- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐡𝐢𝐫𝐭𝐞𝐞𝐧 -

655 121 722
                                    

hafifçe yutkunduğumda karşımda sarı saçları omzuna dökülmüş, aynı mavi gözlerle bana bakan josh'a bakmaya devam ettiğimde niall'ın koluma dokunmasıyla konuşmaya başladım,

"merhaba josh," diyerek hafifçe güldüğümde bu gülüşümün ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. "burada ne işin var?" diyerek tatlı tatlı güldüğümde, gözleri önce dudaklarıma kaymış, sonra konuşmaya başlamıştı.

"şehirden," hafifçe öksürerek devam etti, "şehirden taşındıktan sonra üniversite için başka yere taşındım biliyorsun, yaz için paraya ihtiyacım vardı çünkü burs kesiliyor. o yüzden iş için buraya geldim," diyerek anlattığında kafamı hafifçe sallayarak ve onaylayarak onu dinliyordum.

etrafımdaki kimseyi görmezken kirli sakalları dikkatimi çekmişti. yüzüne daha çok olgunluk katmış ve anladığım kadarıyla spor yapmış, kendini geliştirmişti.

"ne güzel ne güzel," kafamı sallayarak söylenirken niall arkadan sipariş vermeye başlamıştı, "bize 3 tane sade kahve verir misin pis sinsi yılan?" söylediği şeyle dudaklarımı birbirine yaslarken aynı düşmancıl bakışı josh'da niall'a gösteriyordu.

"yalnız birisi sütlü olursa sevinirim," diyerek araya girdiğimde,

"sen sütlü içmezsin ki?" diyerek yanıt vermişti. kafamı yavaşça louis'ye çevirdiğimde benden tarafa bakmadığını ve yerinde sayarak sinirli bir şekilde yumruklarını sıktığını görmüştüm. bu durum beni de çok rahatsız ettiğinden josh'a susması için bit bakış attım,

"benim için değil, herkesle bu kadar samimi misindir?" sesimdeki tınıyı artık fark etmiş olmalıydı. bütün o samimiyetsiz davranışlarımı fark etmiş olmalıydı. kaşlarımı çatarak parayı ödediğimde kolumu lou'nun omzuna attım ve kafeteryadan dışarıya adımladım.

yüzümde josh'ı tekrar görmenin üzüntüsü varken kapıdan çıkmamızla lou'nun omzumdan çıkması bir olmuştu. kaşlarımı çatarak ona bakarken,
"niall, kahvemi verir misin? biraz hava almam lazım, lütfen peşimden gelmeyin." diyerek hızlı hızlı önden yürümeye başladı.

josh'ın nasıl gelipte yine hayatımı mahvetmesine neden olduğunu anlayamıyordum.

"onu hala seviyorsun değil mi? kendini louis'le kandırıyordun bunca zamana kadar, tanrım nasıl olurda fark etmem, ona bunu yapamaz-"

dedikleri karşısında şaşkınlıkla niall'a bakarken bütün kırgınlığımla onu baştan aşağı süzmüştüm. ayrılıktan sonra her zaman yanımda olan kendisi değilmiş gibi şu an karşımda konuşup, hayatımdaki en değerli varlığa, kişiye olan hislerimi önemsiz bulduğumdan bahsediyordu.

sinirle bir şey söylemeden ordan uzaklaşırken arkamdan bağıran niall'ı görmezden geldim ve yürümeye devam ettim.
en başından beri ona josh'ı anlatmam gerektiğini biliyordum, ki anlatacaktım da ama bu kadar erken olmasını beklemiyordum.

hırsla aniden bir yola saparken şelale'nin oraya gitmeye karar vererek yürümeye başladım. hiç iyi hissetmiyordum, çünkü hepsinin sorumlusu yine o lanet herifti. ondan nefret ediyordum, ciddi anlamda birinden nefret etmek beni çok rahatsız hissettirse de bunu hak ediyordu.

sayıklaya sayıklaya mağaraya giriş yaparken şelane'nin sesini duymuş ve onun yanında doğru adımlaya başlamıştım. oluşturduğu berrak mavi gölete yaklaştığımda yansıyan yansımayı gördüğümde, gözlerimdeki kırgınlığın büyüklüğüne şaşırarak bakmıştım. kime kırıldığım hakkında bir fikrim yoktu.

beni aldattıktan sonra bir sik olmamış gibi karşıma çıkan eski sevgilime mi, bunca yıldır dostum diye her şeyimi anlattığım arkadaşıma mı, yoksa beni bir dakika bile dinlemeden çekip giden sevgilime mi kırıldığımı bilmiyordum.

𝙬𝙤𝙤𝙙𝙚𝙣 𝙝𝙤𝙪𝙨𝙚 🌲 | larry stylinson Where stories live. Discover now