20) Göklerin Ardındaki Cennetler

En başından başla
                                    

''Benden on yaş büyüklerdi,'' dedim gözlerimi kısıp başımı omzuma yatırarak. ''Ve boyları da benim boyumun iki katıydı. Ben de olsam beni maça almazdım.''

İkimiz de bu söylediklerime gülüştükten sonra bazilikanın bu kısa koridorunda yeniden ilerlemeye başladık. Bu sefer elimi tutmamıştı.

Başımızı çevirdiğimiz her yer hayranlık uyandıracak bir işçilikle yapılmış heykellerle doluydu. Barış'ın okuduğu bölüm gereği, dudakları kulaklarına varacak kadar gülümsemesinin nedeni de buydu.

Burası Barış için, cennetin yeryüzündeki konumuydu.

Koridordaki diğer heykel ve eserleri inceledikten sonra az önceki merkezi yere, Bernini'nin baldakeninin bulunduğu yere çıktık. Barış baldaken üzerindeki kubbeyi işaret parmağıyla gösterip ardından defterine hızla bir şeyler yazmaya döndü.

 Barış baldaken üzerindeki kubbeyi işaret parmağıyla gösterip ardından defterine hızla bir şeyler yazmaya döndü

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

''Bu kubbe de Michelangelo tarafından tasarlandı. Sadece kubbenin tabanı, o öldükten sonra tamamlandı.''

''Ve bu kubbe,'' dedim onun yazdığı şeyi devam ettirerek. ''Dünya üzerindeki en uzun kubbe...''

Öyleydi. Gerçekten de çok ama çok uzundu. Bazilikanın tamamı, dıştan göründüğü gibi değildi, içinde gizli cevherleri saklayan bir tuval gibiydi.

Ve bu büyüklüğün gün boyu gezilse de bitmeyeceğini bildiğimden yürüdüğümüz geniş döşeme kaplı yolda Barış'a dönüp koluna dokundum. Gözlerini sol tarafındaki bir heykelden çekip bana döndüğünde, bu dönüşten dolayı alnına düşen kıvırcık saç tutamları sallanmıştı.

''Barış,'' dedim sesimi olabildiğince yumuşak tutmaya çalışarak. Fakat ses tonum hiçbir şeyi etkileyemezdi, o an fark edemedim. ''Artık dönsek mi? Baya vakit geçirdik, hem hocalar da bizi arıyor olabilir.''

Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi telaşla koluma tutundu. Hızla defterini açıp yazdığı şeyi bana doğrulttu.

''Tamam tamam, ama, son bir yer daha! Olur mu?''

Bir onun umut dolu gözlerine baktım bir de yazdığı şeye. Ardından dönüp çevremi inceledim. Bir daha ne zaman geleceğimi bilmediğim bir kilisedeydim.

Bileğimde saat olmadığından saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Telefonumun şarjı bittiğinden oradan da bakamıyordum. Bazilikaya girmeden önce aniden bastıran yağmurdan dolayı sırılsıklamdık, burada gezinirken biraz kurumuş olsak da kıyafetlerimiz hala ıslaktı. Çantam kopuktu ve bu kadar uzun süredir onu bir bebek gibi kucağımda taşımaktan dolayı kollarım ağrımıştı. Üstelik yorulmuştum ve bir sonraki narkolepsi atağının nerede ve ne zaman beni bulacağını bilmiyordum. Hocaların bizi bulamadıktan sonra telaşlanmış olma ihtimalleri yüksekti. Öğrenciler ise bizim bu geç kalışımızdan dolayı rahatsız olmuş olabilirdi. Sonuçta bu bir geziydi ve devam etmeliydi.

Kafamın içinden tüm bu olumsuzluklar bir bir geçerken diğer yandan da Barış'ın buz mavisi gözlerinin içinde ışıldayan umuda baktım.

Biraz daha kaybolmaktan zarar gelmez, diyerek elimi bana uzattığı avucuna bıraktım.

RENKLERİN SESSİZLİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin