31🩸 "İncir ağaçları çiçek açınca"

Start from the beginning
                                    

Tüm kurul bu ismi aklında tutmaya çalışırken Devran daha fazla konuşmamayı seçti. Biraz daha açıklama yaparsa Haris'in zekasından bahsetmek zorunda kalacak ve tamamen iş bilmez biri konumuna düşecekti.

"Peki yeni eklenen gruba ne oldu? Onları özel olarak tayin ettik. Kendinden başka bir şeyi düşünmeyen Memati, hiçbir şeye dokunamayan Yağız ve geçmişi ile problemi olan Cihanşah. İsimler doğru değil mi?"

"Evet efendim, hepsi doğru. İstanbul'a kendimizin ayarlayacağını haber verdik. Konya'dakiler de İstanbul'dan tayin edildiğini söyledik. Polis memurları İstanbul'un tayin ettiğini sanıyor ancak özenle seçildikleri bizce malum. Memati Şekerci ve Yağız Güngör etkisiz eleman olarak devam ediyorlar efendim. Cihanşah Aliyev ise şimdilik herhangi bir davaya eklenmedi. Hepsi tam istediğiniz gibi Ölü yiyenler davasının üstünü kapatacak şekilde ayarlandı."

Sözcü yeterince olmasa da rahat bir ifade ile derin bir nefes aldığında Başkanın baş ve orta parmağı birbirine sürtüyordu. Sanki adalarına kıstırdığı bir böceği ezermişçesine ve aslında mikrobunu ortadan kaldırdıktan sonra huzura erecekmişçesine.

En nihayetinde kulaklara kazınan iki isim hepsinin dikkatini dağıtmıştı.

"Hacer Gazel ve Haris Çelik."

Dişlerinin arasından çıkan bu iki isim ile yumruğunu sıktı başkan. Kimsenin örgütün bekasına zarar vermesine izin vermeyecekti. Bunca katliamdan sonra iki kişinin cesedi çok değildi ona göre.

🩸🩸🩸

Verdiğimiz raporlardan sonra Gamze'nin odasına çıkmıştım. Bir aylık raporu sunarken yıllar süren davalara bakmışım gibi gözümün önünden geçmişti anılarım. Her şey bu kadar çabuk gelişirken ben kendimi rüzgarda sürüklenen bir yaprak gibi hissediyordum. Rüzgarın istediği yöne gitmekten başka çarem yoktu ve bu beni çok yorsa da karşı koyacak gücüm de yoktu.

Derin bir iç çekişle Gamze'nin koltuklarına oturduğumda odanın boş olduğunu gördüm. Mantar panoda "Otopsiye gittim. Yarım saat sonra döneceğim." yazıyordu.

"Bu da kendini iyice bakkal falan sandı."

Gülerek yazısına bakarken oturduğum yerde daha da rahatlaştım. Üzerimde olan tuhaf bakışlardan sonra böyle bir yalnızlık hoş gelmişti gerçekten.

"Emre ve Onur'un nesi var böyle?"

Yüzümü buruşturarak sorduğum sorudan sonra "Memati de tuhaftı gerçi," diye ekledim.

"Üçüne birden bir şey olmuş ama hayırlısı."

Anlam veremediğim tuhaf davranışlarını görmezden gelerek orta masasının üstündeki biblo dikkatimi çekti. Eğilip alırken koltukların gıcırtı sesi kulağıma dolmuştu.

Biblo acı ile kendini yontan bir insandı. Bir heykel, bir sanat eseri. Yonttuğu yerler çok pürüzsüz görünse de bu yontma işinin ona acı verdiği çok açıktı. Yine de tepeden tırnağa yontmadan bırakmayacak gibiydi.

Tıpkı biblonun yüz ifadesi gibi ekşittim yüzümü. Büzülen dudaklar, eğrilen kaşlar, kırışan alın ve nihayetinde acının derin ifadesinin yüzde hissedilmesi.

"Madem bu kadar acı çekiyor, neden devam ediyor ki?"

Bibloyu yeniden masanın üstüne koyduktan sonra geri yaslanıp başımı tavana kaldırdım. Ecmel davası henüz sonuçlanmamıştı ve muhtemelen bu gece sorgusu yapılacaktı. Kadının neden böyle bir şey yaptığını çok merak ediyordum. Dahası çelişkili durumlar vardı. Hem polise gelip hem polise zarar vermek pek akıl karı değildi. Sanki dikkat çekmek istediği başka şeyler vardı.

PROFESYONEL  [F•]Where stories live. Discover now