64🔰 "Ölümsüzün emaneti"

Start from the beginning
                                    

Şöyle bir günde biz de Hacer'i alıp gezmeye çıksaydık ne olurdu? Yusuf'um yanı başımda olaydı, güle oynaya bir gezi yapsaydık. Böyle diyince de isyana mı girer bilmem ki? Henüz yirmilerinde dul kalan bir genç kadın nasıl hüznünü gizler ki?

Gözlerimdeki nemi yok edil bakışlarım sağı solu delercesine izlerken karşıdan bana doğru gelen kadını gördüm. Gayet alımlı ve güzeldi. Hatta fazla güzeldi. Belki de giydiği pahalı kıyafetlerden, yürüyüşünden, bakışından bilmem güzeldi işte. Yusuf'la alakalı şeyler söylemese fark edemezdim bu kadar güzel olduğunu da onun adını verdi ya iyiden iyiye dikkatimi çekmişti. Belki o da bunu istiyordu bilmiyorum.

"Meryem?"

Hemen önüme gelip durduğunda direkt tanımasına şaşırmıştım. Gerçi tek başına meraklı gözlerle bakan bir ben vardım. İsmimi söylerkenki ses tonu da kalbimi sızlatmıştı. Biraz aşağılık biraz basit hissettirmişti. Elimde değil, Yusuf dedi ya iş bitti benim için.

"Evet?"

Ben de ona aynı ses tonu ile Selma deseydim ya. Ben de onu öyle hissettirseydim ya. Diyemedim ama. Demedim.

"Cenaze başlamak üzere. İstersen önce oraya gidelim."

Başımla onayladığımda birlikte yürümeye başladık. Meğer mezarlık bu yere çok yakınmış. Çok da bilmem ki merkezi falan. Ömrümün çoğu köyde geçti ve evlendikten sonra da evden çıkmışlığım olmadı. Çokça kalabalık vardı içeride. Emniyetten onlarca polis, Fedai'nin akrabaları ve tanımadığım birçok insan.

Tuhaf bir sessizlik ve ölü ağırlığı denilen bir hava. İçeri giren herkesin hissettiği bu duygu omuzlarıma bir yük daha yüklediğinde iç çektim. Daha dün gibiydi Fedai ve Hacer'in birbirleri ile güle oynaya geçirdikleri vakitler. Asiye, Murat... oğullarını da alıp göçmüşlerdi bu dünyadan. Oysa ne çok severdik birbirimizi. Gözümün önüne o günler gelip durdu. Kara toprak dördünü birden almıştı elimizden.

Minik bir ceset mezara gömüldüğünde elleri ile toprak atan adam tanıdık gelmişti. Bir yerlerde görmüştüm. Ona bakarken "O benim babam," dedi Selma. Meğer o da beni izliyormuş. Evet bu, Yusuf'un yardım ettiği mafya Osman Çelik'ten başkası değildi. Bizzat kendi kapatıyordu mezarı. Yusuf'un cenazesine gelmemişti halbuki. Meryem ve Asiye'nin cenazesinde de yoktu. Fedai'nin cenazesinde neden vardı?

Osman Çelik. Ve Selma Çelik... Tabii ya, Yusuf ile Selma oradan tanışıyor olmalılar. Taşlar yerine otururken hoca elini açınca ben de dua etmeye başladım. Fedai için içim yansa da Yusuf'tan sonra duygularımı gösteremez hale gelmiştim. İnsan meğer bir ruhtan farksızmış. İçime doğru akıyordu sanki göz yaşlarım. Hamileydim ve karnımdaki çocuktan farksızdı o melek de. En az onun kadar günahsız, en az onun kadar masumdu. Bebeğimi gömüyorlar gibi hissettim bir an. Ama onun için de akmazdı göz yaşlarım. Kurumuştu adeta pınarlarım. Çöle evrilmişti acıdan.

Cenaze bittiğinde Selma başındaki eşarbı çıkardı ben daha çok sıktım. Boğazımda biriken yumru belki bu şekilde biraz olsun azalır diye umut ediyordum. Birlikte yine o kahveciye geldiğimizde bu sefer içeri girdik ve birer kahve söyledik. Çantamı diğer sandalyeye koyup hemen Selma'ya baktım. Bana anlatacağı şeyleri hem çok merak ediyor hem de ona sorular sormak istiyordum.

"Oğlan katliamını duymuşsundur. Emniyet müdürü dahil birçok kişinin oğullarını öldürdüler."

Kaşlarımı çatarak başımı iki yana salladım.

"Hayır duymadım. Yusuf bize söylemez böyle şeyleri. Televizyonda haber yapıldığında da izlememize izin vermez. Çok azını görebildim."

"Ah öyle mi? Afedersiniz. O zaman en başından anlatmak durumundayım. Yusuf Gazel çok kötü bir olaya karıştı Meryem. Bu, kendi ölümünden çok daha kapsamlı bir olay."

PROFESYONEL  [F•]Where stories live. Discover now