4.BÖLÜM (1.KISIM)

24 7 0
                                    

HALİL’DEN...

Kapıyı kırmak zorunda kalmıştım en sonunda. Odaya girmiştim ve aceleyle bakmıştım. Ama kimse yoktu odada. Balkonda mıydı? Balkona doğru ilerlediğimde kopan perdenin sallandığını görünce şaşırmıştım.

Balkondan perde ile aşağı mı inmişti? Gerçekten çok zeki bir kızdı sanırım. Zeki bir kız olması bir yana deliydi de. Nasıl atlardı dışarıya? Hiç mi korkusu yoktu ya? Ne tür deliydi acaba? Kesinlikle zırdeliydi.

Balkondan direklere sinirle vururken hizmetçi ablaya hemen bağırdım. “Evdeki kameraları kontrol edin! Kaçmış!” dedikten sonra aynı zamanda kalbim korkuyla tekliyordu. Ona bir şey olmamalıydı. Serdar Bey onun peşinde olan bir adamdan bahsetmişti. Soysal denen bir ruh hastasından...

Umarım onu bulabilirdim. Delirmiş gibiydim ve duvarları yumruklamak istiyordum. Tüm dünyayı yakacak kadar korkuyordum.  Beynim, kalbim, tüm ruhum ve bedenimde korku sarmaşıkları filizlenmişti.

Ona bir zarar gelmemeliydi. O zarar görürse yaşayamazdım. Kameraların olduğu yere geldiğimizde Ayşe Abla bahçe kamerasını açmıştı. En son koşarak bahçeden çıkmıştı. Ama nereye gitmişti?

Ayşe abla bana baktı ve telaşla “Ne yapacağız biz? Koskocaman şehirde nereye gitmiştir kim bilir? Ah kızım ah! Serdar Bey bugün geleceğini yazmış. Onu hemen bulmalıyız!” dediğinde çaresiz kalmıştım.

İnsanın canını acıtan en kötü duygu çaresizlikti. Ne yapacağını bilmiyordu insan o duygunun karşısında. Duruyordu insan, kalbe o duygu yerleştiğinde. Ne gözyaşları rahatlatıyordu ne de gülmek işe yarıyordu. Tek çaresi vardı bu duygunun: Beklemek. Bilinmezlik içindeki ellerimiz bağlı bekleyiş. Bunu da şimdi yapamazdım. Serdar Bey kızının en büyük düşmanının onu takip ettiğini anlatmıştı. Eğer gerçekten öyle bir şey varsa Soysal şimdi ona bir şey yapacak olabilirdi.

Bu düşünceyle evdeki altı korumayı odaya topladım ve civardaki altı tane sokağı onlara dağıttım. Hepimiz sokaklara dağılmıştık. Korkuyordum onun yakalanma ihtimalinden.

Yolda yürürken bir çocuk parkını görmüştüm. Serdar Bey kızının parkları çok sevdiğinden bahsetmişti. Hemen parka gittim ve etrafa bakmaya başladım. İşte o anda simsiyah arabalar dikkatimi çekmişti.

İki tane araba vardı, içi adam doluydu. Peki bu adamlar kimdi? Yoksa Soysal’ın adamları mıydı? O zaman yakınlardaydılar. Ama nerede? Önümdeki arabaların olduğu yerdeki sokakta olabilir miydi?

Arabadaki adamların dikkatini çekmeden ve hızlıca oradan geçtim. Sokağa dikkat çekmeden girdiğimde gördüğüm şeyle sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim.

Bulmuştum! Onu bulmuştum! Bayıltmışlardı ama. Kim bilir ne yapmışlardı sevdiğim kıza? Nasıl canını yakmışlardı? İçim acımıştı onun bu haline. Kalbim yanmıştı sanki. Her gün her gün yanıyordu ama onu böyle görmek farklıydı. Şu iki üç gündür bu kızın yaşamadığı şey kalmamıştı.

Sevdiğim kızın baygın halini gördüğümde korkmuştum ve bir o kadar da sinirlenmiştim. Yanımdaki sopayı almıştım elime. İki adam vardı diğer ikisi de yerdeydi. Anlaşılan Zeynep sadece deli değildi. Bu düşünce sırıtmama sebep olmuştu.

Elimdeki sopayla sessizce ilerlemiştim. Çıkmaz sokakta iki adam dövecektim. Tabii ki ses çıkarmamalıydım. Yoksa diğer arabalardaki adamlar da gelirdi.

Bu düşünceyle tedbir amaçlı telefondan mesaj çektim diğer korumalara. Onlara konumumu göndermiştim. Eğer ki bir aksilik olursa onlar beni kurtarabilirdi.

Elimdeki sopayla biraz daha ilerlediğimde adamların konuşmalarını duymuştum. Yerdeki iki adam acıyla inlerken sarı saçlı adam “Kalkın lan yerden! Ufacık bir kızın sopası mı acıtıyor canınızı? Kalkın lan! Kız da Soysal Bey’in yanına gidecek. Bu arada kız da çok güzel, Soysal Bey’in dediği kadar var cidden.” Dediğinde kan beynime sıçramıştı.

SÖZ ETTİM MAVİLEREOù les histoires vivent. Découvrez maintenant