- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐞𝐥𝐯𝐞 -

750 123 658
                                    

temmuz'un son haftalarına giriş yapmışken, ağaç evimizde geçirdiğimiz sürenin azalmasını bilmek beni üzüyordu. louis'lye dünkü uyumamızdan sonra sabah erken kalkmış ve bize kahvaltı hazırlamaya çalışmıştı.

elinin miktarını ayarlayamayıp etrafı bir sürü pankekle doldurlan louis'yi görünce kaşlarımı kaldırarak mutfağı bir güzel süzmüş ve bana sırıtarak bakan bebeğime gülmeden edememiştim.

bir eline, sanki kullanacakmış gibi mutfak eldivenlerinden takması o kadar komiğime gitmişti ki bütün kahvaltı boyunca bununla dalga geçmiştim. en sonunda ikimizde mutfağı hızlıca toplayıp hafta sonu yapılan yarışmanın yolunu tutmuştuk.

bu sefer zorlu bir görev bizi bekliyordu. ikinci olarak çaldığın veya daha az çaldığın bir müzik aleti üzerinden bütün marifetlerini göstermen gerekiyordu. ben çoğunlukla elektrogitar çaldığım için ikinci olarak piyano çalacaktım. louis iste baterisi yerine gitar çalmayı tercih etmişti.

fakat başka bir enstrüman çalmayı bilmiyorsan, ki bilmeyen vardı, bölüm hocamıza en iyi vocalini sergilemesi gerekiyordu. kısacası ya şarkı söyleyecektik ya da başka bir enstrüman çalacaktık. küçüklükten beri ikisi üzerinden de yeteri kadar çalışan birisi olduğum için çalan tarafa geçmiştim.

ana meydana giden patika yoldan giderken yarışmanın akşama çekildiği daha yeni aklıma gelmiş ve yavaşça duraksamıştım.
yanımda yürüyen louis duraksadığımı görünce durup bana bakmaya başladı,

"noldu harold?" derken sesindeki meraklı tını onun da unuttuğunu gösteriyordu.

"yarışmayı akşama çekmişlerdi ya louis." diyerek elimi belime koyduğumda o da eliyle yavaşça kafasına vurarak konuşmaya başladı,

"doğru ya, bunu nasıl unutabiliriz? bir de 3 kere duyuru yapmalarına rağmen." diyerek kafasını iki yana sallamaya başladığında,

"ben neden unuttuğumuzu biliyorum sanırım." diyerek onu gözlerimle hapsetmeye başlamıştım. "hey!" diyerek kızarmaya başlayan yanaklarıyla koluma vurduğunda kıkırdayarak elimi omzuna attım.

"neyse artık biz de keşife çıkarız." diyerek patika yoldan sapmıştım. sesini çıkarmadan bana ayak uydurduğunda ilgimi çeken çiçeklerin olduğu yollardan geçmeye başladık. louis her çiçek gördüğünde bana gösteriyor, beğenirsem yere nerden bulduğunu bilmediğim tebeşirle işaret koyuyordu. bu sayede kaybolmazmışız.

gülerek patika yolların biraz daha aşağısına indiğimizde bazı sesler duyarak duraksamıştım. louis de kolumun altında olduğu için gülümsemesi yüzündeyken bana bakıyordu. kulaklarımı kabartarak daha çok dinlemeye başladığımda louis azını açacakken işaret parmağımı dudaklarına yasladım.

"şşş lou, su sesini duyuyor musun?" diyerek fısıldadığımda parmağıma öpücük koyarak kıkırdamaya başlamıştı. utanarak parmağımı çektiğimde lou'nun, sesin geldiği yere doğru yönelmesini izledim.

"gerçekten geliyor harold, dere falan mı var acaba?" diyerek ilerlemeye başladığında paytak adımlarla arkasından gidiyordum.

"louis, beni beklesene ya," diyerek koluna yapıştığımda gülerek konuşmaya devam etti,
"merak etme hazzy, ben varken sana kimse bir şey yapamaz." dediğinde sırıtarak koluna girdim.

patikanın hemen bitişinde artık yol bitiyordu ve geriye normal toprak alan kalıyordu. yemyeşil ağaçların üstündeki kuşlar cıvıl cıvıl ötüyordu ve toprak kokusu her yere hakimdi.

yerde ağaçlardan düşmüş kozalaklar doluydu ve yürüdüğümüzde hafif çatırdayarak ses çıkaran dallar vardı. hemen ileride bir dağ yamacı olduğu için patikayı neden bitirdiklerini şimdi anlıyorduk.

𝙬𝙤𝙤𝙙𝙚𝙣 𝙝𝙤𝙪𝙨𝙚 🌲 | larry stylinson Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin