔞𝔩𝔩𝔢𝔲𝔰 𝔐𝔞𝔩𝔢𝔣𝔦𝔠𝔞𝔯𝔲𝔪 - 𝐁𝐮̈𝐲𝐮̈𝐜𝐞𝐝𝐮̈𝐧𝐲𝐚 𝐑𝐏𝐆Where stories live. Discover now