3| bazı ilaçların yoksunluğu hüzün kıvamında.

60 11 4
                                    

susmak istiyorum, konuşmadan yaşamak.

"ne demek çıkmış? emin misin yoongi, bir şey söyledin mi onlara? ya bulursa beni? ne bok yiyeceğim ben?"

"taehyung," karşıma oturduğunda, son derece ciddi görünüyordu ama ben gerilmiştim. beni bulmamalıydı, kesinlikle karşı karşıya gelmemeliydik. zira kapanmamış hesabımız vardı geçmişten gelen. ve onun ne kadar kindar biri olduğunu çok iyi biliyordum, çok yakından tanıyordum onu. "bilirsin, eli kolu uzundur onun. yani seni bulması an meselesi. kısacası, boku yedin güzel ikizim."

"çok açıklayıcı oldu gerçekten," gözlerimi devirmiştim sözleri üzerine. bütün keyfim kaçmıştı aniden. onunla yeniden karşılaşma olasılığımızın ihtimalini bile düşünmek istemiyordum. içim sıkılmıştı. sanki biri boğazımı sıkıyormuş da, ben nefes alamıyormuşum gibi hissediyordum. "gidiyorum ben. bana bak, buraya gelirse onu uzun süredir hiç görmedim diyeceksin."

"sen nasıl istersen, zaten şu evden çıktığında hangi deliğe girdiğin hakkında en ufak bir fikrim olmuyor." söylediğine bir cevap verme gereği duymadan ayağa kalktığımda yeniden gözleri gözlerimle buluşmuştu. "kesinlikle buraya gelecektir, peşine düşer. dikkat et kendine, kıçını kollasan iyi edersin. benim başıma sarma yeter. zamanında yediğin boku kendin temizle, beni bulaştırma pisliğine."

"bayağı yardımcı oldun sahiden, gözlerim yaşardı bak bu yardımseverliğine." ondan korktuğunu biliyordum. çünkü ne de olsa basit bir sokak satıcısıydı ve jeongguk istese, onu mahvetmesi bir saatini almazdı. onu kara listeye düşürürdü, bunu yapması son derece kolaydı. benimle de uğraşabilirdi. ki bunu yapacağından emindim, benden gram haz etmiyordu ve benim yüzümden girdiği hapis, yedi yılına mâl olmuştu.

kaçırdığı yedi yılının her bir saniyesinin öfkesini çıkartmak isteyecekti benden, en acı şekilde. yine de emin değildim. belki de umrunda olmayacaktım, hayatına devam edecekti ve peşime düşmeyecekti bile. tanıdığım en dengesiz adamlardan biriydi o, sağı solu gerçekten hiç belli olmazdı ve bir sonraki hâmlesini kestirmek neredeyse imkansıza yakındı.

korkmuyordum, ben hiçbir şey hissedemiyordum zaten. endişeli, üzgün veya sevinçli değildim, korkmuyordum da. sadece onunla karşılaşmam kötü olacaktı, bana hesap soracaktı. belki sırf intikam almak için beni kullanıp bir kenara atacaktı öylece. bilmiyordum. üstelik, tanıdığım kişi de olmayabilirdi. dört duvar arasında düşünmek ve değişmek için fazlaca zamanı vardı ne de olsa. onu tanıdığım yirmi yaşındaki hâli çıkmayacaktı karşıma, olgun bir adam çıkacaktı. yirmi yedi yaşında, yetişkinliğinin belki de en güzel dönemlerini kaçırmış ve parmaklıklar ardında geçirmiş bir adam.

öfkeyle ve intikam alma isteği ile dolup taşan bir adam.

iç çektim. en iyi bildiğim şeyi yapacaktım yine. arkama bakmadan kaçıp gitmeyi, yok olmayı. tıpkı babam gibi, ben de ondan öğrenmiştim birilerini ardımda bırakıp siktir olup gitmeyi. iyi bilirdim bu sebeple, başarılı olduğum nadir şeylerden biriydi işte.

kendimden geçmeliydim, buna ihtiyacım olduğunu biliyordum. zihnim uyuşmalıydı, susmalıydı düşüncelerim. "gidiyorum ben," demiştim televizyon ünitesinin altındaki çekmeceyi açıp sarılı esrarların durduğu şeffaf paketlerden beş tane dal alıp sigara paketimin içine sıkıştırırken. malından tırtıklamamdan hoşlanmadığını biliyordum ama bu hiçbir zaman sikimde olmamıştı. tek düşündüğüm şey kendimdi, bencil herifin tekiydim ve kendimden başka kimse sikimde olmazdı.

"çok içme, tamam mı? siktiri boktan bir sokakta aşırı dozdan geberdiğin haberini almak istemiyorum." sırıttım. bu da onun kendince beni düşündüğünü belli etme şekliydi ama anlamıyordu işte duygularını belli etmekten. onu da haklı buluyordum. ne görmüştü ki, ne gösterecekti? kimden sevgi görmüştü de, kime merhamet edecekti?

vagrant, taekookWhere stories live. Discover now